Gezici Festival’de Dardenne Kardeşler Toplu Gösterimi

Gezici Festival, ‘Öteki Avrupa’yı kimi zaman soğuk, kimi zaman sessiz anlatımlarıyla perdeye yansıtan Luc ve Jean-Pierre Dardenne’in kendine özgü sinemasını bir toplu gösterimle izleyicilerle buluşturuyor. Dardenne Kardeşler: Vicdan ve Kader bölümünde, Belçikalı sinemacıların son on beş yıla yayılan beş ödüllü filmi gösterilecek. Göçmenlerin, işsizlerin, sıradan insanların yaşam mücadelelerini “belgeselvari” kameraları ve kendilerine özgü yalın dilleriyle anlatan Dardenne Kardeşler, Cannes Film Festivali’nde iki kez Altın Palmiye ödülü kazanan sayılı sinemacılar olarak biliniyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gezici Festival’de Dardenne Kardeşler Toplu Gösterimi yazısına devam et
  • İz (Yönetmen: Tayfur Aydın)

    Tayfur Aydın’ın yönettiği ve Necmettin Çobanoğlu, Bilal Bulut, Melahat Bayram ile Serdar Orçin’in oynadığı İz (Reç), 09 Aralık 2011’de Medyavizyon Film dağıtımıyla Arti Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Şeristan 80 yaşında, İstanbul’daki gecekondulardan birinde oğlu Mirza, torunları Hevi, Leyla ve Meryem ile birlikte yaşamaktadır. Bir sabah kötü bir düşten uyanan Şeristan’ın sıradan yaşamı, bir yolculuk doğuracak şekilde sona erer. Oğlu Mirza ve torunu Hevi ile birlikte 20 yıl önce terk ettikleri Batman’a doğru yola çıkarlar. Şeristan’ın hayatına dair bütün gerçekler yolculuk sürecinde ortaya çıkar.

    İz (Yönetmen: Tayfur Aydın) yazısına devam et

    2. Yılmaz Güney Film Festivali

    2. Yılmaz Güney Film Festivali (2. Mîhrîcana Fîlmên Yilmaz Guney), 13 – 18 Aralık 2011 tarihleri arasında Batman’da gerçekleştirilecek. Batman Belediyesi’nin düzenlediği festivalde insan hakları temalı uzun metrajlı film gösterimlerinin yanı sıra, sektör insanlarınca film yapım süreçleri hakkında seminerler ve panel ve söyleşiler yapılacak. M. Tayfur Aydın’ın İz (Reç) filmi ile açılacak festival, Yüksel Aksu’nun Entelköy Efeköy’e Karşı adlı filminin gösterimi ile kapanacak. 2. Yılmaz Güney Film Festivali’nde, Özgür Fındık’ın Kara Vagon: 38 Dersim Sürgünleri ve Bingöl Elmas’ın Pippa’ya Mektubum adlı belgeselleri de festivalde önemli bir yer tutuyor.

    2. Yılmaz Güney Film Festivali yazısına devam et

    Türk Pasaportu’na Berlin’de Sinagog’da Gala Yapıldı

    Türk filmlerini Almanya’da gösterime sunan AF-Media tarafından 10 Kasım Perşembe günü galası yapılan Türk Pasaportu filmi, Berlin Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı İskender Okyay, T. C. Berlin Başkonsolosu Mustafa Pulat ve Berlin Yeşiller Milletvekili Özcan Mutlu, Sol Parti Milletvekili Hakan Taş, Berlin Türk Cemaati Başkanı Bekir Yılmaz’ın da katılımı ile Berlin Oranienburg Caddesi Sinagogu’nda verilen davet ile tanıtıldı. Gösterimden önce filmin, Schindler’in Listesi filmi gibi savaş gerçeklerini kabul etme yönünde önemli bir adım olduğu söylendi. (Haber: İbrahim Cemel.)

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Türk Pasaportu’na Berlin’de Sinagog’da Gala Yapıldı yazısına devam et
  • 7. İstanbul Animasyon Festivali Başlıyor

    7. İstanbul Animasyon Festivali, 22 – 27 Kasım 2011 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde animasyon severlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Festival kapsamında düzenlenen yarışmaya Türkiye’den katılan 28 film En İyi Türk Kısa Animasyon Filmi olmak için yarışacak. Gösterimler, Türkiye’deki genç yetenekleri keşfetmek isteyenler için de kaçırılmaz bir fırsat olacak. Festival dahilinde gösterilecek uzun metraj filmlerin biletleri, tam 10 TL, indirimli 5 TL, kısa metraj gösterimlerin biletleri ise 5 TL’den satışa sunulacak.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali

    Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi tarafından organize edilen ve Yılmaz Güney Vakfı’nın katkılarıyla gerçekleştirilecek olan 2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali kapsamında 8 ilde etkinlikler gerçekleştirilecek. Festival kapsamında İstanbul başta olmak üzere Ankara, Antalya, Diyarbakır, Eskişehir, Isparta, İzmir ve Tunceli’de çeşitli etkinlikler düzenlenecek. Festivale katılan kısa film ve belgesel filmlerin gösterimi 3, 4, 10, 11 Mart tarihlerinde Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde, 23 – 29 Mart 2012 tarihleri arasında ise Yeşilçam Sineması’nda gerçekleştirilecek. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haber, basın bülteni, gösterilecek filmler hakkında geniş bilgiler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali yazısına devam et
  • Film Arası Dergisi Söyleşileri’nde Ahmet Mümtaz Taylan: İyi Bir Sanatçı Olmaya Değil, İnsan Olmaya Çalışıyorum

    Film Arası Sinema Dergisi, Kasım ayı sayısıyla okuyucularının karşısına çıktı. Her ay yayımladığı röportaj ve dosyalarla yankı uyandıran derginin bu ayki kapak konuğu ise ünlü oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan. Gülcan Tezcan’ın sorularını yanıtlayan Taylan, birçok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Murat Saraçoğlu, Gökhan Yorgancıgil ve İhsan Kabil’in de aralarında yer aldığı çok sayıda önemli kalemin yazılarıyla katıldığı derginin diğer ilgi çekici röportaj konuğu ise Suriyeli yönetmen Ossama Muhammed oldu. Muhammed, “Suriyeliler olarak baskıya ve şiddete boyun eğmeyeceğiz” dedi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Film Arası Dergisi Söyleşileri’nde Ahmet Mümtaz Taylan: İyi Bir Sanatçı Olmaya Değil, İnsan Olmaya Çalışıyorum yazısına devam et
  • İntikamın Bedeli

    Roger Donaldson’ın yönettiği ve Nicolas Cage, January Jones, Jennifer Carpenter ile Guy Pearce’nin oynadığı İntikamın Bedeli (Seeking Justice), 02 Aralık 2011’de UIP Filmcilik dağıtımıyla TMC Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Will’in eşi Laura ağır bir cinsel saldırının kurbanı olur. Karısının durumunu öğrenmek için hastanede bekleyen Will’in yanına bir adam gelir ve ona adli süreci yaşamak yerine, adaleti derhal yerine getirmeyi teklif eder. Çabuk karar vermesi gereken Will bu teklifi kabul eder ve yasal olmayan yollardan düzen sağlamaya çalışan bir yeraltı örgütünün içine düşer.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Gişe Memuru

    Filmlerimizdeki, özellikle başrolde oynayan karakterlerin ne iş yaptıkları -bir yerden sonra- ilgimi çekmiştir. Doktorluk, avukatlık, polislik, gazetecilik bunlara ek olarak iş adamlığı en yaygın ve adı ile hemen telaffuz edilen mesleklerdir de, bunlar genellikle sadece etiket olarak kalırlar. Doktorlar -hep operatördürler- sonunda başkalarının beceremeyeceği bir ameliyatı yüklenirler, avukatlar “hiç dava kaybetmemişlerdir”. Oysa bazı davalar kaybedileceği biline biline açılır. Çünkü avukat -çoğu ceza davasıdır- savunma da yapsa, yaptığı bir talepten ibarettir, kararı hakim verecektir ama -filmlerimizde- usül yasaları, kuralları hiç hesaba katılmadan yazılan senaryolarla, avukatlarımız hiç dava kaybetmezler…

    Bu girişin, Gişe Memuru filmi ile ne alâkası var demeyin. Gişe Memuru filminin kahramanı karayolları gişelerinde memurluk yapar. Sabahları kalkıp servisle işine gider, kantinde oturur, mesai saati gelince gişesine girer, bazen eleman azlığından yoğun çalışan arkadaşlarından, nöbeti erken de alabilir… Akşamları evine, hasta babasına döner… Ertesi sabah tekrar işine gider, yine gişesine girer. Evdeki hasta baba ile çocukluktan kalma, kapatmamış, içini kemiren problemleri vardır. Babası çocukluğundan beri birçok şey için Kenan’a, (gişe memurunun adı bu) hep “yap” demiş ama yapmasına zaman vermeden, kendisi yapmıştır. Evlerinin girişindeki ampul yandığı zaman da, Kenan’a “yap”masını söyler. Erken gidip geç dönen Kenan yapamayınca ampulü yine baba değiştirecektir. Arkadaşı berber bile Kenan’a söyler, “Geç geliyorsun, bu saatte açık market, bakkal nerede bulacaksın, alamaman normal”.

    Mesai saatlerinde işini yapan, bu saatler içinde, dinlenme zamanlarında iş yerindeki kantinde arkadaşları arasında oturan ama -çoğunlukla- sadece dinleyen Kenan, işe gelirken hasta babasını komşu bir kıza bırakmaktadır. Babasına iyi bakan bu kız, Kenan’a ilgi de duymaktadır. Baba, Kenan’a, televizyon karşısında oturdukları saatlerde Nurgül’ü (kızın adı bu) önce evine götürmesini -oysa kızın evi çok yakındır- sonra da çay içmeye götürmesini (kız aracılığı ile, aslında asıl istek kızın kendisinindir) söyler… Nurgül, iyi baktığı babasının ilâçlarını da yanında hazır etmektedir… Kenan’ın annesi 25 yıl önce gitmiştir (ölmüş müdür?). Eskiden üç kişinin (baba, anne ve Kenan), iki kişinin (Kenan, baba) kullandığı araba bir iki sokak aşağıda, arka tekerinin önüne konulan taş ile kaderine terk edilmiş(Mİ?)dir?… Kenan geceleri, mahallenin sessizliğinde/kimsesizliğinde arabayı onarmaya çalışır!

    Babası ile olan problemleri (takıntıları) Kenan’ı iş yerinde de etkiler, çalışmasına sekte vurdurur, -tam da- gişelerin denetlendiği bir günde, her şeyi dakik, düzgün, kırtasiyeci adı takılmışken kontrolünü kaybeder. (Daha önce yine kontrolünü kaybeden bir bayan memurun, kendinin iki misli bir tır şoförüne sopa ile girişmesi -kendi içlerinde- örtülüp kapatılırken, Kenan’ın monitörden izlenen davranışları -babasının hastalığı ileri sürülerek- çok daha tenha bir gişeye gönderilmesine/sürülmesine neden olur. İş arkadaşlarına, berber arkadaşına, Nurgül’e, babasına tayin edildiğini söyleyecektir -işini yapan bir gişe memurudur, şurada veya burada-…

    Kenan, yeni, ıssız yerinde de görevini yapacaktır. Zamanının çoğunu boş geçirerek, kendisine önerildiği gibi kitap okumadan, televizyon seyretmeden. -Yalnız bir ara Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı çıkar ekranına, görüntü olarak da görürüz, devamını da ses olarak duyarız…- Her biri değişik problemleri olan gişe geçişçileri, gelip geçerler. Yalnız arabası bozularak -ancak- gelebilen kadın geçişçi, Kenan’ı -arabasını (önce) tamir ettirmek için- kulübesinden çıkaracak, -(sonra) arabasını ittirecektir, sabahleyin de öyle çalıştırmıştır- ve gidereken “yarın aynı saatte” (yani 10.20 de) diyerek gidecektir. Bunu akşam denize karşı bira içtikleri berber arkadaşına söyler. Berber sözü tekrar ederek gülerken, Kenan sadece gülümser… Kenan’ın babası üst üste “kayısı”, “kayısı”, “kayısı”, “kayısı”, “kayısı” der. Televizyondaki yarışmacıya söylemekte ve Amasya ile özdeşleşmiş meyve için sufle vermektedir. Nurgül yanındır, Kenan gelir, baba -acilen- açıklama yapar, “Amasya’nın ünlü meyvesini bilemiyor, kayısı” der, -duyulup duyulmaması önemli değildir ama Kenan “Elma” der, “Amasya, elması ile ünlüdür, ‘kayısı’ Malatya’nın…” Babasının umurunda değildir, belki duymaz, duysa da önem vermez. Nurgül, çıkmak için davranacaktır.

    Bir gün yorgun argın dönen Kenan ile kapıda karşılaşan ve evine kadar birlikte gittikleri Nurgül, “kendisinin söylemediğini” söyler. “Neyi?” sorusunun cevabı, arabadır. Kenan, geceleri tamir etmeye çalıştığı arabanın yanına koşarak gider ama araba yoktur. Babası satmıştır, hem de hurdacıya… Karşılıklı bağrışırlar, nefretlerini kusarlar. Baba Kenan’a bir şey olmadığını söyler. O’da ritmik bir şekilde, kanıksayarak yaptığı işi anlatır ve sadece bu olduğunu söyler. Krizi nükseden babasına -Nurgül’ün yanından ayırmamasını (ta ilk görüldükleri sahnede) söylediği ilâçlarına ulaşmasına- yardım etmez. İlâçlarını O’na vermez… ve kriz atlatılamaz… Baba yerde yatarken Kenan koltuğunda oturur. Sonraki gün, Kenan işini gider mi? Nurgül o gün “baba’ya” bakmak için gelmiş midir? Kenan, iş yerinde yine tuhaf davranır, “hastasın”, “sana bir hafta izin” diyerek evine gönderilmek istenir. O ise işine gitmek, çalışmak istemektedir ve evine gelir… Baba yerde yatmaktadır, Kenan koltuğunda oturur, bu kez bir şey seyretmez önüne bakar…

    Final jeneriği, ayağa kalkan seyirciler ve salonun yakılan ışıkları arasında geçmeye başlar… (Sanırım) Teşekkür kısmında Metin Erksan ve Mehmet Güreli (finale doğru krizler içindeki Kenan bir harabelikte, bir taş üstüne oturan ve durup durup bir kısım saçlarını düzelten biri -Mehmet Güreli- ile karşılaşır) adları geçer… Bu Benim İlk Filmim etkinliği kapsamında gösterilen Gişe Memuru filminin (seans: 16:00) seyircisi Yeşilçam Sineması’nı -nerede ise- doldurmuştu. Gösterimde olduğu haftada bu kadar seyirci almamıştır. Festival gösterileri ne kadar ölçü sayılabilir. Gişe Memuru, sadece Karaçelik’in ilk filmi olarak kalmayacak, -bana göre- diğer ve asıl sinemasal özelliklerinin yanı sıra, bir kahramanın (oyuncunun) mesleğini yapmasına bu kadar olanak sağlayan/tanıyan bir film (bir ilk film, -belki de?- tek film) olarak kalacak. Bu önemli, çoook önemli. (Diğer filmlerdeki kahramanların mesleklerini yapamamaları, ele alınan mesleklerin dramatik yapının arkasında kalmasından kaynaklandığı düşüncesindeyim.)

    (21 Kasım 2011)

    Orhan Ünser

    Sinemamızın Koca Çınarına Veda Zamanı

    1996’da Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdiğimde en çok sevindiğim şey Lütfi Akad’dan ders alacak olmaktı. İlk yıl senaryo derslerine; ikinci yıl da bize yönetmenliği, sinemayı öğrettiği bir derse giriyordu. Heyecanla ilk senaryo dersine gittim; hepimizin bir kısa film teklifi getirmesi gerekiyordu. Ben allı güllü, abartılı bir çingene hikâyesi götürmüştüm. Ağzımın payını da aldım: Lütfi hoca “sinema sirk değildir” dedi. Zaman içinde ona minnettar oldum, sinema bambaşka bir şeydi, topluma dair, ince ince elenen, içinde bin bir düşünce ve duygu barındıran.

    İşinde her zaman çok titiz ve netti. İlişkilerin karmaşasıyla örülmüş hikâyeleri en saf haliyle işlerdi. Her zaman çok sade bir sinema dili kullanırdı, bize de bunu öğretmeye çalıştı. Genel çekim ölçeklerini tercih ederdi, kamerasıyla oyuncunun dibine girmezdi ama bu filminden, karakterlerinden uzaklaştırmazdı onu. Öyle mizansenler kurardı ki, karakterlerin en derin duygularını yüzlerinde, mizansenin düzenlenişinde görürdük. Oyuncular kadrajın içinde tüm vücut dillerini kullanarak bize yaklaşır, uzaklaşırlardı, ruh hallerine göre mizansenin derinliği içinde salınırlardı.

    İkinci yıl dersi bize bu sade ama incelikle işlenmiş sinema dilini öğretmek içindi. Bize bir öykü vermişti, her hafta öykünün bir parçasını senaryolaştırarak çekiyorduk. Her hafta öğrenciler arasında yönetmen, kameraman, oyuncular, set görevleri değişiyordu. O yıl oyunculuğa, oyuncu nasıl yönetilire dair çok şey öğrendim. Dekupaj yapmayı, sinema yapmayı öğrendim. Açı, ölçek, kamera seviyesi anlam yaratmak için nasıl kullanılır, öğrendim. Lütfi Hocam, o kısacık sürede bize o kadar çok bilgi sunmuştu ki inanılmazdı. Hâlâ o dersten öğrendiklerimi hatırlıyorum ve bazılarının anlamını daha yeni sindiriyorum. Şimdi ben de öğrencilerime sinema öğretmeye çalışıyorum ve o kadar kısa sürede bu kadar çok bilgiyi aktarmayı, kullanma deneyimi vermeyi beceremiyorum. Lütfi Akad hem hayatında hem sinemasında hem de hocalığında net, sade ve çok derinlikliydi.

    Türkiye Sineması Lütfi Akad’la başlar. Dünyada sinema dili yeni oluşurken Lütfi Akad hem evrensel kodlarla hem de yerel kodlarla örülü ilk filmlerini çekti. Türkiye Sineması’nı anlattığım derste Lütfi Akad’ı işlediğim haftaya geldiğimde hep gurur duyarım ve Vesikalı Yarim’in son sahnesini gösterirken “İşte sinema!” derim. Öğrencilerime “Bakın, karakterlerin ruh halini nasıl yansıtıyor?” diye sorarım. Sabiha yerinden kıpırdamaz ama onun yerine kamera uzaklaşır, hem Sabiha’dan hem de Haliller’in manavından, sonunda Sabiha’yla Haliller’in manavı arasında dev bir boşluk bırakana kadar.

    Hocam 95 yaşında ölmüştü, çok yorgundu, yaşlanmıştı ama aklı, sinema görüşü hala dinçti. Tüm disiplinli yapısına rağmen her zaman yeniliklere açıktı. Krzysztof Kieslowski’nin Mavi’sinden bahsettiğimizde, hemen ona filmi götürmemizi istemişti, izleyip gelmiş ve çok anlamlı yorumlar yapmıştı. Mavi’yi Lütfi Akad’la daha da iyi anlamıştık. Uzun süredir film çekmemişti ama hem okul içinde hem okul dışında çok öğrenci, çok sinemacı yetiştirdi. Her zaman filmleriyle yaşayacak. Kanun Namına, Vurun Kahpeye, Vesikalı Yârim, Yalnızlar Rıhtımı, Hudutların Kanunu, Kızılırmak Karakoyun, Gelin – Düğün – Diyet üçlemesiyle; TRT için yaptığı Ömer Seyfettin uyarlamalarıyla, Bir Ceza Avukatının Anıları’yla o hep bizimle olacak. Bizi sık sık düşünmeye, hissetmeye itecek. Umarım biz de onu işlerimizle yaşatmayı başarırız.

    Hocamı, Türkiye Sineması’nı başlatan yönetmeni ve düşünürü bugün toprağa veriyoruz. Evet, 95 yaşındaydı ama insan kabullenmek istemiyor. Keşke daha çok soru sorsaydım, keşke beni daha da çok paylasaydı da bir şeyler öğrenseydim diyorum. İyi ki filmleri ve yazıları var, artık öğrenimime onlarla devam edeceğim.

    Huzur içinde yatın hocam…

    (21 Kasım 2011)

    Nur Özgenalp

    Terry Gilliam, Altın Kedi İçin Yarışıyor

    Bu yıl 12. kez sinemaseverlerle buluşacak olan Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, 16 – 20 Kasım 2011 tarihleri arasında Fransız Kültür Merkez’inde gerçekleştiriliyor. Altın Kedi Ödülleri veren festival, sinema dünyasında önemli ve isim yapmış kişileri jürisine davet ederek kısa filmin gelişimi açısından rekabete dayalı ortam yarattı. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’ne bu yıl 65 ülkeden 1.300’ü aşkın film başvurdu. Bu filmlerden Uluslararası Yarışma Bölümü’ne katılan 11 film arasında ünlü yönetmen Terry Gilliam’ın kısa filmi The Wholly Family de yarışıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Terry Gilliam, Altın Kedi İçin Yarışıyor yazısına devam et
  • Sinemacılar Kuşağının Büyük Ustasıydı

    Sinemamızın 95 yıllık koca çınarı Lütfi Ömer Akad’ı kaybettik. Tiyatrocular döneminden sonra sinemacılar dönemini başlatan Akad sinemamızın gelişimine büyük katkılar sağladı.

    Lütfi Ömer Akad’ı 95 yaşında kaybettik. Sinemamızın koca çınarı, sinemacılar kuşağının en önemli yönetmeni olurken, değerli sinema insanlarını da sinemamıza kazandırdı. Bunların en önemlisi Yılmaz Güney’di. Akad, 2 Eylül 1916’da İstanbul’da doğdu, 19 kasım 2011’de İstanbul’da öldü. 1947’de Seyfi Havarer’nin yarım bıraktığı “Damga” filmiyle sinema macerası başladı. 1949’da Halide Edip Adıvar’ın romanı “Vurun Kahpeye” romanını sinemaya uyarladı. Kendisine ait ilk filminden itibaren stil araştırmaları yapmaya başlayan Akad, sinemanın kendi dili olduğunu hissettirdi. O, sinemamızı teatral anlatımdan uzaklaştırdı ve sinematografik dil oluşturdu. “Vurun Kahpeye”, birkaç defa sansüre uğrasa da gösterimlerini sürdürdü. Bu film, hem sinemamız hem de sosyal hayatımız açısından değişimleri de haberliyordu. Çünkü savaş sonrası bir ulusun varoluşu, yeniden yapılanması ve yobazlığa karşı duruşu da yansıyordu filmde. Akad, 1950’lerin başında masalları öne çıkaran filmler çekti. Ardından 1952’de muhteşem “Kanun Namına” filmi geldi. Osman F. Seden’le ortak yazdıkları senaryoyla perdeye gelen filmde başrolü sinemamızın etkileyici aktörlerinden Ayhan Işık almıştı. Sinemamızın ilk önemli polisiye filmiydi bu ve gerçek bir olaydan yola çıkıyordu. Bu film sinemamızın kolay aşılmaz başyapıtlarından biriydi aynı zamanda. Filmdeki en önemli yönlerden biri, görsel anlamda Orson Welles tarzı derinlikli fotoğrafların yaratılmasıydı. Bir özellik de “açı-karşı açı” tekniğinin kullanılmasıydı. Bir de kameranın hareketli olmasıydı. Tiyatrocular döneminde kamera sahneden oyun çeker gibi sabit kullanılıyordu. Akad’ın Ayhan Işık’la beraberliğini başlatan yine 1952 yapımı “İngiliz Kemal Lawrense Karşı” filmiydi. Bu fantastik özellikler taşıyan film, Kurtuluş Savaşı üzerine önemli filmlerimizdendi. Akad’ın her dönemi önemli. Ama ilk dönemlerindeki filmleri sinemamıza yeni bakış açıları sundu. Bunlardan 1953 yapımı “Öldüren Şehir”, göç alan İstanbul’daki yeni sosyal yapılar üzerine bir suç filmiydi. Filmde Haliç kıyılarındaki yoksulluğa da dokunuluyordu. Başrolde Belgin Doruk ve Ayhan Işık vardı. Yine Ayhan Işık’a başrolü verdiği 1953 yapımı “Katil” bir polisiyeydi. Filmde, bir genç masumiyetini kanıtlamak için hapisten kaçıyordu. Bu filmin senaryosunu da ünlü yönetmenlerden Osman F. Seden’le ortak yazdı Akad. 1953’te “Altı Ölü Var/İpsala Cinayeti” filminde Lale Oraloğlu, Cahit Irgat ve Turan Seyfioğlu’na başrolü verdi. Bu film yasak ilişki üzerine bir cinnet filmiydi. Bu filmin senaryosuna Orhan Kemal de katkıda bulunmuştu. 1962 yılında “Üç Tekerlekli Bisiklet” filmini Orhan Kemal’in romanından çekti. Senaryoyu Vedat Türkali, Hüsamettin Gönenli imzasıyla yazdı. Başrolde Ayhan Işık ve Sezer Sezin vardı. Filmin yönetiminde Memduh Ün’ün de payı vardı.

    Yılmaz Güney’le ortaklık…

    Akad, Yılmaz Güney’le “Hudutların Kanunu” filmini 1966’da yaptı. Senaryoyu da ortak yazdılar. Güney’in etkileyici bir performans verdiği çok önemli bir filmdi bu. Kaçakçılığın nedenleri üzerine yoğunlaşan bu filmde ağalık düzeni yerden yere vuruluyordu. Feodal düzende toplumlar daima geri kalırdı. Güney’le Akad, 1967’de “Kurbanlık Katil” filmini yaptılar. Senaryoyu Akad yazmıştı. Göç alan şehirlerde sınıfsal farklılıkların ve adil bölüşümün altını çizen filmde, alkol bataklığına yuvarlanmış gariban Mustafa’nın trajedisi yansıyordu bu filmde. Oba beyinin kızına aşık olmuş bir çobanın dramını anlatan 1967 yapımı “Kızılırmak Karakoyun” sinemamızın çok önemli filmlerindendi. Yılmaz Güney’e Nilüfer Koçyiğit eşlik ediyordu. Oba beyinin kızını alabilmek için ileri gelenler, çoban Ali Haydar’ın koyunları üç gün tuz yedirirler. Koyunlar su içmeden ırmağı geçerlerse çoban bey kızı Hatice’yi alacaktı. Muhteşem bir filmdi bu. Filmin müziklerinde Orhan Gencebay’ın da katkısı vardı. Bu filmin hikâyesi Nazım Hikmet’e aitti.

    Akad’ın 1960’ların sonuna doğru iki önemli film çekti. 1966 yapımı “Ana” filmi, kan davasını anlatan güçlü bir yapıttı. Bu filmin bir özelliği de Akad sinemasında estetik değişimin de habercisiydi. Akad, kamerayı çoğu anda sabit tutarak oyuncularını hareket ettiriyordu. Akad’ın 1968 yapımı “Vesikalı Yarim” filmi, göçle artık o şehrin kültürünün parçası olmuş insanların dramını anlattı. Bar kızına aşık olan gariban manavın hikâyesiydi bu film. Bu filmde Türkan Şoray ve İzzet Günay başrolü paylaştı. Filmin adı, Orhan Veli’nin ünlü şiirinden geliyordu. Film, Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyesinden uyarlanmıştı. Akad, daha önce birkaç filmine müzik yazmış Orhan Gencebay’la 1971’de “Bir Teselli Ver” arabesk filmini de çekmişti.

    Bir göç üçlemesi…

    Akad, hepsinde Hülya Koçyiğit’i oynattığı 1972’de “Gelin”, 1973’te “Düğün” ve 1974’te “Diyet” şehre göç üçlemesini yaptı. “Taşı toprağı altın” denilen İstanbul onlara hayallerini verebilecek miydi? Zordu. Dramların, trajedilerin ve umutların yansıdığı bu üçleme, sinema tarihimizin de en unutulmaz filmlerindendi. Akad, bu üçlemede “Ana” filminde denediği estetiği perdeye yansıttı. 1970’lerin ortalarında televizyon filmleri de çekmeye başladı. 1975’te “Topuz”, “İncili Kaftan” ve “Ferman”ı televizyon için çekti. Erkan Yücel’e başrolü verdiği 1979 yapımı televizyon filmi “Çekiç ve Titreşim” onun son işi oldu. Bu suç hikâyesi Faruk Erem’in senaryosundan uyarlandı. Sinemamızın başı sağ olsun.

    (20 Kasım 2011)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu 5 Yaşında

    Adını Theo Angelopoulos’un başyapıtı Ulis’in Bakışı’ndan alan film, dizi, müzik ve kitaplar üzerine yazılar diyarı olarak yayınına 14 Kasım 2006’da başlayan Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu, artık 5 yaşında. Uzun yıllar sinemalar.com’da sinema yazıları yazan ve online sinema dergisi Sinemalife’ın editörü Serkan Murat Kırıkcı’nın kişisel blog sayfası Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu, yıllar içinde yazıların toplanma yeri olmaktan çıktı, kendi kimlik ve çizgisini kazandı. 5. yaşını kutlayan Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu, festival ve etkinlikler hakkında okurlara bilgi verirken, kültür ve sanatın olduğu her yerde olmaya özen gösteriyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu 5 Yaşında yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu