Karantinadakiler

Lütfi Akad’ın ünlü üçlemesinin ilk çekilen (üçleme sırasında “ikinci” olması gerekir) filmi olan Gelin için, bir yazarımız “Akad, yazamadığı romanları film olarak çekiyor” demişti. Tartışılabilir konudur ama gerçek payı vardır ve diğer iki filme (Düğün, Diyet) nazaran en “romansı” film de Gelin’dir. Sinema başlangıç günlerinden beri bir çok kez edebiyattan yararlanmıştır. Romandan uyarlamalar yanında zamanla özgün senaryolar da giderek daha kişilik bulmuştur. Sinemaya bir çok kaynaklık eden edebiyat gün gelmiş sinemadan etkilenerek örnekler vermiş, belli bir popülarite sonucu sinemaya yönelik -filmi çekilmeye hazır- romanlar yazılmıştır. Fakat unutmamak gerekir ki sinema ve roman zaman zaman beraber (veya paralel) yürüselerde ayrı dillere sahiptirler. Edebiyatın (romanın), yazıldığı dil’in olanaklarını kullanma ayrıcalığı vardır, sinema ise görselliği nedeni ile, bir dil’in olanakları ile sınırlı değildir. Edebiyat, sinemanın görsel üstünlüğünü, (detaylı) tasvirlerle kendince yeniden üretirse de, sinema edebiyatın anlatım olanaklarından olan zaman kiplerini ancak kullanmayı deneyebilir. Çağan Irmak, Karanlıktakiler’de Egemen ile Gülseren’in günlük yaşayışlarından kısa örnekleri tekrarlar halinde vererek, edebiyatta geniş zaman kullanılarak bir iki cümlede yapılacak anlatıma, daha fazla zaman ayırmak ve daha fazla uğraşmak zorunda kalıyor. Başlangıçta böylece roman dilini kullanmayı kullanıyorsa da, sonradan tekrarlanan anlatımları bırakarak, -romanda da kaçınılmaz olarak bu yöntem bırakılır- sinemasal anlatımına (şimdiki zaman) dönüyor.

Filmin açılışında, kapıyı çalan çocuklar pencereye çıkan Gülseren Hanıma yaptıkları işaret ile, filmde aklımıza takılan sorunun cevabını verirler, bilmeden. Yıllardır kapı dışarı çıkmayan, değişik, birikmiş, ne olduğu bilinmeyen korkuların, yıllardır -bir çoğunun uydurma olması muhtemel- üstü örtülmüş yalanların, yakıştırmaların dünyasında yaşayan Gülseren Hanım, oğlu Egemen’i de kendi dünyasında tutmaya çalışıyor. Eve, annesine bir çok kez itiraf etmesine rağmen, her gün bir yalanı yaşayarak, kravatını takıp, elde boş çanta ile işe gider Egemen. İş yeri ise, bambaşka bir dünyadır, evde peşinden gidilen (var mı?) değerlere göre. Dışarıya kapalı bir hayat yaşayan ana-oğulun, romanesk anlatımla başlayan yaşam anlatımları, şimdiki zamanda ilerleyerek (birbirlerine yaptıkları gaddarlıklarla birlikte) oğulun bambaşka sonuçlar için plânladığı, bir aile içi şölenle kamufle edilmiş sonuçlara ulaşmaz sonuçta. Plân yine altüst olur, yabancısı oldukları maddelerin -şarap/uyarıcı otlar- getirdiği nokta, yılların tüm kısıtlamalarını yerle bir eder. Tatlı yemeye gidilir.

Egemen’in (neden Egemen ismi? doğum biçimi/nedeni karşısında, bu isme nasıl karar verilmiştir) evdeki kısıtlı, kısıtlamalı yaşamı yanında, iş yerindeki renkli gibi görünen ne olduğu belirsiz, ne iş olursa yapmak durumunda olan -tam anlamı ile- “joker eleman” hali, işvereni Umay Hanımın özeline tanıklığı ile değiştirilmek istenirse bunun olanaksız olduğu çabuk anlaşılacaktır. Bu noktadan sonra, gece bekçisinin, dünyanın dertlerine sonu olmayan bir şekilde karşı çıkma yöntemi denenecek ve bu andan itibaren, Egemen ve Gülseren’in monoton yaşamları -Egemen’in plânı ile- değişecek, Gülseren’in durumu seyirci için açığa kavuşacaksa da, Egemen neler olduğunun farkına varamayacak, uyarıcının (ot’un) etkisi ile yılların monotonluğundan silkelenen ana-oğulun yaşamı, ipi bırakılmış bir balon gibi havaya gidecektir; ipi bırakılan balonların gidişi ancak bir yere kadardır ve dönüşü yoktur. Irmak, kahramanlarına “karanlıktakiler” demiş, ben “karantinadakiler” diyorum, hemde bile bile ve -özellikle- Gülseren, kendi isteği ile. Karantinaların çıkış yerleri “tatlıcı” mıdır?

Irmak ilginç bir yönetmen, sinemamızda bazı filmler kendilerine özel yerler edinirler. Irmak’ın bir önceki filmi Issız Adam da böyle filmlerden biridir ve sinemamızda şimdiden kendine -tüm değerlerin dışında- bir yer edinmiştir; maalesef görmüş değilim, ama Karanlıktakiler’den sonra -artık- görmek gerektiğini düşünüyorum. Benim görmemiş olmam ise filmin yerini her hangi bir şekilde etkilemez ve görmemiş olmam veya görmem bu yeri değiştirmez.

(06 Ekim 2009)

Orhan Ünser

Seyfi Teoman’ın Yeni Filmi Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in Çekimleri Başladı

Seyfi Teoman’ın ikinci, Bulut Film’in üçüncü uzun metrajlı filmi Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in çekimleri, 26 Eylül 2009 Cumartesi günü Ankara’da başladı. Filmin başrollerinde İlker Aksum, Fatih Al ve Güneş Sayın yer alırken bu üç isme Taner Birsel, Mehmet Ali Nuroğlu ve Cem Özeren eşlik ediyor. Barış Bıçakçı’nın aynı adlı romanından uyarlanan Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in senaryosunu Seyfi Teoman ve Barış Bıçakçı birlikte kaleme aldı. Almanya’dan UnaFilm (Titus Kreyenberg) ve Hollanda’dan Circe Films (Stienette Bosklopper) projede ortak yapımcı olarak yer alıyorlar. Filmin çekimlerinin yaklaşık beş hafta sürmesi plânlanıyor.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Seyfi Teoman fotoğrafları için tıklayınız.
  • Bu Filmde Herkese Başrol Var

    Bir sinema filminde başrole ne dersiniz? Hem de hayatınızın rolü… Filmde sadece siz varsınız… Kulağa hoş geliyor değil mi? Su katılmamış aptallar aranıyor, daha bol ne var ki? Sen, ben, hepimiz… Dünyanın sonuna az ya da çok katkıda bulunan bizler başroldeyiz.

    Küresel ısınma mı dediniz? Buzullar mı eriyor? Biz de çevreciyiz nihayetinde… Dikkat ediyoruz, meselâ ışıkları falan açık bırakmıyoruz, muslukları kapatıyoruz. İçim rahat, üzerime düşeni yaptım. Ama şu yel değirmenlerini kaldırın lütfen, manzaramı bozuyor…

    Yılmaz Erdoğan, Aptallık Çağı’nın ön gösteriminde yaptığı konuşmada çok akıllıca bir gönderme yaptı. Erdoğan, filmden önce Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nü açıp “aptal” sözcüğünün anlamına baktığını söyledi. Aptal’ın Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ndeki karşılığı; “zekâsı pek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak, alık salık” olarak veriliyor. Bunların içinde “ahmak” sözcüğüne dikkat çekiyor. Ahmak: “Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal…” Zekâsı gelişmemiş değiliz, hatta zekiyiz de, diyor ama bu ahmak olmamıza engel değil. Çevremde öyle çok ahmak var ki… Hem çok zeki ahmaklar…

    İngiliz belgesel film yönetmeni ve iklim değişikliği aktivisti Franny Armstrong’un yönettiği “Aptallık Çağı” dünyanın sonunun gelmesi için elinden geleni ardına koymayan insanlığın, bir nevi kendi zaman ayarlı bombasını nasıl yaptığını anlatıyor. Hâlâ şansı varken iklim değişikliğini durdurmak için hiçbir şey yapmayan insanlığın son zamanlarını 10’dan geriye doğru sayıyor.

    Çekimleri 3,5 yılda tamamlanan animasyon ağırlıklı, belgesel-kurmaca Aptallık Çağı, tıpkı Greenpeace gibi, hiçbir kurum ve kuruluşun yardımını kabûl etmiyor. Bu yüzden Aptallık Çağı tamamen bireysel çabalarla yapılmış bir bağımsız film.

    Sokağa Çık, Eylem Yap, Ses Çıkar

    Irak savaşının gerçek yüzü, Afrika’daki açlık ve sefalet, tüketim çılgınlığı, iklim değişikliği… Kısacası kapitalizmin yol açtığı tahribatlar filmde bir bir gözler önüne seriliyor ve bu illetten tez elden kurtulmak için birlikte harekete geçme mesajı veriliyor.

    Filmin en büyük derdi, aralık ayında Kopenhag’ta düzenlenecek BM İklim Zirvesi’nde acil önlemler alınmasını sağlamak. Tabii en başta hükümetleri dünyadaki sıcaklık oranını iki derece düşürerek sabitlemeleri ve gezegenimizi insanlar ve diğer canlılar için yaşanabilir hale getirmeleri için global emisyon düzeylerini azaltacak uluslararası bağlayıcı anlaşmalar yapmasını sağlamak geliyor.

    Bu konuda en büyük görev dünyanın duyarlı insanlarına düşüyor. Oturduğumuz yerden bizden önceki kuşaklara bizlere ne kadar berbat bir dünya bıraktıklarını söylemek anlamsız. Küresel ısınmaya karşı bilgi sahibi olmalı, neler yapabileceğimizi tartışmalı, insanların dikkatini çekmeliyiz. Sokağa çıkmaktan korkmamalı, direnmeli, eylem yapmalı, gürültü çıkartmalıyız…

    BKM ve Dell Türkiye katkılarıyla 09 Ekim’de BKM’de vizyona girecek filmi daha çok insanın izlemesini sağlamak herkesin boynunun borcu olmalı diye düşünüyorum. Tabii filmi izledikten sonra da kolları sıvamak gerekiyor. Filmle ilgili daha detaylı bilgiyi bültenden okuyabilirsiniz. Ayrıca www.ageofstupid.net ve www.greenpeace.org/turkey sitelerini ziyaret etmeyi unutmayın.

    Sona Adım Adım

    Emperyalizm dünyayı ve içindeki her şeyi fokur fokur kaynatırken biz omuz silkmeye devam ediyoruz. Kasırgalar, seller, hızla artan kanser ve daha bizleri bekleyen nice felâketler sonun sinyalleri… Birilerine dur demenin vakti geldi de geçiyor bile… Dünyanın sadece 50 yılının kaldığından söz ediliyor ve biz hâlâ umursamadan, hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Arkadaşım Zeynep Günay ile birlikte geçtiğimiz yıl Türkiye Yeşilleri’nin kurucu üyelerinden Gültekin Tetik ile konuyla ilgili uzun bir söyleyişi yapmıştık. Bir bölümünü tekrar burada paylaşmak istedik.

    Ormanda yürürken ağaçların arasında ormanı fark edememek gibi insanlar da yaşadığı evrenin farkında değil. Empati kuramıyor. Bindiği dalı kesiyor. Doğayla savaşmayı marifet sanıyor. Ağaçları kesiyor, denizi kirletiyor, hayvanları öldürüyor, havayı kirletiyor… Sadece kendisini düşünerek bencil davranıyor.

    Halbuki gezegen, insanlara öyle güzellikler bahşediyor ki bunları anlar ve barış içinde yaşarsak bu güzelliklerin de farkına varabiliriz… İnsan dışında var olan her şeyde simbiyotik bir denge var. Bütün yaşam zincirleme birbirine bağlı. Bu uyumu tek bozan; insan…

    İnsan doğaya aykırı bir varlık mı?

    Bir örnekle açıklamak gerekirse, şu an kullandığımız her cep telefonu 10 ağaca denk geliyor. Dünyadaki katalog ihtiyacı için bir ayda tam 8 milyon ağaç katlediliyor. Gezegendeki ağaçlar hızla yok oluyor. Ağaçlar karbondioksiti emiyor. Bize tertemiz bol oksijenli bir hayat vaad ediyor. Ağaçların yok edilmesi çölleşme ve hava kirliğini de beraberinde getirmeyi de unutmuyor.

    Buzullar da hızla eriyor. Buzulların erimesiyle ortaya çıkabilecek felâketler neler?

    Buzullar 2012 yılında çok ciddi bir şekilde erimiş olacak. Buzulların güneş ışığının yansıtıcı özelliğini ortadan kaldırdığını düşünürsek güneş ışınları direk deniz tarafından emilecek ve de suyun ısısı değişecek. Deniz suyunda oluşan değişim tuzluluk oranını etkileyecek. Akıntıların yönü ters dönmeye başlayacak. Dünyanın elektro-manyetik dengesi bozulacak. Kutupların da değişmesine neden olacak olan bu oluşum dünyanın patlamasına ve bütün yaşamın bitmesine neden olabilir.

    Dünyanın her yerinde yaşanan doğal afetlerin küresel ısınmayla bağlantısı var mı?

    Tabii ki… Şu anki sonuçları kasırgalar, fırtınalar şeklinde görünüyor. Geçen sene Japonya’da 10 tane kasırga olayı yaşandı. Bunların hiçbiri basına bildirilmedi. Yaşanan her şey bir felâkete dönüşüyor. Bu felâketler iklim bozukluklarını beraberinde getiriyor. Kar yağmıyor. Çok ciddi bir sorun. Kar yağışı; su için, mikropların kırılması için, bitkilerin tohumlanması için hayati öneme sahip.

    Kanser gittikçe yaygınlaşıyor. Çernobil’in verdiği zararlar görmezden geliniyor. Örneğin; Karadeniz’den gelen her şeyde radyasyon var. Çay, fındık, mısır vb. Devam eden bu süreç içinde hâlâ Türkiye’de nükleer santraller, termik santraller yapılmaya çalışılıyor. Bu hem kansere hem de küresel ısınmaya neden oluyor. Karbon kökenli enerji kaynakları; petrol, doğalgaz, otomobil, fosil yakıtlar… Ciddi anlamda küresel ısınmaya davetiye çıkarıyor.

    Japonya’da bahsettiğiniz kasırgalardan neden insanlar haberdar edilmiyor?

    İnsanların korkup, sivil toplum kuruşlarına yönelmelerinden korkuyorlar. Ben de Türkiye Yeşilleri’ne bağlı olmasam öğrenemezdim.

    Türkiye Yeşilleri’nden biraz bahseder misiniz?

    Türkiye Yeşilleri temel ilkeri; insan hakları, hayvan hakları, doğaya saygı, ekolojik bilgelik, çok renklilik, demokrasi, yerellik… Yeşillerle çalışmak için kuşkusuz bu düşüncelere sahip olmak gerek.

    Uygarlık ve teknoloji aslında insanlara ve doğaya yarardan çok zarar veriyor…

    Kızılderililer, ilkel komünal toplum yaşantısını -Abojinler gibi- başarıyla uygulamış doğayla uyum içinde yaşamasını çok iyi bilen varlıklar. Zaten onlara Amerikan yerlileri tanımı daha uygun… Onlar gibi düşünmeyi öğrenmek gerek. Aslında kendimizi uygar diye tanımlarken uygarlığın bir vahşete dönüştüğünün farkında değiliz. Her şey arsızca sömürülüyor. Bu sömürü geçici fayda getiriyor. Para kazanma, uygarlık inşa etme gibi… Bunları yaparken kendimizi öldürdüğümüzün farkında değiliz… “Son ağaç kesildiğinde, son ırmak kuruduğunda, son balık öldüğünde, insanlık paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak…” O zamanlar söylemiş Kızılderililer, ama biz uygar insanlar bunu hâlâ anlayamıyoruz.

