Kız Kardeşim – Mommo’ya Ermenistan’dan Büyük Ödül

Atalay Taşdiken’in yönettiği, galasını takiben katıldığı sayısız ulusal ve uluslararası festivalden ödüllerle dönen ve Türk sinemasının son yıllardaki başarısını Latin Amerika ve Uzak Asya gibi coğrafyalara taşıyan Kız Kardeşim (Mommo), yankı uyandıran başarılarına yenilerini ekledi. Komşu ülke Ermenistan’da düzenlenen 5. Çocuk ve Gençlik Film Festivali’nde Büyük Ödülü kazanan Kız Kardeşim (Mommo), aynı zamanda UNICEF tarafından verilen “Çocuk Hakları Dalında En İyi Film” Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Ülkemizde, sinemaseverlerin merakla beklediği filmin DVD.si 28 Ekim Çarşamba günü seyirciyle buluşacak.

Türkiye Sinema Merkezi Başkanlığı’nın Kurulması Çalışmaları Sürüyor

Türkiye Sinema Merkezi Başkanlığı’nın kurulmasına dair kanun taslağı tamamlanmak üzere. Kuruluş ve varoluş amacı, AB üyelerinde örnekleri görülen, iyi işleyen özerk sinema enstitü ve merkezlerinin bir benzeri olacak Türkiye Sinema Kurumu’nun temelini atmak olan Türkiye Sinema Platformu bu amaçla bir kanun taslağı hazırlandı ve hükümete sundu. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hazırladığı farklı tasarının özerk olmayan bir yapı öngördüğü için sinema sektörü temsilcileri arasında ciddi bir tartışmanın yaşanıldığı öğrenildi.

Montpellier Film Festivali’nde Türk Rüzgârı

Bu yıl 31. yılını kutlayan Montpellier Akdeniz Film Festivali, 23 Ekim – 01 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Festival, Fransa’daki Türk Mevsimi kutlamaları çerçevesinde Türk sinemasına özel bir bölüm ayırıyor. Türk Sinemasında Rönesans başlığı altında Türk sinemasındaki yeni kuşağa ait filmler gösteriliyor ve paneller düzenleniyor. Bu kapsamda Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Tayfun Pirselimoğlu’nun filmleri de Festival programında yer alıyor. Festivale de davet edilen Tayfun Pirselimoğlu’nun kısa filmi Dayım ile uzun filmleri Hiçbiryerde ve Rıza bu kapsamda gösterilecek.

  • Basın Bülteni
  • Michael Jackson’s This Is It’in Dünya Galası Tüm Dünyada İnternet Üzerinden Canlı Yayınlanacak

    Michael Jackson’s This Is It’in dünya galası Los Angeles’ta gerçekleşirken, izleyiciler de internet üzerinden galayı canlı olarak izleyebilecekler. Los Angeles’ta Nokia Theatre’da, 27 Ekim Salı günü gerçekleşecek gala (L. A. saati ile 4:30 P.M.), Türkiye saati ile gece yarısından sonra 01:30’da başlayacak (27 Ekim’i 28 Ekim’e bağlayan gece). Filmin resmi sitesi www.ThisIsIt-Movie.com’dan da izlenebilecek olan yayın Türkiye’de www.ntvmsnbc.com tarafından canlı olarak yayınlanacak. Efsanevi yıldızın son provalarını içeren film Türkiye’de 29 Ekim Perşembe günü vizyona girecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • The Lee Strasberg Theater and Film Institute Eğitmeni Tom Badal, İstanbul’a Geliyor

    Actor’s Studio üyesi Al Pacino, Robert De Niro, Scarlett Johansson, Angelina Jolie, Uma Thurman gibi oyuncuların eğitim gördüğü The Lee Strasberg Theater and Film Institute eğitmeni Tom Badal, 13 – 15 Kasım 2009 tarihleri arasında Metod Oyunculuğu üzerine eğitim vermek için İstanbul’a geliyor. CVP İnteractive ve Sinematek Derneği işbirliği ile düzenlenen workshopta, rahatlama (relaxation), duygusal hafıza (emotional memory), kişisel objeler (personal objects) gibi teknikler öğretiliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • İki Dil Bir Bavul, Batman Yılmaz Güney Sineması’nda

    İki Dil Bir Bavul filmi 23 Ekim Cuma günü, Türkiye ile aynı anda Batman Belediyesi Yılmaz Güney Sinema Salonu’nda vizyona girdi. 29 Ekim Perşembe günü saat 19:00’da Yılmaz Güney Sineması, filmin yönetmenlerinden Özgür Doğan’ı bir söyleşi ile misafir edecek. Yönetmenliğini Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy’ün yaptığı İki Dil Bir Bavul, 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi İlk Film Ödülü”nün yanısıra Uluslararası Ortadoğu Film Festivali’nde En İyi Ortadoğu Belgeseli seçilerek Siyah İnci ödülüne lâyık görüldü.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Filmekimi Sona Erdi

    16 Ekim Cuma akşamı Emek Sineması’nda başlayan Filmekimi, sona erdi. Geçen yıllarda seyircilerin gösterdiği yoğun ilgi üzerine bu yıl 7 günden 9 güne uzatılan Filmekimi’nde ayrıca, Beyoğlu Emek Sineması’nın yanı sıra üç gün boyunca Cinebonus Maçka G-mall Sineması’nda da film gösterimleri yapıldı. Biletleri 30 Eylül’de satışa sunulan Filmekimi’ni 43.000’e yakın sinemasever izledi. Filmekimi’nin geçen yılki izleyici sayısı 33.500 olmuştu.

  • Basın Bülteni
  • Filmekimi hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 12. İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali

    Türkiye’de düzenlenen ilk belgesel film festivali olan 1001 Belgesel Film Festivali, 04 – 11 Aralık 2009 tarihleri arasında onikinci kez dünyanın er köşesinden öyküleri İstanbul izleyicisine taşıyacak. Festival açılışı 03 Aralık 2009 Perşembe akşamı Cemal Reşit Rey Salonu’nda gerçekleştirilecek. 20:30’da başlayacak olan açılışta festival yöneticileri ve festivale destek veren kurum ve kuruluşların temsilcileri birer konuşma yapacaklar. Açılış gecesi ayrıca çeşitli dillerde söylenen şarkılardan oluşan mini bir konser de düzenlenecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haberler ve yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    12. İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali yazısına devam et
  • Tolgahan Sayışman, Kız Tavlamak İçin Ustalardan Ders Aldı

    06 Kasım’da vizyona girecek olan Aşk Geliyorum Demez’in başrol oyuncularından Tolgahan Sayışman, filmde kız tavlama sanatını ustalardan öğrendi. Bir bölümü Mahmutpaşa’da bir handa geçen hikâyede Gözde’yi (Bergüzar Korel), tavlamak isteyen Ali’ye (Tolgahan Sayışman) han esnafı cansız manken üzerinde prova yaptırdı. Yılmaz Gruda, çocukluğu ellerinde geçen Ali’ye Gözde’yi tavlaması için cansız mankenle ders verdi. Ardından herkes kız tavlama oyunundaki incelikleri tecrübelerine dayanarak Ali’ye anlattı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Kara Köpekler Havlarken, İspanya’da

    23 – 31 Ekim tarihleri arasında düzenlenen 54. Seminici – Valladoid Film Festivali’nde yarışacak olan Kara Köpekler Havlarken’in yönetmenleri Mehmet Bahadır Er ve Maryna Gorbach, İspanya’ya davet edildi. Festivalde, Angelopulos, Sam Mendes, Ken Loach ve Soderberg gibi önemli yönetmenlerin son filmleri de yarışıyor. Film, seyirciyi içine çeken dinamik yapısı ve başarılı oyunculukları ile beğeni toplamaya devam ediyor. Filmin oyuncularından Volga Sorgu, 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ödülle dönmüştü.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Yayınları

    Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeni eklenenler:
    Sinema Söyleşileri 2014,
    Hisar Kısa Film Seçkisi ’11,
    Hisar Kısa Film Seçkisi ’09,
    Sinema Söyleşileri 2008,
    Sinema Söyleşileri 2007,
    Sinema Söyleşileri 2006,
    Sinema Söyleşileri 2005,
    Sinema Söyleşileri 2004,
    Sinema Söyleşileri 2002.

    Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Yayınları yazısına devam et

    Dadaş Film Festivali’nden Acı’ya İki Ödül Birden

    Bu yıl Erzurum’da dördüncüsü düzenlenen Dadaş Film Festivali’nde Cemal Şan’ın yönettiği ve senaryosunu yazdığı Acı, En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu Ödülü aldı. Filmin başrol oyuncusu Nesrin Cavadzade geçen yıl da yine Cemal Şan’ın yönettiği Dilber’in Sekiz Günü ile En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü almıştı. Başrollerini Erol Demiröz ve Nesrin Cavadzade’nin paylaştığı Acı, insanca yaşamak için insanca olmayan herşeye hayır demek gerektiğini anlatan bir hikâye.

    Uygar Asan’ın Yönettiği Düğüm, Yeni Delhi’de Yarışacak

    Hindistan’da 24 – 30 Ekim 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilen 11. Osian’s – Cinefan Film Festivali’nin yarışmalı bölümünde Türkiye’yi Uygar Asan’ın yönettiği Düğüm ve Orada isimli filmleriyle Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu temsil edecek. Düğüm filmi Kış Bahçesi ve Kabuk adlı çalışmalardan sonra Uygar Asan’ın üçüncü dijital filmi. Kış Bahçesi, Türkiye’de dijital çekilip dijital gösterime giren ilk uzun metraj film çalışması olmuştu, Kabuk ise bir hayli ilgi gördü.

    İki Dil Bir Travma

    Bir ülke düşünün ki; zenginlik ve fakirlik en uç noktasında yaşansın… O ülkede yaşayan iki kardeş halk birbirinin dilinden hiç mi hiç anlamasın… Aynı ülkede yaşayan insanların bir kısmı, kendi vatanlarında üvey evlât muamelesi görsün. Ülkedeki şanslı (!) çocuklar özel servislerle, artık çoğu bilgisayarlı sıcak okullarına giderken, bir diğer şanssız (!) kısmı yamalı papuçlarıyla karda-kışta yürüsünler, camı-kapısı kırık derme çatma okullarda okumaya çalışsınlar. Yaşıtları matematiği, feni öğrenirken, onlar Türkçe’yi öğrenmeye çalışsınlar. Yani daha en baştan hayata yenik başlasınlar… Ve bir film düşünün ki, tüm bu trajik tabloyu öyle insani, öyle naif bir şekilde anlatsın ki biz filmi gülümseyerek izleyelim. İki Dil Bir Bavul’un yönetmenlerinden Orhan Eskiköy’e kulak kesiliyoruz…

    Öncelikle tebrik ederim. İki Dil Bir Bavul’un hak ettiği ilgiyi gördüğünü düşünüyorum. Hemen her yayın organında röportajlarınızı, her gazete, dergi sayfasında filminiz üzerine yazılmış yazıları görüyoruz. Geçtiğimiz yıl Sonbahar filminde görmüştük bu tabloyu… Böyle yoğun bir ilgili bekliyor muydunuz?

    Bu yoğun ilgiyi beklemiyorduk. Gündemin de etkisi oldu. Filmden malzeme çıkarmaya çalışanlarla, filmin gerçek duygusunu anlayanlar birbirine karıştı. Gerçi biz, kimin hangi niyetle film hakkında yazdığını biliyoruz. Ancak filmin ısrarla “Kürt Açılımı” ile anılıyor olması rahatsız edici… Açılımın ne olduğunu bile bilmiyoruz daha. Bir yandan da medya insanları provoke ediyor. Bizim filmimizin de bu bağlamda anılması çok üzücü…

    Kürt Açılımı ile anılmasının yanında bir de filminizi Nefes filmi ile kıyaslayanlar da oldu…

