Sinema / TV Sektörü ve Bardağın Dolu Tarafı…

Sinema / TV çalışanlarının, çalışanların sorunları ve dizilerin uzunluğu için yaptığı eylemden (protestodan) sonra taşlar yerinden iyice oynadı. Böylece, ilgili tüm bakanlıklar sektörün sorunlarına daha duyarlılaştı, yapımcılar düşünmeye başladı, sinema kurumları silkelendi ve daha çok çalışmaya başladı. 24 Aralık 2010’dan sonra, sinema / TV sektörünün en büyük kazancı ise, eskiden masaya birlik olmak için oturan fakat dağılarak kalkan sinema kuruluşlarının artık diyalog kurmaya başlaması ve karşılıklı empati yapmaya başlaması oldu. Bu empati aşağıdan yukarıya doğru (yani çalışanlar, yapımcılar, TV kanalları, çoğu uluslararası sermaye uzantılı reklâmcılar) yeterince ulaştırılamamış olsa da özellikle yapımcılar ve yayıncılar düzeyinde iki eğilim ortaya çıkardı.

Birinci ve olumsuz eğilim, sinema / TV çalışanlarının kamuoyunda alenileşen onca sorunlarına kulaklarını tıkayan veya gözlerini kapatan yapımcı / yayıncılar. Aralık ayından sonra bir – iki tane de olsa, maalesef 90 dakika diye başlayıp 110 – 120 dakikaya çıkan diziler oldu.

Bu yazımın asıl konusu ise ikinci ve olumlu eğilim… Çünkü yapımcıların çoğunluğu çalışanların sosyal güvenlik ve uzun çalışma saatleri (dolayısıyla dizi sürelerinin kısaltılması) tepkisi üstüne düşünmeye başladı. Bunun ilk belirtisi, yapımcıların bir kısmının çalışanlarını toplu olarak sigortalı yapması oldu. Bu olumlu gelişmenin giderek yayıldığı görülüyor…

Eylem için çok benimsenmiş olsa da, asıl sorun reklâm kuşaklarına bağlı olarak dizi sürelerinin uzaması değil, çalışma sürelerinin uzunluğu aslında. Gerekçesi ne olursa olsun, aslında uzun dizi yapmak çalışma sürelerinin uzaması zemininde ve giderek çarpık bir model haline geldi. Oysa herkes biliyor ki, bu ülkede yasal çalışma süresi haftalık 45 saattir. (Yani 5 tam gün 5 X 8 = 40 saat ve Cumartesi yarım gün 5 saat, toplam 45 saat) Sinema / TV çalışanları bu gerçeğin çok uzağına düştüğü için, bırakalım mesai almayı, yasal olarak ancak kendileri kabûl ederse, haftada ancak 6 saat mesai yapmaları gerektiğini de çoktan unuttu. Dolayısıyla bunun dışındaki her türlü uygulama yasa dışıdır. Bazı ülkelerde sinema için çalışma saatleri 10 – 12 saat olarak kabûl ediliyor. Ama mevcut yasalarımızla bunu yapmak da mümkün değil. 17. iş kolunda yer alan sinema / TV çalışanları işte bu yüzden özel yasa istiyor.

Konumuza dönersek… Sendika ve çalışanlar sorunlarını kamuoyu duyurmuş, bakanlıklar duyarlılaşmış, yayıncılara bağlı yapımcılar rahatsız olmuş, yayıncılar sorunları taca atmış olsa da, taşlar gerçekten yerinden oynadı. Sinema çalışanları kurum yönetimlerini sarsmaya, yayıncılar ve yapımcılar yasalara bakıp, “Biz ne yapıyoruz?” demeye başladılar. Başta TRT olmak üzere, bazı yayıncılar ve yapımcılar çalışma sürelerinin aşağı çekmeye başladılar bile. Bu eğilim sürüyor… Ama bu iyileştirmeler hâlâ eski sorunsalın onarımı ile ilgili ve pek de doğru değil…

Bu arada, gözden kaçan başka bir dinamik daha var. Çünkü taşlar yerinden oynayınca, düşünceler ve zihniyetler de değişmeye başladı. Kurulacak yeni sorunsalın bazı ipuçları da ortaya çıkmaya başladı. Bu da son haftalarda medyada görülen “Dizi sektörü 50 milyon dolar ihracat yaptı” haberi. Çünkü TV dizi sektörü, aslında ana geliri hâlâ iç piyasa olduğu halde, artık dış piyasayı da düşünmeye ve kendiliğinden gidişi ileri itecek, “Nasıl bir dizi üretmeliyiz?” demeye de başladı. Bunun açık kanıtı, son zamanlarda yapımcılarla görüşen senaryo yazarlarından artık “dış satışa uygun dizi” istenmeye başlanmış olması.

Bu arada herkes bildiğini diğerine de öğretmeye başladı. Senaryo yazarları eylemden önce, “90 değil 60 dakika yazalım”, diyorlardı. Birileri çıktı, 60 olmaz uluslararası standartlarda olsun, dedi. Bu yüzden eylem için, devletin imza atıp bir türlü uygulamaya koymadığı (AB standardı), her 60 dakikada 12 dakika reklâm ölçütü temel alındı. Bunun için de Amerika’nın yeniden keşfine gerek yoktu. Dizi sürelerinin, uzun veya kısa reklâm formatlarına göre, 45, 48, 52 veya 55 dakika olması gerektiği açıktı.

Fakat bir geçiş süreci yaşıyoruz ve reyting yarışı hâlâ sürüyor. Kafalar karışık ama yasalar çalışırsa 90 dakikalık diziler yapmaya devam etmek pek mümkün görünmüyor. Öte yandan, biz iç piyasada, sadece bize özgü bir çarpıklıkla 90 dakikalık diziler üretmeye devam etsek bile, aslında bu dizileri alan ülkelere de sorun çıkartıyoruz. Onları bu bölümleri ikiye bölüp, 45’şer dakikalık uluslararası formatlara uydurmaya çalışırken zor durumda kalıyorlar. Şimdi dizilerimiz ucuza gittiği için belki buna katlanıyorlar ama bizim de standart dışı bir ürün ürettiğimiz açık. Bu yüzden dizi sürelerine uluslararası standartlara yaklaştırma eğilimi başladı bile. Bu konuda, reyting yarışı dışındaki TRT’nin eli oldukça rahat. Yapımcılara “ilk bölümler 75, sonrakiler 65 ve 60 olsun” diyen TRT’ye verilecek öneri / cevap belliydi. Bu öneri, “İyi de 75, 65, 60 da hiçbir formata uymuyor, 55 olmalı” idi. Aklın yolu aynı mecraya girince alınan cevap da “Peki 55 olsun” oldu.

Yapımcılar kısa vadede olmasa bile uzun vadede bu gidişin daha akılcı bir çözüm olduğunu fark ediyor. Bu yüzden çalışanlar ve yapımcı kuruluşların temsilcileri de bir araya gelip, dışa yönelik formatları dikkate alan, yeni üretim modelleri üstüne çalışmaya başlamak üzereler…

Bu arada çalışanlar da sendika çevresinde örgütlenmeye başladı. Çoğu sendikalı ve deneyimli çalışanlar, birkaç sette set temsilciliği kurdu. Bir araya gelen çalışanlar örgütlenince daha disiplinli çalışmaya başladılar. Gördüler ki, aslında her gün birkaç saat da örgütsüz oldukları için fazla çalışıyorlarmış. Eskiden evlerine zor giden çalışanlar artık sendikaya da uğramaya başladı.

Çalışanlar ve yapımcıların bu yaklaşımına acaba yayıncı kuruluşlar ne diyecek? Kısa vadeli kazançları yüzünden bu yeni dinamikleri görmezden gelirlerse ne olacak? Eylem sırasında verilen demeçlere bakılırsa onlar hâlâ fildişi kulelerinde oturuyor. Anlaşılan o ki sorunların vahameti hâlâ kanalları yönetenlere kadar pek tırmanmadı. Az da olsa ihracata başlamaları da onlara artı puan kazandırıyor.

Kanal yöneticileri her türlü sorunu daha ne kadar taca veya yapımcıların sırtına yıkabilir? Sıra şimdi onların düşünmesine geldi. Yoksa bir sermayedar düşünün ki, başka bir fabrikasında çalışan işçiler günde 8 saat ama setinde çalışan sinemacılar 18 saat çalışıyor. O zaman sermayedar çağırıp o yöneticiye sormaz mı? Kardeşim benim bu iş yerimde neden bana yasa dışı iş yapılıyor, diye! Onların gerçekten şapkayı önlerine koymaları ve düşünmeleri gerek. Popüler sinema filmlerimize ortaklık öneren yabancı ortaklar gelmeye başladı bile. Ne malûm yarın dizi için gelmezlerse? O zaman ne diyecekler acaba sermayedarlarına?

Kabuk değişimi için kısa vadede ortaya çıkan olumlu ve somut veriler var elimizde. Ve yasalar, yasaları çalıştıracak olanlar ve üretici yapımcıların çoğu hazır aslında. Şimdi sorun, orta vadede, yani yaz başında, yeni başlayacak dizilerde, hep birlikte bir start verebilmek…

(Bu yazı, yazarı ve alındığı yayın yeri belirtilerek, dileyen herkes tarafında izinsiz olarak yayınlanabilir veya bir kısmı alıntılanabilir.)

(06 Şubat 2011)

Hüseyin Kuzu
Senarist / Öğr. Gör.
Sine – Sen Eğitim ve Araş. Dai. Bşk.