    Kapitalizmin her daim daha çok paraya ihtiyacı var. Bu da insanları sürekli tüketmeye programlamaktan geçiyor…

    Evet, Kapitalizmin çok paraya ihtiyacı var. O yüzden bizi sürekli tüketmeye yöneltiyor. Gerek yapılan reklâmlar, gerek özendirici yaşam hikâyeleriyle insanlar oyalanıyor. Ne yazık ki para karın doyurmayacak ve bizim varlığımızı sağlamayacak. Yok olmamızı sağlayan bir kısır döngü kapitalizm… Paraya endeksli kâr amaçlı bir sistem olduğu için insanların yararı için değil tam tersine mevcut şirketlerin para kazanmasına yönelik. Bunun sonu yok. Çünkü dünyadaki kaynaklar sabit. Bu yüzden ben paranın gezegenden kalkması gerektiğine inanıyorum. Meselâ, bu binayı altınla doldurduğumuzu düşünelim. Dünyada da yeterince yiyecek kalmadığını… Bu altınları yiyebilir miyiz? Hayır. Altına bu değeri biz veriyoruz. Aslında hiçbir değeri yok. Yiyecek ve su gelecekte altından, uranyumdan çok daha değerli olacak, çünkü olmayacak. Ne yaparsanız yapın elde etmek mümkün olmayacak.

    Küresel ısınmayı durduramazsak bizi nasıl felâketler bekliyor?

    İnsanlığın şu anki nüfus artışına göre 100 yıl sonra insanların yaşam alanı, ayakta yan yana yer kalacak şekilde olacak. Temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için, kişi başına minimum 1,5 dönüm temiz toprak ve su gerekli. Bu hesap üzerinden ilerlersek, gezegenimiz üzerinde 50 yıl kadar bir ömür kaldı. Kadınlar yıkanamayacakları için saçını kesmek zorunda kalacak… Kimyasal, sentetik maddelerle temizlenip, kimyasal ve sentetik elbiseler giyecek. Çöp dağlar oluşacak. Su ve yiyecek yetmeyeceği için çölleşme başlayacak, iklim göçleri oluşacak, terör oluşacak, kaos oluşacak, deniz suyundan faydalanmak isteyen fabrikalar oluşacak ve deniz suyunda karbon olduğu için insanlarda ciddi sağlık sorunları oluşacak. Tatlı su bulamayacak insanlar! İnsan ömrü 30 yaşına kadar kısalacak, cilt ve deri kanserleri yayılacak.

    Bu kadar ciddi bir tehlikeyi insanlar neden görmezden geliyor?

    İnsanların aptal olduğunu düşünüyorum. Eisenstein ve Aziz Nesin’le hem fikirim bu konuda. İnsan psikolojisine baktığımızda çok büyük sorunlarla karşılaştığında insanlık başka şeyleri görmezden gelmeyi tercih ediyor. Devekuşu gibi başımızı kuma gömmeyi tercih ediyoruz. Polianna’cılık oynamanın kimseye faydası yok. Gelecek gelecektir. Kaçınılmaz olarak biz bunları yaşayacağız. O nedenle bir an önce yaşamak ve devamlılığımızı sağlamak için acil önlemler almamız gerek.

    Nasıl önlemler almalıyız?

    En kökten çözüm kapitalizmin ortadan kalkması… Para amaçlı yaşam ve üretim biçimlerinin yok etmek gerekiyor. Daha sonra temiz enerjilere yönelmemiz gerek. Rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, jeo-termal enerji, Bio-tüp enerji ki bunların hepsi Türkiye de mevcut. Fakat bunun ötesinde insanın mantık olarak hayat biçimini değiştirmesi gerek. Bizim yaşam anlayışımız kapitalizmin bize dayattığı tüketime yönelik. Yaşam anlayışımızı bir an önce değiştirip bu kadar tüketmekten vazgeçmemiz gerek. Bu kadar enerjiye ihtiyacımız yok. Ana fikir olarak insanların tüketim çılgınlığından kurtulması, yaşam alışkanlıklarını değiştirmesi, (bu kadar otomobile de gerek yok. Toplu taşıma araçları var, bisiklet var. Yürüme parkurları, bu kadar alışveriş ve alışveriş merkezleri) enerji tüketiminin azaltılması, mevcut enerji kaynaklarının da temiz enerjiye dönüşmesi gerekiyor.

    Merak Etmiyor musun?

    Cep telefonu çılgınlığının sonu nereye gidiyor?
    Cep telefonu güvenlik standartları yeterli midir?
    Cep telefonuyla konuşmak gerçekten hasta eder mi?
    Çocukların ceple konuşması ne kadar risklidir?
    3G teknolojisinin bilinmeyen tehlikeleri neler?
    Cep ve baz istasyonları doğal çevre ve hayvanlar için de zararlı mı?
    Cep telefonları dışında evimizdeki radyasyon yayan cihazlar hangileri?
    Kendimizi ve çocuklarımızı korumak için ne yapmalıyız?
    Elektromanyetik dalgalarla insan zihni kontrol edilebilir mi?
    Evimizin yakınındaki sağlığımızı tehdit eden baz istasyonlarını nasıl kaldırtabiliriz?

    İnsanların yoğun ama gözü kapalı olarak kullandığı ve hayatlarını kolaylaştırdıklarına inandığı her “şey”e karşı özel bir ilgisi olan Hayykitap, Prof Dr. Selim Şeker’in Cep Tehlikesi kitabını yayınladı. Teknolojinin karanlık yüzünü deşifre etmekten hoşlanan Hayykitap bu özel kitabı dünyanın gidişatından endişe eden herkese sunuyor. Sözüm 3G’nin getirdiklerini değil götürdüklerini merak edenlere… Türkiye’nin “anti-radyasyon amcası” olarak da tanınan Şeker 10 soru 10 cevap formatıyla insanlara gerçekleri gösteriyor.

    Herkese huzursuz seyirler, rahatsız okumalar…

    (08 Ekim 2009)

    Gizem Ertürk

    Çamura Bulandılar

    18 Aralık’da vizyona girecek olan yapımcılığını Bülent Korkmaz ve Cem Timurlenk’in, yönetmenliğini ise Şenol Sönmez’in üstlendiği Rina filminin başrol oyuncularından Paşhan Yılmazel ve Eray Türk, filmin bir sahnesinde oldukça zorlandılar. Gökçeada’da gerçekleştirilen çekimlerde 40 derece sıcağın altında bir gün boyunca çamurla kaplı olarak kamera karşısına geçen iki başarılı oyuncu, çamur banyosu çekimlerinin kariyerlerinde unutamayacakları anlara sahne olduğunu ifade ettiler.

    Filmekimi Biletleri 03 Ekim Cumartesi Günü Satışa Çıkıyor

    17 – 25 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek Filmekimi, Beyoğlu Emek Sineması’nın yanı sıra bu yıl 23, 24 ve 25 Ekim tarihlerinde Cinebonus Maçka G-Mall Sineması’nda da izleyiciyle buluşacak. Sinemaseverler, Filmekimi biletlerini 03 Ekim Cumartesi günü saat 10.30’dan itibaren;
    Biletix satış noktaları, Biletix çağrı merkezi (0216 556 98 00), Biletix internet sitesi (www.biletix.com) ve Emek Sineması gişelerinden alabilecekler.

  • Filmekimi hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Ölümcül Tuzak

    Kathryn Bigelow’un yönettiği ve Jeremy Renner, Anthony Mackie, Evangeline Lilly ile Ralph Fiennes’in oynadığı Ölümcül Tuzak (The Hurt Locker), 02 Ekim 2009’da Tiglon Film dağıtımıyla Tiglon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Film, muharebe sırasında bombaları etkisiz hale getirmekle görevli askerlerin yaşamından bir kesit sunuyor. Çavuş James yeni atandığı görevinde, yüksek eğitim almış bir grup askeri şiddet dolu bir çatışmaya gönderir. James adeta ölüme meydan okurca kaygısız davranmaktadır. Askerler yeni ve vahşete eğilimli önderlerini zaptetmeye çalışırken, şehirde kaos başlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirilerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ölümcül Tuzak yazısına devam et
  • Fassbinder’ın Katzelmacher’ı Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

    Ünlü Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder’ın Katzelmacher adlı filmi 02 Ekim, Cuma günü 19:00’da Alman Kültür Merkezi’nde Almanca, Türkçe altyazılı ve ücretsiz gösteriliyor. Fassbinder’in gençlik yıllarındaki ilk eserlerinden olan, film yönetmen için bir dönüm noktası oldu. Fassbinder’in kendi oyunundan uyarlayarak çektiği filmde uyuşmuş bir toplum anlatılıyor. Hanna Schygulla, Lilith Ungerer, Elga Sorbas ile Doris Matts’ın oynadığı film canı sıkılan bir grup gencin uyuşukluğunun Yunanlı bir yabancı işçinin ortaya çıkmasıyla kesintiye uğraması hikâye ediliyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Fassbinder’ın Katzelmacher’ı Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor yazısına devam et
  • İstanbul Modern Sinema’da Site Filmleri

    İstanbul Modern Sinema, Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığı’nın katkılarıyla ve Garanti Bankası’nın ana sponsorluğunda düzenlenen Site Sergisi’ne paralel olarak, 01 – 11 Ekim tarihleri arasında Site Filmleri isimli bir film programı sunuyor. Sarkis’in kendi sanatıyla ilişkilendirdiği filmlerden seçtiği bu programda, Sekiz Buçuk, Anna Magdalena Bach’ın Güncesi, Musa ve Harun, Narın Rengi, Buz, Stalker, Vaad Edilmiş Topraklar ile Zeki Demirkubuz’un Kader isimli filmleri yer alıyor. Kader, Kars’a uzanan bir aşk macerasıyla, kader kavramını sorguluyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Modern Sinema’da Site Filmleri yazısına devam et
  • Atilla Dorsay’ın “24 Tematik Film Kuşağı” Yorumları, Kırmızı Halı’da

    Kanal 24, Kırmızı Halı’da bu hafta 24 Tematik Film Kuşağı seçkisi üzerine sinema eleştirmenleri ve sinema dünyasından isimlerin yorumları yer alıyor. Programda bu hafta vizyona giren üç Türk filmi mercek altına alınıyor: Karanlıktakiler, Acı ve Kampüste Çıplak Ayaklar. Kırmızı Halı’nın bu haftaki ev sineması önerisi Rumba. 8. Filmekimi programına dair merak edilenler, Funny People filminin kamera arkası ve Kanal-İ-zasyon filminden ilk görüntüler ve sinema dünyasından en son haberler Kırmızı Halı’da. Merve Genç’in Sıdıka Göztok’la hazırladığı, Ediz Gülten’in yönettiği Kırmızı Halı, 01 Ekim Perşembe akşamı saat 20:00’de Kanal 24′te.

  • Basın Bülteni
  • UIP Filmcilik Filmleri

    Suretler (Surrogates), G-Force, Mavi Fil (The Blue Elephant), Soysuzlar Çetesi (Inglourious Basterds), G. I. Joe: Kobra’nın Yükselişi (G. I. Joe: The Rise of Cobra), Transformers: Yenilenlerin İntikamı (Transformers: Revenge of the Fallen), Teklif (The Proposal), Soldaki Son Ev (The Last House on the Left), 02 – 08 Ekim 2009 seansları için tıklayınız.

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu