Walt Disney Pictures ve Jerry Bruckheimer Films, Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde ile tekrar karşımızda. 19 Mayıs’ta ülkemizde gösterime girdiği gün 115.515 kişi tarafından izlenen ve 1.418.370 TL’lik hasılat elde eden film, Türkiye’de tüm zamanların en iyi ilk gün açılışını yapan yabancı film oldu. Filmi, gösterime girdiği günü takip eden haftasonunda ise 224.565 kişi izledi. Böylece haftasonu 2.762.329 TL’lik hasılat elde eden film ayrıca ülkemizde 2011 yılının en iyi açılış yapan yabancı filmi de oldu ve 19 – 22 Mayıs tarihlerinde arasında toplam 340.080 kişi ve 4.180.699 hasılata ulaştı.
Suçluluk ve Vicdanın Cehenneminde
Devlerin Günahı (There Be Dragons)
Yönetmen-Senaryo: Roland Joffé
Müzik: Stephen Warbeck
Kurgu: Richard Nord
Görüntü: Gabriel Beristain
Oyuncular: Charlie Cox (Josemaria), West Bentley (Manolo), Olga Kurylenko (Ildiko), Dougrey Scott (Robert), Rodrigo Santoro (Oriol) Geraldine Chaplin (Abileyza)
Yapım: Samuel Goldwyn-Mount Santa Fe-Antena 3 (2011)
İngiliz yönetmen Roland Joffé’nin “Devlerin Günahı”, iç savaşı öne çıkartarak, Manolo ve Josemaria’nın hayatlarının peşine takılıyor kamerasıyla.
Londra’da 1945 yılında doğan İngiliz yönetmen Roland Joffé, 1985’te üç Oscar kazanan 1984 yapımı “The Killing Fields – Ölüm Tarlaları” filmiyle hatırlanıyor. Bu insanı sarsan filmde yönetmen, Kamboçya’da Kızıl Kmerler’in vahşetini beyazperdeye yansıttı. Bu film kadar etkileyici 1986 yapımı “The Mission – Görev”de, Cizvit rahiplerinin, 1750’lerde Güney Amerika’daki Guarani kızılderililerini Katolik yapmak için çabalarını anlatırken, yerlilerin kıyımını da yansıtıyordu. Joffé, 1995’te yine din uğruna şiddeti anlattığı “The Scarlet Letter – Kırmızı Leke” filminde, 1667’de Massachussets’e yerleşmiş Prüten kolonilerin radikal dini bakışını yansıttı. Filmde, kocasını bekleyen bir genç kadın, rahiple kısa bir ilişkiye girer. Kadın hamile ve bebeğin kimden olduğunu bilmiyor. Kasaba halkı kadını dışlar ve kırmızı “A” damgasını ona yapıştırırlar. Joffé, hem Katolikliğin ve Protestanlığın radikalizmlerine hem de komünizmi kendilerine göre yorumlayıp katliamlar yapan politik sapıklara da sert eleştiriler getirdi filmlerinde. 2011 yapımı “There Be Dragons – Devlerin Günahı” filminde, Katolikliğin dinin katılığına, burjuvaların faşizme evrilmelerine ve vicdan azapları üzerinde duruyor. Filmde sadeca İspanya’nın iç savaşı yok. Filmde iç savaş öncesi ve günümüz de yansıyor. “Görev” filmi kadar sarsıcı olmasa da, “Devlerin Günahı” yine de insanı vicdan tarafıyla sallıyor.
Geçmişe vicdani yolculuk…
Film, Aziz Josemaria’nın 1975’te Vatikan’daki ölümüyle başlıyor. İspanyol gazeteci Robert, iç savaştan önce kurulmuş “Opus Dei” ve kurucusu Aziz Josemaria’yı araştırıyor. Rahip Josemaria, Robert’in babası yaşlı Manolo’nun en en iyi arkadaşı. Manolo, teybe Josemaria ve başka hatıraları kaydederek, geçmişteki suçluluk duygusu ve vicdan azabından arınmak istiyor sanki. Film, günümüzden, geçmişten, iç savaştan anları iç içe geçirerek yansıtıyor. Manolo, 1910’lu yılların başlarını hatırlıyor. Josemaria’nın babasının çikolata dükkânı var ve iflâs ediyor. Manolo’nun babası, “yoksulluk bulaşıcıdır” diyerek, Manolo’yu en yakın arkadaşı Josemaria’dan uzaklaştırıyor. Babası öldükten sonra Josemaria rahip oluyor. 1928’de gizli örgütlenmesini “Opus Dei” örgütünü kuran Josemaria, İspanya İç Savaşı yıllarında, komünist cumhuriyetçilerin saldırılarından korunmak için sürekli kaçıyor. Filmde, birkaç hikâye de öne çıkıyor. Manolo, babasının zenginliğiyle bir burjuva ve siyasi olarak da sağa yakın biri. İç savaşta, casus olarak Cumhuriyetçilerin arasına sızıyor ve trajediler yaşatıyor.
Cumhuriyetçilere katılan Macar kızı Ildiko, komutan Oriol’a ilgi gösterirken, Manolo’ya karşı en başından beri öfkeli davranıyor. Manolo’nun suçluluk ve vicdan azabının derininde kıskançlık mı yatıyor? Belki de en büyük cehennem bu. Savaşta dramlar, ihanetler ve trajediler sürerken, Manolo, kaçan rahip Josemaria’nın peşine düşüyor. Fransa sınırında, etkileyici Pyrenees Dağları’nda, Josemaria’yı öldürmek için fırsat yakalasa da yaşamasına izin veriyor Manolo. Elbette hastanedeki final bölümün de Robert için bir yüzleşme anıydı. Suçluluk ve vicdan azabı çeken baba bildiği Manolo, gözlerini hayata kapatırken, yeni gerçekler Robert’in hayatına ne katacaktır? Yoksa yeni suçluluk duyguları mı? Belki de her şey daha iyi olacaktır.
Gizli tarikatı kurdu…
Rahip Josemaria Escriva de Balaguery Albas (1902 – 1975) tarafından 1928’de kurulan “Opus Dei”, yani “Tanrı’nın İşi”, sıradan hayatı takdis eden, anti komünist ve laik Katolik gizli bir örgüt. Vatikan, İspanya’da kurulan bu gizli örgüte tam destek vermiş. Bu örgüt, Katolik inanca sahip iş sahibi zengin, iyi eğitim görmüş elit tabakaları bir araya getiriyor. Bu örgüt, Protestanlar gibi dünyevi işlerle ilgileniyorlar. Bugün dünyanın pek çok yerinde okulları var bu örgütün. Ahtapot gibi birçok kolu olan bu örgüte “Actobus Dei-Tanrı’nın Ahtapotu” diyenler de var. Avrupa’da kimi toplumbilimcilere göre de, terörizmle mücadele eder gibi mücadele edilmesi gereken aşırı sağcı bir örgüt bu. Vatikan, ölümünden sonra Josemaria’yı azizliğe yükseltti. Ron Howard’ın Don Brown’ın aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı 2006 yapımı “The Da Vinci Code – Da Vinci Şifresi” filminde bu “Opus Dei” gizli örgüt yansıyordu perdeye. Yönetmen Joffé, Josemaria ve kurduğu gizli tarikat hakkında derinlikli yansıma vermiyor, hatta ona karşı biraz daha sıcak yaklaşmış gibi sanki. Daha insani ve vicdani olarak. Yönetmen, filmin estetiğini de değişik dönemlerde farklı kullanmamış. Filmin renk tonları, bütün dönemlerde aynı yansırken, kamera çerçeveleri ve hareketleri de dönemlere göre fark etmiyordu. Işıklar sadece filmin giriş sahnesinde, yaşlı Josemaria’nın öldüğü anda biraz daha yumuşak yansıyordu perdeye. Mekânlara düşen ışıklar genelde sert ve renk tonlarındaki kontrastlar öne çıkmış. Meksikalı kameraman Gabriel Beristain, öncelikle savaş anlarında “dolly”ye takılı kamerayla çarpışma anlarının tüm ayrıntılarını yansıtmak için çabalamış. Ama, bu dolaşıp duran kamera insanı yoruyor da. İngiliz besteci Stephen Warbeck’in fonda duyulan müzikleri bazı anlarda ilahi bir senfoni gibi. Filmin orijinal adı “Burada Ejderha Ol” anlamına geliyor. Bu, suçluluğu ve nefreti ifade ediyor genellikle.
(31 Mayıs 2011)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com
Entelköy – Efeköy Çevreye, Çevreciler de Entelköy – Efeköy’e Sahip Çıktı
Senarist ve yönetmenliğini Yüksel Aksu’nun üstlendiği, Milas’ın Pınarcık Köyü’nde çekimleri devam eden Entelköy – Efeköy film setinin konukları, bölgede doğayı korumak amaçlı çalışan sivil toplum kuruluşlarıydı! Filmde, Entelköy’e yerleşen ekolojist grubun, köyde kurulması planlanan termik santral inşaatını protesto etmelerini konu alan sahnenin çekimlerinde, sivil toplum kuruluşları çalışanları rol alarak destek verdi. Pandomim gösterisi yaparak santral inşaatına karşı çıkan çevreciler, filme gerçek bir protesto gösterisi kazandırdılar.
Tom Cruise 2
Colin Egglesfield
Hanna
Tüm Sinemalar
Tüm Sinemalar, 27 Mayıs – 02 Haziran 2011 seansları için tıklayınız. (Eksiksiz liste değildir, bu salonlar ve seanslar dışında da gösterimler olabilir. Listeden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.)
Şanlıurfa Mozaik Kısa Film Yarışması Sonuçlandı
Şanlıurfa’da ilk kez bu yıl düzenlenen Mozaik Kısa Film Yarışması’nda dereceye giren eserler belirlendi. Belgesel dalında Ben Geldim Gidiyorum adlı yapımı ile Metin Akdemir birinci, kurmaca dalında ise Top adlı yapımı ile Mehmet Tümer birinciliğe layık görüldü. Harran Üniversitesi ve Edessa TV’nin katkılarıyla, üniversite öğrencilerinin yeteneklerinin geliştirilmesi amacıyla düzenlenen yarışmanın ödül töreni Osmanbey Yerleşkesi Fen Edebiyat Fakültesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. (Haber: Serpil Boydak.)
Şanlıurfa Mozaik Kısa Film Yarışması Sonuçlandı yazısına devam et
Ankara Büyülüfener Sinemaları
1. Arada Disiplinlerarası Sanat Festivali
TÜRVAK Sinema – Tiyatro Müzesi’nin işbirliğiyle gerçekleşen 1. Arada Sanat Festivali 26 – 29 Mayıs 2011 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor.
Her türlü sanat dalına kapılarını açan, daha çok eserlerini sergileme imkânı bulamamış, henüz üniversite öğrencisi veya yeni mezun sanatçılara ağırlıklı olarak yer vermek isteyen festival Mayıs ayının son haftası kapılarını açıyor.
Program kapsamında 27 Mayıs Cuma günü TÜRVAK Sinema – Tiyatro Müzesi’nde ücretsiz olarak özel film gösterimleri ve “Sürrealizm ve Sinema” üzerine herkese açık bir seminer gerçekleştirilecek.
1. Arada Disiplinlerarası Sanat Festivali yazısına devam et
6. Uluslararası Mardin Film Festivali
İlk olarak, 2006 yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla birincisi düzenlenmiş olan SineMardin Film Festivali, büyük bir başarıya imza attı, sinema salonu olmayan kentte binlerce yerli ve yabancı sinemaseveri buluşturmayı başardı ve SineMardin markasıyla kurumsallaştı. Bu yıl 24 – 30 Haziran 2011 tarihleri arasında 6.sı gerçekleştirilecek olan SineMardin Film Festivalinin amacı, Mardin’in bir film platosu olarak ünlenmiş konumunu ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtmak, Türkiye’deki tek senaryo ağırlıklı film festivali olarak sinema endüstrisinin gelişmesine katkıda bulunmak olarak belirtiliyor.
6. Uluslararası Mardin Film Festivali yazısına devam et
Umut Sanat Sinemaları
Tüm Şirketler
Tüm Şirketler, 20 – 22 Mayıs 2011 Haftasonu (Weekend) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
Umut Sanat Filmcilik
Umut Sanat Filmcilik, 20 – 22 Mayıs 2011 Haftasonu (Weekend) Box Office listesi için tıklayınız.
Küresel Isınmanın Mahşeri
Amerikalı yazar Cormac McCarthy’nin kıyamet sonrası dünyayı betimleyen romanından John Hillcott tarafından uyarlanan “Yol”, 66. Venedik Film Festivali’nde “Altın Aslan” için de yarışmıştı. Film, buz çağının dünyayı kuşatmasını ve hayatın yavaş yavaş yok oluşunu sarsıcı bir dille anlatıyor. Vizyona çıkamayan bu film şimdi DVD’de.
Amerikalı yazar Cormac McCarthy’nin aynı adlı Pulitzer ödüllü mahşer romanından uyarlanan “The Road – Yol” filmi, inandırıcı bir mahşer atmosferi sunuyor beyazperdede. 1961 yılında doğan Avustralyalı yönetmen John Hillcoat, gri bulutlarınn kuşattığı dünyada canlıların giderek yok olacağını söylüyor filminde. Bu filmde hiçbir mekânda hayvan yok. Bir tek final bölümüne yakın bir böcek görünüyor. Ağaçlar tek tek ölüyor. Az kalan insanların aradığı tek şey, karnını doyurabilmek ve sıcak bir yere sığınabilmek. Güneşin olmadığı dünyada yağmurlar da yağıyor. Ama soğuk gerçeklikten daha gerçek bir şey. Bu mahşer hikâyesinde gangsterler de görünüyor. Elbette silâhları da var. Yiyeceğin az olduğu dünyada insanları avlıyorlar ve kendi mahzenlerine kapatıyorlar. Sonra da onları yiyorlar. Bir yamyam (cannibal) gibi. Bu hikâyede bir babayla oğul sürekli yollardalar. Denize ulaşmaya çabalıyorlar. Baba, zaman zaman geride bıraktıklarını da hatırlıyor bu kaos dünyasında. Dünyanın ısındığı yıllarda hamile karısıyla korku içinde yaşayan adam, karısının çocuğu doğurduktan sonra ikisini de terk ediyor. Kadın, hep bir korku içinde. Yönetmen geriye dönüşlerde mekânlara daha sarımsı ışıklar düşürmüş ve her şey daha sıcak görünüyor. Şimdiki zamanda geçen mahşer mekânlarıysa grimsi bir mavilikte ve insana kasvet duygusu veriyor. İnsanlar gibi mekânlar da enkaza dönmüş bu mahşerde.
Her daim erdemli…
Bu filmde / romanda ahlâki açıdan da bakmak gerekiyor. Baba, oğluna daima iyi, erdemli ve adil olmasını söylüyor hep. Tüm bu kötü durumlar karşısında bile. Bir de tabancaları var. Tabancadaki iki kurşun, oğluyla kendisinin yamyam gangsterlere esir düşdüklerinde kurtuluşları onların. Yollarının üzerlerinde yamyam gangsterlerle de karşılaşıyor baba-oğul. Gangsterlerin ellerinden kurtulan baba-oğul, gangsterlerin üs olarak kullandığı evin mahzeninde yenmek için esir alınmış insanları da görüyorlar. Sonra yine yollara düşüyorlar. Belki de her şeyin berbat olduğu bu dünyada sıcak bir sığınak buluyor baba-oğul bir yerde. Beslenip, yıkanıp ve iyi uyuduktan sonra denize doğru yine yollara düşüyorlar. Yollarına bir yaşlı adam çıkıyor. Filmin final bölümünde her şeyin kötüleştiği bu mahşer dünyasında az da olsa iyiliklerin bile olduğunu fark ettiriyor yönetmen. Tek başına kalan çocuk, karşısına çıkan aileyle yeni kaderine doğru yola çıkıyor. Buz çağına doğru giden bir kasvetli dünyayı betimleyen yönetmen, bu filminde dingin bir kamera kullanmış. Tıpkı karakterleri gibi. Hatta mekânları gibi. Filmin müzikleri de etkileyici. John Hillcoat’un bu filmi 2009 yılında 66. Venedik Film Festivali’nde “Altın Aslan” için de yarışmıştı.
Yol (The Road)
Yönetmen: John Hillcoat
Eser: Cormac McCarthy
Senaryo: Joe Penhall
Müzik: Nick Cave-Warren Ellis
Görüntü: Javier Aguirresarobe
Oyuncular: Viggo Mortensen (Adam), Charlize Theron (Kadın), Kodi Smit-McPhee (Çocuk), Robert Duval (Yaşlı Adam)
Yapım: 2929 Productions-Dimension (2009)
(30 Mayıs 2011)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com