Takva filmi gösterime girmeden önce de tartışılıyordu, gösterime girdiği şu günlerde de tartışılıyor. Takva’nın bir sinema eseri olarak değeri hakkında çeşitli görüşler ileri sürülüyor. Bunlar içinde, tercih edilen klâsik anlatım biçiminin eskimişliği veya yine tercih edilen bazı çekim tekniklerinin demodeliği de var… Buna karşılık filmi alkışlayanlar, yere göğe sığdıramayanlar eksik değil.
Tüm bu estetik tartışmaları bir yana bırakarak şunu net biçimde söyleyebilirim ki, Takva, Türk sineması için bir aşama olmadığı gibi bana göre içinde bulunduğu “Politik Sinema” anlayışına da yeni bir katkı sağlayamıyor (Takva’nın bir İslâmî sinema örneği olduğunu iddia eden akıldaneler de çıktı!).
GERÇEKLERDEN YOLA ÇIKIYOR
Takva’yı sözü edilebilir bir film kılan şeylerin başında, öncelikle Türkiye’nin gerçeklerinden yola çıkıyor olması geliyor. Geçmişte televizyonlarda kötü örneklerini gördüğümüz, hatta eczaneden alınan prezervatiflerle gündeme gelen tarikat ve şeyhler; bunlar hakkında televizyon kanallarında yapılan yayınlar hatırlandığında, konunun artık toplumun şuuraltında yeri etmiş bir olgu, bir hakikat olduğu anlaşılır.
Türk insanı, Batı kültürü ve onun toplamının adı olan “modernizm” karşısında İslâmcısı, Turancısı, solcusu, sağcısı, batıcısı ile ciddi bir çatışma, uyumsuzluk ve elbette dönüşüm yaşamaktadır. Bunun kültürel, sosyal, siyasi, ekonomik, etik ve dini boyutları olduğu da apaçık bir gerçektir. İşte Takva bu büyük çatışmanın, küçük de olsa önemli bir yanını sinemaya aktarmayı başarmış bir film olarak öne çıkıyor. Takva, bu çatışmanın dini boyutunu dile getiren ve kendisinden önce çekilen filmlerden farklı olarak, oyuncu kadrosu ve hikâyesi ile daha başarılı olduğu için birkaç gömlek üstün görünüyor..
İNDİRGEMECİ BİR DİL KULLANIYOR
Türk Müslümanlığının içinde önemli bir yeri olan tarikat olgusunun dengeli bir dille perdeye taşındığı Takva’yı özel kılan unsurların bazılarını ise şöyle sıralayabiliriz:
YENİ SİNEMACILAR BUNDAN SONRA NE YAPMALI?
Ciddi, akıllı ve inançlarından taviz vermeyen solcu bir grup olan Yeni Sinemacılar bundan sonra Türkiye’nin hangi derin çelişkisine el atmalı? Bana göre, “toplumsal kurtuluş” reçeteleri ile yola çıkan, kapitalizm düşmanlığını hiç kimselere bırakmayan, halka rağmen halk için doğruyu yapacaklarına inanan bir kısım 68 kuşağı solcu liderlerin kapitalizm karşısında düştükleri derin çelişkileri ve ibretlik durumları anlatmalılar…
Çünkü Takva’daki zavallı Muharrem’in (anasız – babasız, eğitimsiz…) dramını doğuran toplumsal şartlar ile inancı uğruna yüz binleri sokağa dökmüş, hatta ölümlere sebep olmuş 68 kuşağı liderlerinin daha sonra medya dünyasında sendikal hareketleri bile boğacak kadar kapitalizmin hizmetine girmesi süreci arasında hiçbir bağ yokmuş gibi görünmesine rağmen temel çelişkinin aynı olduğu görülüyor.
Yeni Sinemacılar böyle bir film için yola çıktıklarında Takva’nın Muharrem’inden çok daha derin dramatik çatışmalar yaşayan kentsoylu, entelektüel bireylere, dolayısıyla çok zengin hikâyelere ulaşacaklardır!
ALTYAZI
Yaşadığımız çağın bayağılıklarına her başkaldırışımın ardından kendimi daha genç ve daha yürekli hissettim. – Émile Zola.
(08 Aralık 2006)
Yeni Sinemacılar underground diyebileceğimiz karanlık filmler yapıyorlar. Onlar böyle bir tarzla bu işin içinde anlatmak istediklerini anlatıyorlar. Seçtikleri karakterleri elit tabaka oluşturmuyor. Film sahneleri Laleli, Samatya, Paşa gibi yerlerde geçiyor. Anlattıkları tablolar, hayatlar Türkiye gerçeklerinin ayna tutulmuş hali. Hal böyle olunca da ben onları parlak kıyafetli, bol pırlantalı, şaşalı köşkler, beyaz yakalılar içinde düşünemiyorum! Bırakalım onlar has tarzlarıyla üretsinler, bizde keyifle izleyip “kült olur bu film” diyelim. Ayrıca aldığım duyumlara göre Cihangir, Beyoğlu’nu anlatan bir film üstüne çalışıyorlarmış. 🙂