    Akşam Gazetesi’nden bir magazinci, Nefes filmi ile bizi kıyasladı… Bizim filmi bir de Kürt açılımı tarafına koyuyor; sonra da filmin gişe sayılarına bakıp açılımcıların filmi izlenmedi diyor. Şimdi bu ahlâksızlıkla başa çıkmak o kadar zor ki… Filmimiz 22 kopya ile çıktı. Nefes 630 salonda girdi. Şimdi kıyas kaldıracak mı bu? Bu gazeteyi alan 100 bin kişi var. Okuyanlar ne düşündüler kim bilir? Medya ve devlet elele insanları kamplaştırıyor. İki Dil Bir Bavul’un meselesi çok açık. Seyircinin ilgisi de giderek artıyor. Bu da bizi mutlu ediyor.

    Peki siz ne düşünüyorsunuz, ne anlıyorsunuz “açılım”dan?

    Beni umutsuz yapan şu açılım lâfı… Nereye kime açılıyoruz? Devlet, çözmesi gereken bir sorun hakkında insanların arasındaki uçurumu iyice açtı. Şimdi özellikle Türkler, Kürtlere ayrıcalıklar verileceğini düşünerek daha da sertleşti. Oysaki isyan eden bir halkın diğer halklarla eşit hale gelip gelmeyeceği sorun… İki Dil Bir Bavul da bunun için yapıldı. Eğitim en temel hak. Bir Türk 4 ayda okuma yazma öğreniyor bir Kürt belki 2 senede. Çünkü önce Türkçe öğrenmesi gerekli… Sonra o çocuklar eğitim alamadıkları için hayatlarını yönetemiyorlar. Sonra adalet duyguları sarsıldığı için isyan ediyorlar. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Şu televizyonların, gazetelerin dediklerine bu kadar inanmasak daha iyi anlayacağız birbirimizi. Yönetiyorlar bizi. Biz yönetmiyoruz yani. Çözümü isteyenler çok sayıda ama istemeyenlerin sesi daha gür çıkıyor.

    Özgür Doğan ile birlikte yaptığınız kısa filmler var… Ancak insanlar sizi İki Dil Bir Bavul ile tanıdı… Film kurmaca değil de belgesel olarak gösterilseydi sanıyorum durum daha farklı olabilirdi…

    Özgür ile birlikte kısa filmler yaptık. Bu filmler ödül alsalar, önemli festivallerde gösterilmiş olsalar da fark edilmediler. İki Dil Bir Bavul da belgesel olarak anılmaya devam etseydi yine fark edilmeycekti. Altın Koza’da kurmaca filmlerle yarışması filmin de bizim de fark edilmemizi sağladı. Belgesel sinema bilinmiyor ülkemizde. Belgesel hakkında çok önyargı var.

    Bir söyleşinizde, bir sonraki projenizde filme daha müdahaleci olacağınızı söylemiştiniz… Bu, kurmaca yönü ağır basan bir film yapacağınız anlamına mı geliyor?

    Nuri Bilge Ceylan’la filmin nasıl hayata geçtiğini konuşurken filmi çektiğimiz köyün hayal ettiğimiz gibi bir köy olmadığını söyledim. Yani öğretmen hayal ettiğimiz olmasını istediğimiz gibi biriydi ama yazdığımız senaryodaki bir dağ köyüydü. O da bana şu cevabı verdi: “Hayal ettiğin şeyin olmasını istiyorsan kurmaca film yapmak zorundasın” Dolayısıyla müdahale gerektiren durumlar olduğunda bunu yapmak gerektiğini düşünüyorum artık.

    İki Dil Bir Bavul’un bitiş tarihi ile vizyonu arasında oldukça zaman var. O zaman dilimi içinde neler yaptınız?

    2008 yılında ilk gösterimi Amsterdam’da yapıldı. Sonra Türkiye için girişimlerimiz oldu. Bu arada yeni bir proje geliştirdik. Ama zamanımızın çoğunu İki Dil Bir Bavul almaya devam etti.

    Benzer bir konuyu yıllar önce, Hakkari’de Bir Mevsim ismiyle Erden Kıral çekmişti. Hakkari’ye sürgün edilmiş bir öğretmenin başından geçenleri anlatan film, 5 yıl boyunca yasaklı kalmıştı…

    Filmi biliyorum. Ancak sansür nedeniyle o filmde Kürtçe hiç yoktur. Kürtçe konuşulsa filmi belki bu günlerde ancak izleyebilirdik. Bizim en büyük hatamız da bu yok saymalar ve yasaklar… Bir devlet düşünelim ki vatandaşını yok sayıyor. Farklılıkları yok etmeye çalışıyor.

    Neden apolitik bir öğretmen seçtiniz?

    Filmdeki hiçbir karakterin politika ile ilgisi yok. Ülkemizdeki çoğunluğun da politika ile ilgisi yok. İnsanlar kendi geleceklerin belirlemek için sadece sandığa gidiyor. Devlet ne derse onu yapıyor. (Çoğunluktan bahsediyorum.) Bu köydeki tüm sorunlar aslında memleketin her yerinde olan şeyler. Hikâyenin özelinde duran Kürt sorunu ülke sorunu aslında. Birbirimizle ilgili önyargılarımız var. Onları sürekli sivriltiyoruz. Bu yüzden sorunun varlığından doğrudan etkilenen ama çözümle ilgisinin olduğunu bilmeyen karakterler var filmde aynı Türkiye’deki çoğunluk gibi.

    Zülküf diğerler çocuklardan biraz farklıydı. Hepsini çok sevdik ama Zülküf’ü daha farklı bir yere koyduk… Sizin Zülküf ile ilgili düşünceleriniz neler?

    Zülküf’ün hayatında hiç Türkçe kelime yoktu. Dolayısıyla öğretmenini en az anlayan kişiydi. İkinci dilin travmasını da en çok o yaşadı sınıfta… Kendi dilini bilmeyen bir yabancıyla geçirdiği zamanın yükünü en çok o çekti ve Türkçeyi de öğrenemedi bir yılda. 3 Kelime biliyordu en son “evet”, “hayır”, “tamam”. Emre nasıl Kürtçe birkaç kelime öğrendiyse Zülküf de öyle yaptı. Bu travmayı yaşatmaya hakkımız yok bu çocuklara da öğretmene de…

    Söyleşi öncesinde Hıncal Uluç’un Altın Portakal için yazdığı “Utanç Festivali Bitti” yazısını gördüm. Ardından Yeni Şafak Gazetesi Sinema Editörü Ali Murat Güven’in aynı konulu yazısını okudum. Güven de Uluç gibi, giysi konusunu ele alarak ve Yılmaz Güney’in ödül alırken giydiği smokinli fotoğrafları hatırlatarak “Hanginiz Yılmaz Güney’den Daha Muhalif ve Radikalsiniz Allah Aşkına” başlıklı bir yazı yazmıştı. Smokinler ve tuvaletler bir festivale verdiğiniz değerin göstergesi midir?

    Bu toplumdan bir beklentim var: Hıncal Uluç gibileri “Kör kuyularda merdivensiz bıraksın” Bir aşk şarkısının sözlerini kullandığım için çok mutsuzum Hıncal Uluç’la ilgili konuşurken… Ama onunla ilgili kurduğum hayali bir tek bu sözler anlatıyor.

    (02 Kasım 2009)

    Gizem Ertürk

    Hürriyet’in ‘Sinema Yazarlığı’ Mesleğini İki Paralık Eden Haberi

    “Yeni sezonun en iyi 10 filmi”…

    Hürriyet’in 24 Ekim Cumartesi tarihli hafta sonu ekinde, sayfayı boydan boya kaplayan bu başlığı görünce, bir gazeteci ve sinema yazarı olarak önce gözlerime inanamadım.

    Sonra da böylesine zavallı bir manşeti atanlar adına mesleğimden utanç duydum.

    “Büyük gazete” olma iddiası, yalnızca ön sayfalara atlatma haberler koyarak değil, aynı zamanda “spor”dan “sinema”ya, “günün manşeti”nden “hafta sonu ekleri”ne kadar kadar her alanda fark yaratacak bir titizliği sergilemekle hak edilebilir ancak…

    “Türkiye’nin en büyük gazetesi” olma iddiasını yıllardır hiç kimseye bırakmayan Hürriyet ise “sıcak haber”i önceleyip başta sinema olmak üzere diğer her türlü konu başlığını “tükürükle-yapıştır” modelinde sunmayı sürdürürken, böylesine ağır bir unvanı lâyıkıyla taşımakta da zorluk çekiyor.

    Adına ve adının taşıdığı ağırlığa tamamen tezat bir yaklaşımla, Türk basının en yüzeysel sinema sayfalarına sahip olan bu gazete, yalnızca film eleştirileriyle değil, yaptığı ucube sinema haberciliğiyle de mesleğimiz adına kalbimize acı veren potlar kırmayı sürdürmekte…

    Anılan yayın organının bazı yazarlarının Türkiye’de geçerli olan sinema hukukunu bilip bilmeden köşe yazılarında kestikleri bazı ahkâmları, geçtiğimiz aylarda bu sütunlarda bilginize sunmuştum. Aynı şekilde, “Türk trash cinema geleneği” üzerine Yeni Şafak’ta 2003 yılında yaptığım tam sayfa bir haberi (hiç bir kaynak belirtmeksizin) neredeyse yüzde 50 oranında ortak cümlelerle kendi haberi gibi yayımlayan kimi uyanık editörlere de bu konudaki hatırlatıcı mesajlarımı iletmiş durumdayım ki sizlerin böylesi sevimsiz gelişmelerden (meslektaşlık raconu nedeniyle) haberiniz bile olmadı. Ancak, benzer durumların ara ara gerçekleştiğini bilmenizde de yarar var.

    Yanda kupürünü gördüğünüz haber ise Hürriyet’in sinema alanında -benim yakalayabildiğim- en son habercilik faciası…

    Düşünün ki bazıları 2009’un son aylarına, büyükçe bir bölümü de 2010 yılının ilkbaharına yetiştirilmeye çalışılan bir grup yerli ve yabancı filmden söz ediliyor. Bunların da yarısından fazlası henüz kurgu masasında! Yani, ortada bir bütün olarak izlenebilecek ve rakipleriyle kıyaslanarak haklarında sağlıklı yargılara varılabilecek “tamamlanmış eser”ler falan yok. Eldeki bütün veri, kitlesel merakı artırmak için yapımcıların önceden hazırlattıkları bir kaç tanıtıcı fragman ve medyaya dağıtılan bir avuç lobi fotoğrafı…

    Bu absürd habere “âlet edilen” deneyimli sinema yazarlarının hiç birinin böylesine saçma bir başlığın mezesi olacaklarını önceden bildiklerini sanmıyorum. Onlara muhtemelen “Yeni sezonda merakla beklediğiniz filmler hangileri?” gibi yuvarlak bir soru soruldu; meslektaşlarımız da elde ettikleri sınırlı bilgiler, aldıkları duyumlar ve izledikleri fragmanlardan hareketle bazı filmlerin adlarını alt alta sıraladılar.

    Haberin çerçevesi yalnızca bu olsa, benim de yapılan açıklamalara hiç bir itirazım olmazdı. Dahası, biri bana telefon açıp “Önümüzdeki sezonda, nasıl bir şey olacağını merak ettiğin filmler var mı?” dese, pek muhtemeldir ki ben de “James Cameron’un ‘Avatar’ını öncü bir teknolojik deneme olarak merakla bekliyorum” gibi bir cümle sarf ederdim. Fakat, aklı başında bir sinema yazarı olarak hiç kimseye -henüz bir ay önce başlayan ve önümüzdeki yaz aylarına kadar sürecek olan- yeni sinema sezonunun “bana göre en iyi 10 filmi”ni falan sıralamaya kalkıp, kendimi de mesleğimi de küçük düşürmezdim doğrusu…

    Bu nasıl bir sinema haberciliği, nasıl bir sinema yazarlığıdır ki Cem Yılmaz’ın henüz yalnızca 3-5 kare lobi fotoğrafı ve bolca dedikodudan ibaret olan “Yahşi Batı”sını daha şimdiden “2009-2010 döneminin en iyi 10 filmi” arasında ilan edebiliyor?

    Yarısından fazlası hâlâ kurgu aşamasında bulunan ya da en fazla bir-iki festivaldeki çok sınırlı özel gösterimler çerçevesinde izleyici huzuruna çıkmış bazı yapımları (henüz hiç biri ticarî gösterime sunulmamış ve kalitelerinin ne düzeyde olduğu bilinmeyen diğer düzinelerce rakibinin karşısında) “sezonun en iyisi” olarak tanıtabiliyor?

    Hep söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim: Bu iş “solcu” olmakla olmuyor, “Boğaziçili” olmakla olmuyor, “SİYAD üyesi” olmakla olmuyor, “doğal sarışın” olmakla ise hiç olmuyor. Sinema, eline her kalem alanın üzerinde pervasızca kalem oynatabileceği kadar hafifmeşrep ya da başıboş bir alan değil…

    İşini sevmek, saymak, onun hakkında çok okuyup araştırmak ve de deliler gibi emek vermek gerekiyor. Tabiî, bir de hakkaniyet duygusuna sahip olmak şart…

    Türkiye’nin en büyük gazetesi Hürriyet’in “pop sinema” haberciliğinde ise bu gibi özniteliklerden eser yok.

    Sinemayla yakın ilişkisini bu konuda yazdığı yazılarla sık sık ortaya koyan Ertuğrul Özkök, bence arada sırada başını ana sayfalardan kaldırıp gazetesinin eklerine de dikkatlice bir göz atmalı…

    Aynı şekilde, câmiâmızın -zülf-ü yâre dokunan nahoş bir durum olduğunda ânında açıklama yapmasıyla tanıdığımız- pek saygın üstçatı kurumu SİYAD da sinema haberlerinde bu gibi sakat başlıklar atıldığında (haberin içeriğinde kendi üyelerinin yer almasından kaynaklanan) rahatsız edici bir suskunluğu tercih etmek yerine, mesleğimizin onurunu korumak adına hemen harekete geçerek, “İyi eğitimli ve sorumluluk sahibi bir sinema yazarı, sezonun en başında ‘sezonun en iyi 10 filmi’ gibi anlamsız bir listeleme çabasına katkıda bulunmaz. Böyle bir girişim, hem akla ve mantığa, hem de sinema yazarlığı etiğine aykırıdır. Üyelerimiz, söz konusu örnekte, içeriğini tam olarak anlayamadıkları yanlış bir haber âlet edilmiştir” tarzında net bir açıklama yapmak zorundadır.

    Ancak, derneğimiz aradan geçen bir haftalık süre zarfında henüz böyle bir açıklama yapmadı ne yazık ki… O yüzden, ben en azından kendimi ve benim gibi düşünen ahlâklı sinema yazarlarının şeref ve haysiyetini korumak adına bu açıklamayı yapıyorum:

    “Normal sinema yazarları, ‘sezonun en iyi 10 filmi’ gibi sübjektif listelere katkılarını yalnızca sinema sezonunun sonlarına ulaşıldığında yaparlar. Henüz sezonun başındayken bazı filmleri peşinen ‘en iyi’ ilan etmek, hem mesleğin doğasına, hem de sinema yazarlığının namusuna aykırıdır. Bu tür bir tutum, kimi yerli ve yabancı filmler karşısında tarafsızlığımızı yitirip, anılan eserlerin ticarî başarısına örtülü destek verme anlamında düpedüz ‘taraf olmamız’ sonucunu doğurur ki böylesi bir ‘yarı tüccar-yarı sinema yazarı’ kimliğine bürünmekten Allah’a sığınırım.”

    (01 Kasım 2009)

    Ali Murat Güven
    Yeni Şafak Gazetesi Sinema Yazarı

    [email protected]

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu