Tenten’le Maceradan Maceraya

Tenten’in Maceraları (The Adventures of Tintin)
Yönetmen: Steven Spielberg
Eser: Hergé
Senaryo: Steven Moffat-Edgar Wright-Joe Cornish
Müzik: John Williams
Görüntü: Janusz Kaminski
Seslendirenler: Jamie Bell (Tenten), Daniel Craig (Sakharin), Andy Serkis (Kaptan Haddok), Toby Jones (Yankesici), Nick Frost (Müfettiş Dupont), Simon Pegg (Müfettiş Dupond)
Yapım: Columbia-Paramount (2011)

Belçikalı çizer Hergé’nin yarattığı “Tenten”, sinemanın önemli yönetmenlerinden Steven Spielberg tarafından sonunda “Tenten’in Maceraları” olarak sinemaya üç boyutlu uyarlanabildi. Devamı gelecek gibi.

Ünlü çizgi roman kahramanı Tenten, sonunda Steven Spielberg tarafından sonunda sinemaya uyarlanabildi. Üç boyutlu çekilen 2011 yapımı “The Adventures of Tintin – Tenten’in Maceraları”, bir hazine peşinde seyircileri maceradan maceraya koşturuyor. Neredeyse nefes nefese bırakıyor insanı bu macera. Brüksel’de sıradan bir günde genç gazeteci Tenten, yanında sevimli köpeği Milu, ressama resim çizdirirken Yankesici, rahatça insanların cüzdanlarını yürütüyor. Tenten, resmi çizdirdikten sonra bitpazarında “Tekboynuz” adında bir gemi maketine vurulup satın alıyor. Peşi sıra Sakharin, nam-ı diğer “Kızıl Rackam” bitiyor maketi ondan almak için. Tenten maketi vermeyi reddedince tadına doyulmaz macera da başlıyor böylece. Spielberg bu filmini, Hergé’nin “Le Crabe aux Pinces d’Or – Altın Kıskaçlı Yengeç” (1941), “Le Secret de la Licorne – Tekboynuzun Esrarı” (1943) ve “Le Trésor de Rackham le Rouge – Kızıl Korsanın Hazinesi” (1944) eserlerinden çekmiş. Hergé’nin bu çizgi romanlarını bilince daha heyecanlı oluyor sanki. Bilmeseniz de, Spielberg sinemasal tat almanıza yardımcı oluyor. Gemi maketiyle eve gelen Tenten, geminin direğinin içinden çıkan metal parçasının farkında olmadan geminin hikâyesini öğrenmek istiyor. Kendisi yokken evi darmadağın olan Tenten, Milu’nün yardımıyla metal parçasını buluyor ve gizemin içine dalıyor. Shakharin, Tenten’i kaçırtıp yola çıkan gemisine esir alıyor. Ama unuttuğu bir şey var Sakharin’in. O da Milu… Sakharin, metalin içindeki parşömende yazılı şiirin peşinde. İlk maket gemiyi bulan Sakharin, Tenten’deki şiiri ele geçiremeden üçüncü maket geminin peşine düşüyor. O da Fas’ta. Müzik tutkunu Ömer Bin Salad (Gad Elmaleh) adında bir Arap kaçakçı. Sesiyle kırılmaz denilen camları kıran soprano Bianca Castafiore (Kim Stengel) hayranı bu kaçakçı. Gemideki esaretinden Milu’nün yardımıyla kurtulan Tenten, bir kamaraya hapsedilmiş ve kendini içkiye vurmuş Kaptan Haddok’la tanışıyor. Kaptana cesaret veren Tenten, beraberce gemiden kaçıp Sahra çölüne düşüp Fas’a geliyorlar. Ama her şey bu kadar basit değil tabii ki. Seyredilmeye doyulmaz bir dolu maceradan sonra hazineye, Kaptan Haddok’un çocukluğunda yaşadağı Mulensar Şatosu’na ulaşıyor kahramanlarımız. Amerikalıların, Thompson ve Tomson olarak adlandırdıkları polis müfettişleri Dupont ve Dupond, filmdeki en keyifli ve eğlenceli karakterler.

Hergé’nin Tenten macerası…

Filmin görselliğinin tadına ancak sinema perdesinde varılıyor. Okyanusta ve Sahra’da geçen sahneler gerçekten büyüleyici. Elbette Fas sahneleri de. Aksiyon sahneleri o kadar heyecanlı ki, takip etmekten yoruluyorsunuz. Bu sahneleri seyirciler keşfetmeli ve yaşamalı. Hem de sinemaskop ve üç boyutlu olarak. Bilgisayar teknolojisinin bu kadar kuşattığı sinema bir yerlere gidiyor. Bilgisayar animasyonlu bu filmde, arka plândaki mekânlar sahici gibi bir duygu uyandırıyor insanda. Üç boyutlu hareket yakalama (live-action) tekniğinin kullanıldığı filmde, tüm karakterler animasyon. Mekânlarsa belirlediğimiz gibi gerçeklik duygusu veriyor. Meraklıları “weta digital” tekniğini araştıracaktır belki. Bu filmde gördüğünüz her teknolojik yansıma yakın gelecekte sinemayı tamamiyle kuşatacak. Sinema bambaşka bir yere gidecek.

Asıl adı Georges Remi Prosper olan Hergé’nin 1929’da yarattığı “Tintin”, Brüksel’in de simgesi. Bir gün yolunuz muhteşem Brüksel’e düşerse birçok yerde “Tenten”le karşılaşabilirsiniz. Hergé, Brüksel’i çok seven bir çizgi romancı. Belçikalı Hergé, çok sevdiği Brüksel’de doğdu ve öldü. 1907’de doğan ve 1983’te ölen Hergé, 1929’da yayımlanan “Les Aventure de Tintin – Tenten’in Maceraları” çizgi romanı tüm dünyada üne kavuştu. İlk Tenten, 1929’da çocuk dergisinde görüldü. Bir sipariş üzerine. “Pays de Soviets”, 2000 yılında YKY’den “Tenten Sovyetler’de” adıyla yayımlandı. 1998’de İnkilâp Yayınları’ndan “Tintin au Congo” Türkçeye “Tenten Kongo’da” adıyla kazandırıldı. “Tenten’in Maceraları” serisinden 1998’de yine YKY’den “Tintin en Amérique” eseri “Tenten Amerika” adıyla yayımlandı. “Les Cigares du Pharaon” çizgi romanı “Firavunun Puroları”, ülkemizde 1958, 1964 ve en son olarak 1994’te yayımlandı. Hergé, “Tenten” serisinde Yahudi düşmanlığı, cinsel ayrımcılık, ırkçılık, anti-komünist olarak değerlendirildi. Ama, Tenten ve teriyer cinsi köpeği Milu’yle maceradan maceraya koşarken dünyada çok sevildi. Büyük bölümü Türkiye’de geçen Jean-Jacques Vierne’in yönettiği 1961 yapımı “Tintin et le Mystere de la Troison d’Or – Tenten ve Altın Postun Sırrı” filmi “Tenten İstanbul’da” adıyla ülkemizde Nisan 1963’te gösterime çıkmıştı.

Dahi yönetmen: Spielberg…

Ohio’nun Cincinnati şehrinde 1946’da doğan yönetmen Spielberg, sinemada “harika çocuk” diye anılıyor. Spielberg, 1971’de henüz 25 yaşındayken televizyon için “Duel – Bela” filmini çekti. “Technicolor” çekilmiş bu yol geriliminden çok etkilenen büyük film stüdyosu Universal, iyi çekilmiş bu filmi hemen sinemalarda gösterime soktu ve önemli bir yönetmenin doğuşuna neden oldu. Spielberg, 1974’te bugünden bakınca bile araba takip sahneleriyle büyüleyen “The Sugarland Express – Sugarland Ekspresi” filmini “technicolor” ve sinemaskop çekebilme fırsatını yakaladı. Bu filmin orijinal afişinin etkileyici bir sanat eseri olduğunu belirtmeliyiz. 1975’te “Jaws – Denizin Dişleri” deniz gerilimiyle dahi konumuna yükseldi. 1977’de çektiği “Close Encounters of the Third Kind – Tehlikeli İlişkiler”, onun ilk bilimkurgusuydu ve 1982’de çekeceği “E .T.”ye de ilham verdi. Bu bilimkurgunun bir özelliği de büyük yönetmen François Truffaut’nun başrolde olmasıydı. 1985’te kölelik üzerine filmi “The Color Purple – Mor Yıllar”, Akademi’den hak ettiği ödülü alamayınca kırgınlık yaşasa da, 1993 yapımı siyah-beyaz ve renkli “Schindler’s List – Schindler’in Listesi” Yahudi soykırımı filmiyle “En İyi Yönetmen” dalında Oscar aldı. Bir başka savaş filmi, 1998 yapımı “Saving Private Ryan – Er Ryan’ı Kurtarmak” filmi milliyetçilikle suçlanmıştı. Amerikan tarihinde unutulmuş, ama iç savaşı başlatan kölelilik zamanındaki siyahların mahkemede yargılanmasını anlatan 1997 yapımı “Amistad” filmi de DVD arşivine alınmalı üstadın. 2005 yapımı “Munich – Münih” filmi, “Schindler’in Listesi” gibi onun en vicdanlı filmi olarak değerlendiriliyor. Bu filmde şiddeti iki açıdan da gösteren yönetmen, İsrailli yetkililer, Mossad ajanlarının da “terörist” olarak yansıtılmasından rahatsızlık duydular ve yönetmenin üzerine çizgi çektiler. Yahudi kökenli Spielberg, Amerikan sinemasının yaşayan en büyük yönetmenlerinden. Birçok filmi sinema tarihine kaldı. Elbette “Indiana Jones” ve “Jurassic Park” seriyalleri de var. Spielberg, sinemada yeni olan her şeyi hemen içselleştiren ve filmlerinin ruhuna katan bir yönetmen. Onun filmlerinde yaşama sevinci gibi sinema sevgisi bulursunuz. “Tenten’in Maceraları” filmi, kimse farkına varmadan bir devrim de yapmış olabilir sinemada.

(04 Kasım 2011)

Ali Erden

[email protected]

Labirent’in Fragmanı Hazır

Başrollerini Meltem Cumbul, Timuçin Esen, Rıza Kocaoğlu, Ozan Bilen, Umut Kurt ve Altan Gördüm’ün paylaştığı Tolga Örnek’in yeni filmi Labirent’in merakla beklenen fragmanı, sinemalarda ve internette yayınlanmaya başlandı. Çekimleri Mardin, İstanbul ve Frankfurt’ta gerçekleşen Labirent, yüksek temposu ve ilginç senaryosu ile bu yılın en iddialı yapımlarından biri olacak. 23 Aralık’ta vizyona girecek olan Labirent’in aylardır beklenen fragmanı, filmin heyecanlı konusu ve karakterlerin güçlü hikâyeleri hakkında ipuçları veriyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Tivibu ve Sinema Dergisi İşbirliğiyle Tüm Zamanların En İyi 100 Türk Filmi Seçildi

TTNET’in televizyon platformu Tivibu ve Sinema Dergisi işbirliğiyle internet üzerinden düzenlenen Tüm Zamanların En İyi 100 Türk Filmi Anketi sonuçlandı, Yavuz Turgul’un yönettiği Eşkıya listenin başında yer aldı. Tivibu katkılarıyla düzenlenen gecede, Türk sinema tarihinin gelmiş geçmiş En İyi 100 Türk Filmi arasında yer alan ilk 10 filmin yönetmenlerine plaket verildi. Geceye Yeşilçamın usta isimleri ve genç yetenekleri büyük ilgi gösterdi. Cüneyt Arkın, Halit Akçatepe, İlyas Salman, Selda Alkor, Süleyman Turan, Kenan İmirzalıoğlu, Ahu Türkpençe, Yeşim Ceren Bozoğlu, Nesrin Cavadzade gibi oyuncuları, yönetmenleri ve yapımcıları buluşturan özel gecenin sunuculuğunu İzzet Öz yaptı.

  • Basın Bülteni
  • Seçim listesi için tıklayınız.
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Tivibu ve Sinema Dergisi İşbirliğiyle Tüm Zamanların En İyi 100 Türk Filmi Seçildi yazısına devam et
  • Reha Özcan’dan Akkademi Tiyatro’da Kamera Önü Oyunculuk Atölyesi

    Theron Patterson’ın yönettiği Bahtı Kara filmiyle tanıdığımız, geçen yıl Bedensiz Kadın oyunu ile Afife Jale ve Sadri Alışık Ödülü kazanan, bu sezonda Kurtlar Vadisi Pusu dizisindeki rolüyle hayranlarını arttıran Reha Özcan, 2011 – 2012 eğitim yılında Akkademi Tiyatro’da Kamera Önü Oyuncuk Atölyesi derslerine başlıyor.
    Atölyede sinema ve TV alanında öğrenmek ve deneyimlemek isteyen ve izlemeyi seven herkesin katılabileceği dersler verilecek. Oyunculukla ilgili temel donanımların yer alacağı atölye eğitimlerinde kamerayla buluşma, senaryo çözümleme dersleride yer alacak.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Reha Özcan’dan Akkademi Tiyatro’da Kamera Önü Oyunculuk Atölyesi yazısına devam et
  • Bu Benim İlk Filmim

    Kültür Bakanlığı ve Film Yönetmenleri Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği Bu Benim İlk Filmim toplu gösterimi 11 Kasım’da başlıyor. Kültür Bakanlığı tarafından desteklenmiş ilk film projeleri olan yapımlar, 24 Kasım’a kadar Beyoğlu Yeşilçam Sineması’nda sinemaseverlerle buluşacak. Film Arası Dergisi’nin de sponsorları arasında yer aldığı etkinlikte vizyonda uzun süre kalma imkânı bulamayan filmlere alternatif bir gösterim şansı tanınıyor. Gösterilecek filmler arasında 11’e 10 Kala, Kavşak, Çoğunluk, İncir Reçeli, Saklı Hayatlar, Gişe Memuru ve Kar Beyaz gibi filmler var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haberler, gösterilecek filmler hakkında geniş bilgiler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bu Benim İlk Filmim yazısına devam et
  • Toprağa Uzanan Eller

    Ömer Can’ın yönettiği ve Şerif Sezer, Nail Kırmızıgül, Melih Selçuk ile Medya İzgi’nin oynadığı Toprağa Uzanan Eller, 01 Ağustos 2014′de PinemArt Film dağıtımıyla Ömer Can Production tarafından vizyona çıkarıldı.
    Toprak, Çukurova’ya mevsimlik işçi olarak giden bir ailenin ortanca çocuğudur. Sekiz yaşında olmasına rağmen hiç okula gitmemiş ve nüfusu henüz çıkarılmamıştır. Ablası Zehra 15 yaşındadır ve yüklü bir başlık parası karşılığı babası tarafından dedesi yaşında bir adama sözlenmiştir. Toprak’ın küçük kardeşi Zeliha ise geçirdiği çocuk felci sonrası görme yetisini kaybetmiştir.

    Toprağa Uzanan Eller yazısına devam et

    Ekonomik Krizde Kaybedenlere Selâm

    Kule Soygunu (Tower Heist)
    Yönetmen: Brett Ratner
    Senaryo: Ted Griffin-Jeff Nathanson
    Müzik: Christophe Beck
    Görüntü: Dante Spinotti
    Oyuncular: Ben Stiller (Josh), Eddie Murphy (Slide), Casey Affleck (Charlie), Alan Alda (Shaw), Matthew Broderick (Fitzhugh), Tea Leoni (Ajan Denham), Michael Pena (Dev’Reaux), Judd Hirsch (Avukat Simon), Gabourey Sidibe (Odessa)
    Yapım: Universal-Imagine (2011)

    Amerikalı yönetmen Brett Ratner’ın “Kule Soygunu” filmi, temel olarak Amerika’daki ekonomik krizin ruhuna dalıyor ve soyguncu zenginlere yumruğunu indiriyor.

    New York’taki en güvenli ve lüks kulesinin çatı katında yaşayan Arthur Shaw, hizmetinde bir dolu insan çalıştıran, dışarıdan bakılınca güven veren zengin bir adam. İşleri yürüten, organize eden Josh Kovacs, Shaw’un emirlerini akstmadan yerine getiriyor. Shaw’un çatı katında Mustang araba da var. Bu Mustang, ünlü aktör Steve McQueen’in 1968 yapımı “Bullitt – Gangsterin Kaderi” filminde kullandığı araba. Bu mücevher, bir yerden sonra filmin en önemli karakteri oluyor. Hikâyede her şey herkes için yolunda gibi görünüyor. Shaw kaçırılıncaya kadar. Josh, patronu kaçırıldığını sanırken patron şehri terk etmek için kendini kaçırtıyor. Shaw’un peşinde elbette FBI ajanları da var. Dolandırıcı olduğu anlaşılan itibarlı Shaw, FBI tarafından tutuklansa da kefaletle serbest bırakılıyor ve kuledeki çatı katında ev hapsinde tutuluyor. Kulede kendi çalışanlarının tüm birikimlerini dolandıran Shaw’un çatı katında para olduğuna inanan Josh, işten atılmış Charlie, Dev’Reaux ve her şeyini kaybetmiş borsacı Fitzhugh’la ekip kuran Josh, çocukluğundan beri tanıdığı küçük çaplı hırsız Slide’ı da yanına alarak soygun plânını uygulamaya koyuyor. “Şükran Günü”ne denk gelen bu soygunda bir dolu sürpriz de seyircileri bekliyor.

    Soygun filmlerine selâm…

    Florida’da 1969’da doğan yönetmen Brett Ratner’ı, 2000 yapımı muhteşem “The Family Man – Aile Babası” filminde fark etmiştik. Yönetmenin 2002’de “Red Dragon – Kızıl Ejder”, 2004’te “After the Sunset – Gün Batarken”, 2006’da “X-Men: The Last Stand – X-Men: Son Direniş” görülmeye değer filmleri de var. İşte bu Ratner, 2011 yapımı “Tower Heist – Kule Soygunu” filmini bir anlamda sinema tarihinin soygun filmlerine adamış. Film, bir noktadan sonra soygun filmlerinin ruh haline bürünüyor ve seyircisini hemen ekibin yanına çekiyor. Elbette hayatta devam ediyor. Hayatta bir kadını olmayan Josh, ajan Claire Denham’a bir an kendini yakın hissediyor. Onunla karşılıklı içmek ona iyi geliyor. Unuttuğu kurları yapıyor. Ama, Slide hikâyeye dahil olunca film eğlenceyi de hatırlıyor. Aslında filmde insanın zihninde kalan gerçek anlamda heyecan veren birkaç an da var. Mustang’i kuleden aşağı iple indirme çabaları insanda tam anlamıyla yükseklik korkusu yaşatıyor. Bu anı, sinemaskop olarak büyük perdede yaşamak gerekiyor. Güvenli kuleye giriş ve çatı katına ulaşma anları da heyecan yaratıyor perdede. Bu filmde, Eddie Murphy denilen muhteşem bir oyuncuyu da unutmamalı. Brooklyn’de 1961’de doğmuş Murphy, sinemaya insanları eğlendirmek ve mutlu etmek için düşmüş sanki. “Kule Soygunu” filmine de neşe getirmiş Murphy. Onu, 1982 yapımı “48 Hrs. – 48 Saat” ve 1984 yapımı “Beverly Hills Cop – Sosyete Polisi” filmiyle sevdik önce. Sonra da kaydadeğer filmleri gelmese de, 1996’da “The Nutty Profesor – Çatlak Profesör” ve 1998’de “Doctor Dolittle – Dr. Dolittle” onun epey eğlendiren filmleri oldu. Fonda duyulan müzikler de iyi ve filme ruh katmış. Filmin tüm oyuncularına da övgü göndermeli. Bu filmi, Amerika’da bazı salonlar göstermek istememiş. Çünkü vahşi kapitalizme eleştiri var ve “itibarlı” zenginlere yumruğunu indiriyor. Amerika’daki ekonomik krizin aslında ruhuna dalıyor “Kule Soygunu” filmi.

    (Bu yazı 04 Kasım 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (04 Kasım 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    Skyturk TV En Heyecanlı Yeri Programı’nda Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm

    Skyturk TV.de yayınlanan En Heyecanlı Yeri’nin bu haftaki 431. bölümünde yönetmeni Serdar Akar ve senaryo yazarı Emrah Serbes ile Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm sohbeti var. 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında gerçekleştirilen sohbetin yanı sıra programda, Ömer Vargı’nın ilk yönetmenliği olan Her Şey Çok Güzel Olacak’ın müzik videosu ve Ali Can Meydan’ın kısa canlandırması Uzak Doğu da var. Ceylan Özçelik’in hazırlayıp sunduğu En Heyecanlı Yeri programı Cuma 00:15, Cumartesi 11:10 ve 20:10 ve Salı 18:10’da Skytürk TV.de yayınlanıyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Skyturk TV En Heyecanlı Yeri Programı’nda Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm yazısına devam et
  • Senaryo Buluşmaları 2011’e Kayıt Şansı Hala Devam Ediyor

    Senaryo Buluşmaları 2011 seminer programı başladı ama katılma şansı hâlâ sürüyor. Kayıtların sadece bu hafta için devam ettiği belirtiliyor. Seminere katılmak isteyenlerin kalan 5 haftaya katılabilecekleri belirtiliyor. Önümüzdeki beş haftanın konukları Cem Özkan, Mahinur Ergun, Bülent Emin Yarar, Yavuz Turgul ve Sertaç Ergun. 29 Ekim 2011 Cumartesi gününün konuğu olan Cem Özkan, müzisyen gözüyle senaryoya bakacak, müzik ve senaryo ilişkisini anlatacak. Kayıt için 05333155985 no.lu telefondan Özlem Tatlıcan ile görüşebilirsiniz.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Senaryo Buluşmaları 2011’e Kayıt Şansı Hala Devam Ediyor yazısına devam et
  • Anadolu Kartalları, Vestel’in Katkılarıyla Yarın Tüm Türkiye’de Vizyona Giriyor

    Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. kuruluş yıldönümünde, Türkiye’nin lider teknoloji üreticisi Vestel’in ana sponsorluğunda gerçekleştirilen, başrollerini Engin Altan Düzyatan, Çağatay Ulusoy, Özge Özpirinçci, Hande Subaşı, Alpay Atalan, Alper Saldıran, Ekin Türkmen ve İsmail Filiz’in paylaştığı Anadolu Kartalları filmi yarın 278 kopyayla, 325 salonda vizyona giriyor. Ömer Vargı’nın yönettiği Anadolu Kartalları filminin genç kuşak oyunculardan oluşan kadrosuna, İlhan Şeşen, Şevket Çoruh, Ediz Hun, Filiz Taçbaş, Ayşe Tunaboylu ve Tuncay Beyazıt gibi deneyimli oyuncular da eşlik ediyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Engin Altan Düzyatan, Kanal D Cinemania’da

    Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu sinema programı Kanal D Cinemania’da bu haftanın stüdyo konuğu Anadolu Kartalları filminin başrol oyuncularından Engin Altan Düzyatan.
    Anadolu Kartalları neyi ifade eden bir tanımlama? Küçükken pilot olmak istediğini söyleyen ünlü oyuncu film çekimleri sırasında F-16’yla uçtuğunda neler hissetti? Düzyatan, neden dünyaca tanınan biri olmak istemiyor?
    Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda vizyona giren yeni filmler, haberler, vs. yer alıyor. Ömür Gedik’le Cinemania her Cumartesi Kanal D’de.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Engin Altan Düzyatan, Kanal D Cinemania’da yazısına devam et
  • Bir Zamanlar Anadolu’da Bürokratik Ağda Dolaşım

    Felsefeci Alain Badiou “Başka Bir Estetik” adlı yapıtında sinemayı kısaca şöyle ifade eder: “aksiyomatik yargıya uygun biçimde ele alındığı takdirde bir film fikrin geçişini çekim ve montaj çerçevesinde sergileyen şeydir.” Buradan yola çıkarsak, “Bir Zamanlar Anadolu’da hangi fikrin geçişini sağlamaktadır” sorusunun cevabı olarak, filmde geçişi sağlanan fikrin “bürokratik ağdaki erk dolaşımı” üzerine konumlandırılmış olduğunu söyleyebiliriz.

    BZA’da gerek arabaların içinde gerekse de bozkırlarda yürürken gördüğümüz bürokratik araçlar, aynı zamanda bürokrasinin en temel öğeleridir: polis, savcı, asker ve bunların işlevselliğini kimliklendiren kişileri temsil eden katil, kurban, doktor. Şayet noktaların arasından ip geçirip gerersek meydana gelen şeyin, iktidarın gezim alanı olduğunu görürüz. BZA’nın yönetmeni Nuri Bilge Ceylan ve birlikte senaryoyu oluşturduğu Ebru Ceylan ile Ercan Kesal’ın peliküle aktardıkları şey, ipin oluşturduğu ağdaki dolaşımın hikâyesi. Bürokrasinin tepeden aşağıya inen tek yönlü güç vektörünün yerini döngüsel dolaşımın almasına bir cinayet sebep oluyor; daha doğrusu hep piramit sistemi olarak toplumun kafasında şekillenmiş olan bürokrasinin aslında dairesel yapıda olduğunu doğrulatan şey filmdeki cinayetin hikâyesi oluyor. Şimdi, filmde titizce yorumlanmış olan dairesel ağ modelini biraz daha açalım.

    Dolaşım Ağı

    BZA’nun konuya girizgâhı kurbanın cesedinin aranması ile oluyor. Bürokratik ağın iktidarı, soruşturmadaki arama safhasında komiser Naci karakterinde bulunmakta. Komiser Naci, hayatı boyunca karşılaştığı her suç olayında kendi gücünü sayısız kez sınamış, her sınanma kendine ait bakışlar dizgesi oluşturmuş. Böylece, cinayetin iç yüzünün kendi kendine her adımda devinerek ortaya serpileceğine dair inancı tam. Ona bu rahatlığı veren diğer olgulardan biri, katil zanlısı Kenan’ın kendi işlediği cinayetin itirafçısı olması; diğer olgu ise, o anda soruşturmanın içinde bulunulan aşama -iz sürme faslı- bittiği zaman yüklendiği tüm sorumluluklardan kurtulacağını bilmesi. Fakat ceset bulunamadıkça, bozkırların karanlığında sonsuzmuşçasına hapsolunmuş yolda dolanıldıkça komiserin elinde tuttuğu erk gücü kayıp gidiyor. İçinde bulunduğu koşullara, ceset bulunduğu an iktidarını kaybedecek olmasının (diğer bir ifadeyle, uzmanlık alanının sağladığı fayda sürecinin kapanmasıyla, iktidar süresinin başka bir soruşturmaya kadar yok olmaya mahkûm olmasının) yarattığı gizil sıkıntı da ekleniyor ama izleyiciler komiser Naci’nin bu husustaki sıkıntısını, savcı Nusret’in iktidarı başlayana kadar keskince farkedemiyor; ne zaman ki ceset bulunuyor, işte o zaman savcının iktidarı başlıyor. Komiser Naci’nin “at gibi şahlandı bizim savcı gördün mü bak,” diye alt kademesindeki genç memura serzenişinde saklı olan şey; gecenin başında kendisine kaybedilmek üzere teslim edilmiş yetkenin peşinde sürdürdüğü uğraşı trajik bir boyuta vardırıyor. Cesedin bulunması sabahı buluyor ve iktidarın getirdiği iyi kötü herşeyden soyutlanan Naci’nin artık tek derdi çocuğu için doktora yazdırması gereken ilâç oluyor.

    Naci’nin tersine, hatta ağdaki dolaşımdan hiç çıkamayan, cinayet işlenmese de çıkamayacak olan karakter Arap Ali. Yeraltındaki mitolojik ölüler krallığından beridir kültürel normlarda kendine yer bulmuş olan namütenahi kayıkçıdan pek farkı olmayan bir şöför. İçinde bulunduğu soruşturmanın kendine özgü yapısından kaynaklanan tüm özgüllüklerden Arap Ali muaf; çünkü her zaman yaptığını burada da yapıyor: yolcuları gereken yere getirip götürüyor. Dalından kopardığı elmanın bile bir yolculuk hikâyesi oluyor.

    Savcı Nusret’in bürokratik ağdaki dolanımı ilginç. Ağ dairesel demiştik fakat dolaşımın en son vardığı nokta o dairenin nirengi güç noktası oluyor. Biraz daha açarsak, gerilen ipteki otorite dolaşımı arkasına katarak ilerliyor, nirengi noktada bulunan karakter savcı Nusret oluyor. Komiser Naci sahip olduğu yetkeyi soruşturma ilerledikçe kaybedeceğini biliyorsa (bu açıdan bakarsak Komiser’in gerçek korkusu aslında soruşturmanın ilerlemesi denebilir, fakat o zaman niye soruşturmanın aydınlanması için bu çabası? Çünkü başka bir soruşturmada ona tekrar teslim edilecek olan komutayı, başarısız olursa, artık sonsuza kadar kaybetmiş olacak. Uzmanlık alanında bulunduğu zaman boyunca ahlâkını belirleyen şey kendi uzmanlığının direktifleri. Ceset bulunduğu zaman savcıya nefret ile bakması, bu durumun önemli kanıtlarından biri olarak gösterilebilir.), savcı Nusret de aynı şekilde iktidarın büyüye büyüye en sonunda avucuna teslim edileceğinin ve maddi yönden de aslan payını kapacağının farkında. Komiser sıkıldıkça, savcının gece boyunca -soruşturma yalpalaya yalpalaya sürmesine rağmen- koruduğu soğukkanlılığın ardında yatan şey, “dönüp dolaşıp” kendine gelecek olan güç. Artık, başta modellediğimiz ağın sadece dairesel değil, küçük kesitten büyük kesite doğru dairesel hareketlerde bulunan üç boyutlu bir spiral olduğunu dile getirebiliriz.

    Katil zanlısı Kenan’ın ağdaki dolanım durumu statik. Yetkesi yok, evet, ama ağdaki mevcudiyetini yok sayamayız çünkü işlediği cinayet bürokratik uzay-zamana sebebiyet veren mekânı-geceyi oluşturan olay. Spiralin ortaya çıkmasına sebep olan Kenan’ın ta kendisi. Ağın iplerini dokuyan ve geren o. İşlediği cinayet, büyük patlama misali güç dolanımını harekete geçiriyor ve güç araçlarını temsil eden karakterler bürokratik evrenden çıkıp gelerek kendi rollerini oynamaya başlıyorlar. Kenan kendi yarattığı dünyanın seyircisi oluyor, bu yüzden filmin başında Kenan’ın ne yaptığını içten içe bilen sinemadaki seyircilerin, buna rağmen kendilerini en yakın hissettiği karakter Kenan oluyor. Fakat soruşturma ilerledikçe asıl izleyici ortaya çıkıyor: Doktor Cemal.

    Doktor Cemal ile Arap Ali arasında dışsallaşma açısından bir benzeşi söz konusu. Bu benzeşi, konumlandırılma biçimlerinde yatıyor. İkisi de meydana gelen spiralin hem içindeler hem de dışındalar. Daha doğrusu Arap Ali, ağ yapısına, sabit yetkesiyle (soruşturma süresince kendi erkini kaybetmeyen tek bürokratik araç. Erkini kaybetse bile hemen tekrar kazanabilmesi, küçük erk süreçlerini kaynaştırarak sabit bir bütün haline getiriyor. Modellersek: Zanlı cesedin yerini tarif ediyor – Arap Ali yetkesiyle yanındakilere yol gösteriyor – cesedin olduğu varsayılan yere varılıyor – Ali, erkini ilgili bürokratik araca devrediyor ve bekliyor. Ceset bulunamazsa aynı süreç tekrar yaşanıyor. Durum sıklaştıkça Arap Ali’de erk sürekli hale gelip sabitleşiyor.) içrek olduğu için, cinayet soruşturmasındaki diğer karakterlere göre dışsallaşmış. Arap Ali’nin nihilist, umursamaz tavrı kendi erkinin soruşturma boyunca süregelen sabitliğinden ileri geliyor. Doktor Cemal’in nihilizmi ise, taşranın dışından gelmiş daimi izleyici bir kentli konumuna saplanıp kalmasından kaynaklı. Böylece; mutlak dışsallığa teslim olan Cemal’in, Arap Ali’deki dışsallaşmışlıktan ziyade, yabancılaşmış biri olduğu belli oluyor. Birbirlerine karşı olan diyalektik izlenimleri sayesinde iki karakteri de tanımamız, sohbetlerindeki dışa vurumla oluyor. Aynı zamanda döngüsel dolaşımda doktora, Arap Ali’de olmayan özgürlük niteliğini veren esans, doktorun bu sarsılmaz izleyici hali. Bunun sonucunda bürokratik uzay-zamandaki tanrıya-savcıya ayna tutacak kadar, hatta savcının sahip olduğu erkin hastalıklı yapısını ortaya çıkartacak kadar ileri gidebiliyor ve bunun için pek çaba bile harcamıyor; savcı kendiliğinden karısının ölümüne dair saklı gerçekleri elinde olmadan dökdükçe döküyor. Saklamaya çalışmasına rağmen başaramıyor çünkü doktor savcıya tuttuğu aynayı hiç elden düşürmüyor. Doktorun tek yaptığı savcıya aynayı göstermek oluyor. Peki doktor Cemal’e ayna tutan kim oluyor? Hikâyede bunu yapabilen kişi; otoritel ağdan kopuk olan, aynı zamanda da Doktor Cemal’in benliğindeki toprağın altına gömülü olan gizemli kişi: Ernest Guy Ceriani. Nam – ı diğer “Taşra Doktoru”…

    W. Eugene Smith’in Taşra Doktoru

    Ernest Guy Ceriani’yi filmde sadece tek bir karede görüyoruz: Doktor Cemal çalışma masasına yöneldiği zaman, yanıbaşındaki fotoğrafta. Nuri Bilge Ceylan’ın düşük alan derinliği ile kadraja aldığı bu fotoğraf, kendini gizemlice ele veriyor. Fotoğrafı çeken kişi usta fotoğrafçı “W. Eugene Smith”. Fotoğraf, E. G. Ceriani’nin 1948 yılında Amerika’nın Colorado taşrasındaki kasabada geçirdiği doktorluk serüveninin karelerinden oluşan “The Country Doctor – Taşra Doktoru” adlı fotoğraf serisinden. Bu kare, fotoğraf sevdalısı Nuri Bilge Ceylan’ın Smith’e gösterdiği saygı duruşunun ötesinde tabii ki. Taşra Doktoru serisi incelendiği zaman, her fotoğrafta doktor Ceriani’nin cesareti, mesleğine adanmışlığı, taşra ile kurduğu sarsılmaz bağ, izleyici olmayan hali karşımıza çıkar. İşte doktor Cemal o fotoğrafı yanıbaşında tutuyor, o fotoğraf sayesinde izleyici olmadığına kendini inandırmaya çalışıyor, o idealist doktor gibi kendi hikâyesinin kahramanı olduğunu benliğine doğrulatmaya çalışıyor. Sadece o fotoğraf değil, kaybettiği kimliğini edinebilmek için çocukluğundan süregelen kareler de Cemal’in yardımına koşmak için oradalar. Zaten fotoğraflar, kimliğin analitik olarak bellenmesine olan katkı kadar kişiseldir. Ama artık çok geç. Cemal idealist kimliğini, içindeki taşra doktorunu kaybettiği gibi, kendi yaşamsal kimliğini de kaybetmiş; daimi seyirciye dönüşüvermiş. Son karede onu pencereden dışarı bakarken görüyoruz, filmin başında camdan içeri bakan biz izleyicilerden farksız adeta. Biz onun hikâyesine ne kadar izleyici isek, o da kendi hikâyesine o kadar izleyici.

    Dolaşım Ağının Niteliği

    Cinayetin bürokratik evrenden çekip getirdiği dolaşım ağının gezim süreçlerinden ayrı düşünülemeyecek olan “ağ niteliği”ne göz atmakta fayda var. İpin liflerini oluşturan sayısız parçacıktan seçim yapan BZA, ön plâna çıkarttığı motifi, erk yetkesinin kadın üzerinden şekillenişinden yana kullanmış.

    John Berger “Görme Biçimleri”nde kadının, gözleyen ve gözlenen olmak üzere özvarlığının ikiye bölündüğünden söz eder. Kadının bölünmesi, erkeklerin mülkiyetindeki toplum tarafından şekillendirilerek koşullanmış olmasından ileri gelmiştir. Muhtar’ın kızının elektrik kesildikten sonra gaz lâmbası eşliğinde çay getirdiği sahneyi anımsayalım. Her ikramında görünen, göründükçe kendi kimliğini oluşturan kadının yanında, kadına bakan erkeğin kendini tanımlamasıdır söz konusu olan. Karanlık odada gezinen muhtarın kızı, toplum içerisinde kendini her zamanki gibi erkek bakış açısıyla (istemsiz olarak) gözleyip tartarken, bakan gözler etrafında belirir. İktidar ağının karanlıkta aydınlanması eş zamanlı olarak ipin niteliğindeki söz konusu kısmı görünür kılar. Yetke evreninden gelen otoritenin içinde ortak mevcudiyetini koruyan varlık, kadının toplumsal bastırılışını barındırır. İkram-sunuş dolanımının aydınlattığı iktidar ağındaki saklılık, kendini artık git gide ele verir; ele verme savcı Nusret’in sırrına ve cinayetin oluş sebebine kadar çözülerek sürer.

    BZA’da hikâyeye konu olan iktidarın dolaşım ağındaki araçların hepsi, yoksunlaştıkları ve başat becerilerini kaybettikleri için nitelikli analiz yapmaktan acizdirler; öyle ki köhneleşme ve işlevsizleşme, bürokratik araçlardan otopside kullanılan cerrahi araçlara kadar yayılmıştır. Dahası, bir zamanlar kusursuz çalıştıkları bile şüphelidir.

    (Bu yazı Kasım 2011 tarihli Altyazı Dergisi’nde yayınlanmıştır.)

    (03 Kasım 2011)

    Onur Civelek

    [email protected]

    Musallat 2: Lanet, 02 Aralık’ta Vizyonda

    Türk korku filmi tarihinde bir çığır açan ve 2007 yılında ilkiyle büyük beğeni toplayan Musallat filminin ikincisi Musallat 2: Lanet, 02 Aralık Cuma günü vizyonda. Korku filmi sevenlerin merakla beklediği filmin korkutan afişi Emre Erdem tarafından tasarlandı.
    Yapımcı Banu Akdeniz, korku filmi severlerin ve eleştirmenlerin “Bugüne kadar yapılmış en iyi Türk korku filmi” olarak nitelendirdikleri Musallat’ın, gördüğü ilgi ve başarı üzerine ikincisini sinemaseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. Musallat 2: Lanet’in yönetmen koltuğunda yine ilk filmin başarılı ismi Alper Mestçi var.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu