Kategori arşivi: Yazılar

Efsaneleşmiş Filmlerin Görüntü Yönetmeni Gilbert Taylor 99 Yaşında Veda Etti

Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıl (21 Nisan 1914’te) dünyaya gelen İngiliz görüntü yönetmeni Gilbert Taylor 99 yaşında yaşama veda etti.

Taylor bütün çalışmalarıyla 2001’de İngiliz Görüntü Yönetmenleri Derneği’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülüne layık bulunmuştu… Aynı dernek “The Omen-Kehanet”le de 1976’nın en iyi görüntü yönetmeni ödülünü kendisine sunmuştu.

Gilbert Taylor, 2006’da da Amerikan Görüntü Yönetmenleri Derneği’nin özel ödülüne layık bulunacaktı.

Taylor, “Cul-de-sac” ve “Repulsion” adlı filmleriyle de BAFTA (İngiliz Oscarı) ödüllerine aday gösterilmişti.

Efsaneleşmiş filmlere imza atmasına rağmen Taylor Oscar Ödülüne aday gösterilmedi ve özel bir Oscar ile de onurlandırılmadı.

Taylor, gerçek bir öyküye dayanan ve İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz havacılarının Alman barajlarını yıkan saldırısını konu alan “The Dam Busters” (1955) filminin özel görüntü efektlerini yaparak ilk defa adını duyurmuştu.

Taylor’ın Görüntü Yönetmeni Olarak Çalıştığı Başlıca Filmler Şöyle Sıralanıyor:

* “Star Wars-Yıldız Savaşları” / George Lucas (1977)
* “Dr. Stangelove-Garip Doktor” / Stanley Kubrick (1964)
* Beatles Topluluğunun Filmi: “A Hard Day’s Night-Gençlerin Sevgilisi” / Richard Lester (1964)
* “Repulsion-Tiksinti” / (Türkiye’deki DVD’sine verilen isim) Roman Polanski (1965)
* “Cul-de-sac-Bozuk Düzen” (Türkiye’deki DVD’sine verilen isim) / Roman Polanski (1966)
* “Frenzy-Cinnet” / Alfred Hitchcock (1972)
* “The Omen-Kehanet” / Richard Donner (1976)
* Çizgi roman uyarlaması: “Flash Gordon-Fezada Çarpışanlar” / Mike Hodges (1980)
* TV dizisi: “The Avengers-Tatlı Sert” (1966-69)
* “The Tragedy of Macbeth-Kanlı Saltanat” / Roman Polanski (1971)

Not: Yazıda adı geçen filmlerin Türkiye’deki gösterim adları verilmiştir.

(30 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Amerikan Solu Geçmişle Hesaplaşıyor

‘Geçmişin Sırları / The Company You Keep’, yetmişli yıllardaki popülaritesini 80’lerde başladığı yönetmenlik kariyeriyle sürdüren Amerikan sinemasının simge figürlerinden Robert Redford’ın son çalışması. İlerlemiş yaşına rağmen film çekmeyi sürdüren Redford’ın ilk kez geçtiğimiz yıl Venedik Şenliği’nde gösterilmiş olan filmi, ülkesinin yakın tarihine ışık tutması açısından ilginç bir deneme.

Akademisyen yazar Neil Gordon’ın kurgusal romanından serbest olarak uyarlanmış olan film, FBI’ın yıllar sonra izine ulaştığı yetmişli yılların militan grubu ‘The Weather Underground’ elemanlarının geçmişle hesaplaşması üzerine. Bob Dylan’a ait bir şarkı sözünden aldıkları (‘You don’t need a weatherman to know which way the wind blows / Rüzgârın nereden eseceğini bilmek için hava durumu uzmanına ihtiyacın yoktur’) ‘Weatherman’ adıyla da anılan grup soğuk savaş döneminin etkin figürlerindendir. Afrikalı Amerikan siyahi kesimin sivil haklar mücadelesi sürerken, ülkenin büyük bir çoğunluğun karşı çıktığı Vietnam savaşına sürüklendiği yıllardır bunlar. Savaş muhaliflerinin lideri konumundaki ‘Demokratik Öğrenci Birliği / Students for a Democratic Society (SDS)’nin şiddet içermeyen protestoları savaşı sona erdirmeye, binlerce gencin kanun zoruyla Vietnam batağına gönderilmesini durdurmaya yetmez. Barışçıl protestolar, oturma eylemleri devlet güçleri tarafından şiddetle karşılık görür. Kent ve Jackson State üniversiteleri’nde kanlı olaylar yaşanır. Hayal kırıklığı içindeki bir grup SDS üyesi ‘Weatherman’ bünyesinde bir araya gelir. Onlara göre Amerika’nın Vietnam’a müdahalesini bitirmenin en etkin yolu savaşın ülke dahiline çekilmesidir. Savaş karşıtı hareket böylece şiddet yolunu seçer, Kongre ve Dışişleri binası gibi devlet dairelerinin bombalanması eylemleri gerçekleştirilir. İş çığrından çıkar, banka soygunları başlar ve sivil kurbanlar verilmeye başlanır.

Neil Gordon’ın kurgusal romanı, eski militan, şimdinin saygın avukatının yetişkin kızına farklı kişiler ve farklı bakış açılarıyla yazılmış e-mail’ler aracılığıyla fırtınalı geçmişin izini sürer. Gordon taraf tutmayan soğukkanlı bir dönem araştırması peşindedir.

Redford’ın hikâyesi, aynı grubun üyesi Sharon Solarz’ın (Susan Sarandon) kimliğinin ortaya çıkmasıyla başlar. Bunu takiben genç bir gazetecinin (Shia LaBeouf) araştırmasıyla topluluğun farklı kimliklerle gizlenmiş diğer üyeleri birer birer açığa çıkar. Bizzat Redford’ın canlandırdığı avukat Jim Grant’ın -ya da gerçek kimliğiyle Nick Sloan’ın- izini kaybettirme çabaları ve ülkenin dört bir yanına dağılmış eski yoldaşları ile hesaplaşması üzerinedir bundan sonrası.

Redford sağlam bir başlangıç yapıyor. Sharon Slarz ile genç gazetecinin cezaevindeki görüşmelerinin yer aldığı etkileyici bölümde, Susan Sarandon’ın enfes yorumuyla tarafını belli ediyor. ‘Çoğumuz kötülükten uzak yaşadık’ der Slarz. ‘Tüm dünyada parçası olmak istediğimiz bir devrim rüzgârı esiyor, hükümetimiz Uzak Doğu’da milyonlarca insanı katlediyor ve bizler haberler ve dergilerde korkunç fotoğraflara tanık oluyorduk. Delirmiştik, ne yapacağımızı bilemiyorduk. Protesto ettik, kafalarımız kırıldı. Yaşıtımız gençler hükümetimiz tarafından kampüslerde öldürüldü. Ve olaylar gittikçe şiddetlendi. Hükümetimiz soykırım yaparken, evde otursaydık asıl şiddet bu olurdu’ diye devam eder ve sorar genç muhabire: ‘Peki sen ne için her şeyi göze alırsın?’
Y kuşağı temsilcisi gazeteci çocuk cevap veremez.

Redford bu bölümün vaad ettiklerinin üzerine daha fazla gitmemiş. Yakınlarda Wall Street direnişi deneyiminden geçmiş 90’lar kuşağının yakın geçmişi nasıl yorumladığı üzerine geliştirmemiş hikâyesini. Filmin geri kalanı yaşlı avukatın FBI’dan kaçısı ve eski bir gönül hikâyesi üzerine yoğunlaşmış. Bu nedenle eksik kalmış bir çalışma ‘Geçmişin Sırları’. Yine de bir döneme ışık tutan, yetmişlerdeki şiddet eylemlerinin Amerikan solu üzerindeki etkileri üzerine kafa yormak için ilginç bir deneyim.

(28 Ağustos 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Eski Dostlarla Yeniden… Büyükler 2

Adam Sandler… Seveni de çok, nefret edeni de… Tıpkı bizim Şahan Gökbakar gibi… Ben sevenlerdenim. Adam Sandler’i tabiî ki. Komedi ile bayağılık arasındaki o incecik çizgiyi her seferinde ustaca ve zekice koruduğu için bile saygı duyduğum bir aktör… Ayrıca çok da duygusal… Onun filmlerinde hep iyilik, aşk ve aile kazanır. Bir de vazgeçemediği 80’ler ve gençliği var tabiî ki… Kendisiyle ve kuşağıyla nasıl dalga geçiyorsa, yeni nesille de bir o kadar güzel kafa buluyor.

Kabul ediyorum, son yıllarda kendisinden beklenmeyecek kadar kötü işlerle seyirci karşısına çıktı. Belki de her yıl bir film çekme telâşına düşmese, kendisini biraz özletse, eminim çok daha iyi ve önemli filmlere de imza atacaktı. Özellikle arka arkaya gelen Jack and Jill ve That’s My Boy her halde son yıllarda izlediğim hem en kötü komediler hem de Adam Sandler’e yakışmayacak kadar ucuz işlerdi.

Neyseki Sandler yine aklını kullandı ve yeni bir risk almadan, hali hazırda gişe rekorları kırmış (260 milyon dolardan fazla) Grown Ups – Büyükler filminin devamını getirmeye karar verdi.

Büyükler 2, her devam filminde olduğu gibi ilkinin gölgesinde kalma hezimetinden kurtulamasa da, kendisini izletiyor. Üstelik bol bol kahkaha da atıyor, daha ne olsun. Sandler ve çetesi yine bildiğimiz gibi ama filmin sürprizi Twilight’in yakışıklı kurdu Taylor Lautner. Filme renk ve eğlence kattığını düşünüyorum. Özellikle The Twilight Saga: Breaking Dawn Part 2 – Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2’yi ti’ye alan karşılaşma sahnesi oldukça eğlenceliydi. Toparlamak gerekirse, eğer Adam Sandler’in mizah anlayışını, 80’leri ve Büyükler felsefesini sevdiyseniz, iyi vakit geçirmek için Büyükler 2 iyi fikir. Lakin hem Sandler’dan hem de onun espri anlayışından haz etmiyorsanız alternartif arasanız iyi olur ancak bu haftanın diğer filmleri de öyle pek de parlak değiller. Uçaklar 2, Şeytan Tohumu, Bu Aşk Fazla Sürmez ve Geçmişin Sırları da farklı türlerde olsalar da hemen hemen aynı seviyede. O yüzden haftanın filmlerinden bir sıralama yapmam gerekse yine en başa Büyükler 2’yi en sona da Bu Aşk Fazla Sürmez’i koyardım. Aradaki boşlukları siz doldurun. İyi Seyirler…

(26 Ağustos 2013)

Gizem Ertürk

2013’ün Hasılat Tablolarında Çok Sayıda Hayal Kırıklığı Var

Efsanevi Rudolph Valentino’nun başrolünde olduğu, sekizyüzbin dolara malolan, 6 Mart 1921’de gösterilmeye başlanan, 1. Dünya Savaşı karşıtı “The Four Horsemen of Apocalypse-Kıyametin Dört Atlısı / Süvarisi”nin (Metro Pictures Corporation) 92 yıl önceki Kuzey Amerika (ABD-Kanada) sinema hasılatı olan 9 milyon 183 bin 673 doların enflasyon farkı hesaplandığında bugünün yaklaşık 374 milyon doları olduğu hesaplanıyor… Yani bu film o dönemde deyim yerindeyse kapalı gişe gösterilmiş ve biletleri karaborsaya düşmüş… Valentino’nun 1926’da genç yaşta ölümünden sonra hayatına son veren pek çok hayranı olmuş…

Oysa “Women in Love-Aşık Kadınlar”la en iyi yönetmen Oscarına adaylık kazanan Ken Russell’ın beş milyon dolara malolan ve üç dalda İngiliz Oscarlarına (BAFTA ödüllerine) aday gösterilme başarısını kazanan “Valentino” adlı biyografik filmi 1977’de gişe hasılatında tam olarak battı ve Ken Russell bir sonraki sinema filmi “Altered States”da (1980) 27. seçenek yönetmen olarak iş bulabildi…

Geçen sürede havuzun suyu, seyircinin zevkleri ve beğenileri tamamen değişmiş, Valentino’yu dünya üzerinde tanıyanların, ona ilgi duyanların ya da onun hayat öyküsünü merak edenlerin sayısı birkaç bin kişiyle sınırlı kalmıştı.

Biz geçmişi bir yana bırakalım, 2013’ün güncellenmiş dünya sinema hasılatlarına dönelim ve rakamların neler söylediğine bir bakalım.

95 milyon dolar bütçeli ve çok uzun, çok yorucu adlı film “Percy Jackson & The Olympians: The Lightning Thief-Percy Jackson & Olimposlular: Şimşek Hırsızı” üç yıl önce 226 milyon dolarlık bir dünya sinema hasılatına ulaşmıştı.

Serinin ikinci bölüm olan “Percy Jackson: Sea of Monsters-Percy Jackson: Canavarlar Denizi” 90 milyon dolara maloldu ve şu ana kadar 34 milyon dolar hasılat toplayabildi. Üçüncüsü yapılamayabilir.

“The Smurfs-Şirinler” 110 milyon maliyetine karşılık 563 milyon dolar hasılat toplamıştı. 2015’te “Şirinler 3” yetiştirilecek ancak 105 milyon dolar maliyetli “Şirinler 2” şu ana kadar elde ettiği 157 milyon dolar hasılatla hayal kırıklığına dönüştü bile… İnsanlar “Şirinler”i artık şirin bulmuyor mu acaba?

“Red” 58 milyonluk maliyeti ve 199 milyon dolarlık hasılatıyla yapımcılarının yüzünü güldürmüştü. Ancak 84 milyon dolar maliyetli 93 milyon dolar hasılatlı “Red 2” tam anlamıyla battı. Dev kadrolu “Red” serisinin hayranları var mıdır bilemiyorum ama var ise onlara kötü haber üçüncü “Red” filmi olmayabilir!

Öte yandan 115 milyon dolara malolan “Elysium: Yeni Cennet”te 44 milyon dolarlık dünya hasılatıyla pek umut vermiyor.

Kimi kaynaklarda 61, kimilerinde 74 milyon dolar harcandığı açıklanan “Zorlu İkili-2 Guns”da elde edebildiği 49 milyon dolarla iyi bir başlangıç yapamadı.

50 milyon dolar maliyetli 3 Boyutlu animasyon “Planes-Uçaklar” da şimdilik 22 milyon dolar elde edebildi.

Yılın Gişede En Başarılı Filmleri (En Yeni Rakamlar):

* “Mama” / Maliyet: 15 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 146 milyon dolar.

* “The Purge-Arınma Gecesi” / Maliyet: 3 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 81 milyon dolar.

* “Warm Bodies-Sıcak Kalpler” / Maliyet: 35 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 116 milyon dolar.

* “Safe Haven” / Maliyet: 28 milyon dolar / Sadece Kuzey Amerika hasılatı: 71 milyon dolar.

* “This is the End” / Maliyet: 32 milyon dolar / Sadece Kuzey Amerika hasılatı: 111 milyon dolar.

* “Despicable Me 2-Çılgın Hırsız 2” / Maliyet: 76 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 749 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Iron Man 3” / Maliyet : 200 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 1 milyar 212 milyon dolar. Gösterimi bitti.

* “Man of Steel” / Maliyet: 225 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 648 milyon dolar.

* “Fast and Furious 6-Hızlı ve Öfkeli 6” / Maliyet: 160 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 782 milyon dolar. Bugüne kadar ki en iyi “Fast and Furious” hasılatı… Gösterimini bitirdi…

* “Hansel and Gretel: Witch Hunters” / Maliyet: 50 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 225 milyon dolar.

* “Monsters University-Sevimli Canavarlar Üniversitesi” / Maliyet: Açıklanmıyor / Dünya Sinema hasılatı: 637 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “The Croods-Crood’lar” / Maliyet: 135 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 583 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Great Gatsby-Muhteşem Gatsby” / Maliyet: 105 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 330 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “G. I. Joe: Retaliation-G. I. Joe: Misilleme” / Maliyet: 130 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 371 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “The Hangover III: Felekten Bir Gece 3” / Maliyet: 103 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 350 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “A Good Day to Die Hard-Zor Ölüm: Ölmek İçin Güzel Bir Gün” / Maliyet: 92 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 304 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Star Trek: Into Darkness-Bilinmeze Doğru: Star Trek” / Maliyet: 190 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 452 milyon dolar. Bugüne kadarki en iyi “Star Trek” hasılatı…

* “Identity Thief-Kimlik Hırsızı” / Maliyet: 35 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 173 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “The Heat-Ateşli Aynasızlar” / Maliyet: 43 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 198 milyon dolar.

* “The Wolverine” / Maliyet: 120 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 307 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “The Conjuring-Korku Seansı” / Maliyet: 20 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 168 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Now You See Me-Sihirbazlar Çetesi” / Maliyet: 75 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 255 milyon dolar.

Beklentilerin Çok Altında Kalanlar (En Yeni Rakamlar):

* “Oblivion” / Maliyet: 120 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 286 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Oz the Great and Powerful-Muhteşem ve Kudretli Oz” / Maliyet: 215 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 491 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Epic-Doğal Kahramanlar” / Maliyet: 100 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 249 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “World War Z-Dünya Savaşı Z” / Maliyet: 190 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 502 milyon dolar.

* “Olympus Has Fallen-Kod Adı: Olympus” / Maliyet: 70 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 161 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

Batan Filmler (En Yeni Rakamlar):

* “Escape From Planet Earth” / Maliyet: 40 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 70 milyon dolar.

* “42” / Maliyet: 40 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 95 milyon dolar.

* “Grown Ups 2-Büyükler 2” / Maliyet: 80 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 154 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “The Lone Ranger-Maskeli Süvari” / Maliyet: 215 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 196 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “R. I. P. D.-Ölümsüz Polisler” / Maliyet: 130 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 56 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Pacific Rim-Pasifik Savaşı” / Maliyet: 190 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 344 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “White House Down-Beyaz Saray Düştü” / Maliyet: 150 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 125 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “After Earth-Dünya: Yeni Bir Başlangıç” / Maliyet: 130 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 244 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Jack the Giant Slayer-Dev Avcısı Jack” / Maliyet: 195 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 197 milyon dolar.

* “The Host” / Maliyet: 40 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 48 milyon dolar.

* “Turbo” / Maliyet: 135 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 136 milyon dolar.

* “Pain and Gain-Zor Kazanç” / Maliyet: 26 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 49 milyon dolar.

* “The Internship-Genç Çıraklar” / Maliyet: 58 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 75 milyon dolar.

(23 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Aile Bir Takımdır

Geçtiğimiz yıl Venedik Şenliği’nin yarışmalı seçkisinde yer almış olan ‘Ailem İçin / At Any Price’, İstanbul Film Festivali’nin bizlere tanıtmış olduğu Ramin Bahrani’nin son çalışması. İran asılı Amerikalı sinemacının bir üçlemeyi oluşturan önceki filmlerinin tümü izlenmişti festivalde. Bunlardan 2005 yapımı ‘Seyyar Satıcı / Man Push Cart’, New York sokaklarında kahve çörek satan Pakistanlı Ahmet’in hikâyesi çerçevesinde büyük kentte yaşayan Güney Asyalı göçmenlere odaklanır. 2007 yapımı ‘Küçük Çırak / Chop Shop’un Latin kökenli Alejandro’su, bir kez daha New York’da, bu defa Queens varoşlarının araba tamircileri çarşısında küçücük kafasında hayalini kurduğu Amerikan rüyasının peşindedir. Üçlemenin son çalışması ‘Hoşçakal Solo / Goodbye Solo’, yine Amerika’nın göçmen alt sınıflarından Senegalli taksi şöförünün yaşam kavgasına tanıklık eder. Bu defa merkezde Amerikalı bir karakter de yer alır. Pişmanlıklarla dolu hayatını sona erdirmek isteyen yorgun William, yaşam karmaşasına gülen gözlerle bakan Solo’dan kendisine yardımcı olmasını ister. İranlı usta Abbas Kiarostami imzalı ‘Kirazın Tadı’nı anımsatır ‘Goodbye Solo’. Yaşlı adam hayatından vazgeçmiştir belki, lâkin Bahrani’nin çilekeş göçmenleri umutla mücadeleye devam etmektedir.

Bahrani, çoğunluk amatör oyuncularla çektiği üçlemesinin ardından, bu kez Robert Redford tarafından kurulmuş Sundance Film Enstitüsü destekli bir filmle çıkıyor karşımıza. Yine bağımsız ve mütevazi bütçeli ama bu defa Dennis Quaid ve Zac Efron gibi popüler oyuncularla çalışmış. Büyük şehir varoşlarının ardından bu kez mekân Amerikan güneyinin tarım kenti Iowa. Film siyah beyaz görüntülerle başlıyor. Toprağın saban ve pullukla işlendiği yıllardan günümüzün modern tarımına geçişte dört kuşaktır mısır tohumu üretimiyle iştigâl eden, yörenin önde gelen çiftlik sahiplerinden Henry Whipple ve ailesini tanıyoruz daha sonra. Film üç nesil üzerinden baba oğul ilişkilerine odaklanırken, Amerikan toplumsal değerlerinin çağdaş kapitalizmin gelişimi doğrultusunda geldiği noktayı irdelemeyi amaçlamış. Tarım fiyatlarının giderek yükseldiği, büyüyemeyenin, ölümcül rekabete ayak uyduramayanın yok olmaya mahkûm olduğu günümüz vahşi kapitalizmini Whipple ailesinin izini sürerek anlatıyor Bahrani. Bu düzende zayıflara yer yoktur. ‘Biz bir takımız’ der anne filmin bir yerinde. Sonuçta suçlar, kabahatler, kirli sırlar toprağa gömülür ve büyük Amerikan ailesi yoluna devam eder. Filmin özgün adı ‘ne pahasına olursa olsun’ anlamına gelmektedir. Ailenin ve düzenin bekası için her yol mübah sayılmaktadır.

‘Ailem İçin’, Bahrani’nin önceki filmlerinden alışık olduğumuz belgeselci yaklaşımla, özellikle ilk yarıda gelişmiş tarım çiftlikleri ve kapitalizmin kırsalı nasıl şekillendirdiği üzerine ilginç gözlemlerde bulunuyor. Topluluğun ‘Iowa Speedway’ isimli araba yarışı gösterisi öncesinde hep birlikte ulusal marşı söyledikleri çok iyi kotarılmış sekansı da atlamayalım. Kariyerinde çok farklı bir kompozisyonla karşımıza çıkan Dennis Quaid’in zaman zaman abartıya kaçan performansı da ilgiye değer. Lakin özellikle finale doğru yıldız oyuncuların izleyicilerinin beklentisi doğrultusunda kimi klişe gelişmelere yelken açılmasının önüne de geçilememiş. Bahrani’nin varoş üçlemesi çapında olmasa da kayıtsız kalınamayacak bir çalışma ‘Ailem İçin’.

(20 Ağustos 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Lore ya da Masumiyetin Yitirilişi

12. Filmekimi’nin yaklaşık iki hafta sonra açıklanması beklenen programı merakla beklenirken, etkinliğin geçen yılki listesinin ilginç filmlerinden Avustralya-Almanya ortak yapımı ‘Lore’, Ağustos sürprizi olarak sinemalarda. Bizde ‘Savaşın Gölgesinde’ ismiyle gösterime giren, aslında savaş sonrası acıları üzerine bir deneme bu. Filmin uyarlandığı İngiliz yazar Rachel Seiffert’in 2001’de yayımlanmış ‘The Dark Room /Karanlık Oda’ adlı romanı, benzer birçok örnekten farklı olarak, II. Dünya Savaşı ertesine Alman cephesinden ve sıradan insanların, sivil halkın gözünden bakar. Romanı oluşturan ve her biri ana karakterin adını taşıyan tematik olarak bağımlı öykülerin ikincisinde, Nazi ebeveynleri hapse yollanmış 12 yaşındaki Lore’un, kendinden yaşça küçük ikiz kız kardeşleriyle birlikte hayatta kalma mücadelesi anlatılır.

Avustralyalı yönetmen Cate Shortland, bizde de gösterilmiş ilk filmi ‘Tepetaklak / Somersault’dan (2004) sonra çektiği bu ikinci sinema filminde, Lore’un (Hannelore’un kısaltılmışı oluyor) yaşı 15’e çıkmış, kardeşlerin sayısı dörde yükselmiş. Savaş Almanya’nın yenilgisiyle sona ermiş, Beyaz Rusya’da savaşmış Nazi subayı baba ile annenin gönülden bağlı oldukları Führer’leri bir sığınakta intihar etmiştir. Taşıyabilecekleri eşyaları yanlarına alır ve kaçarlar. Önce baba ortadan kaybolur, ardından anne Amerikalı askerler gelmeden kendi teslim olmaya gider, kucaktaki bebeğini büyük kız Lore’a teslim ettikten sonra. Bundan sonrası beş kardeşin yüzlerce kilometre ötede Hamburg’da yaşayan büyükannenin çiftliğine ulaşma çabası üzerinedir. Kara Ormanların tekinsiz karanlığında sürdürülen bir hayatta kalma mücadelesidir bu. İtilaf Devletleri tarafından dört bölgeye bölünmüştür Alman yurdu. Trenler durdurulmuştur. Orman tehlikelerle doludur.

Shortland’in ülkesinde ödüllere boğulmuş ilk filmi, evinden kaçan 15 yaşındaki Heidi’nin büyüme öyküsü üzerineydi. Yönetmen bu kez aynı yaşlardaki Lore’un hikâyesiyle, çok farklı bir dönem ve koşullarda, bizden Reha Erdem’in ‘Jîn’ini hatırlatan acılı bir başka büyüme hikâyesine yöneltiyor kamerasını. Lore kardeşleriyle birlikte savaş sonrasının cehennemi atmosferinde, ölümle, öldürmeyle ve bir de soykırım gerçeğiyle yüz yüze geliyor, masumiyet yitiriliyor. ‘Lore’ bu açıdan bir büyük aldanışın, aldatılmış bir ulusun şaşkınlığının da filmi.

Adam Arkapaw’ın görüntü çalışması etkileyici. Doğanın büyüleyici güzelliğiyle, (Bruno) Dumont sertliğindeki yakın plân vahşet görüntüleri eşliğinde savaş dehşetinin bir büyük tezat olarak aktarılışı başarılı.

(19 Ağustos 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı’nın İlk Gösterimi 51. New York Festivali’nde Yapılacak

Fransa şubesi (Gad Elmaleh Fransa’nın Ben Stiller’ı olarak kabul görüyor) bile bulunan Ben Stiller, ülkemizde “Rüyalar Peşinde” adıyla gösterilen 1947’nin filmi “The Secret Life of Walter Mitty”nin yeni çevrimi “Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı”nın yönetmeni, yapımcısı ve baş erkek oyuncusu olarak karşımıza çıkacak.

İlk “The Secret Life of Walter Mitty”yi Norman Z. McDonald yönetmiş, başrollerini Danny Kaye, Virginia Mayo ve Boris Karloff üstlenmişti.

03 Ocak 2014’te “Muhteşem Yüzyıl” adlı televizyon dizisinin yapım şirketinin (Tim’s Production) sinema filmi “Mevlana”ya rakip olarak Türkiye sinemalarında gösterilmeye başlanacak olan ”Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı”nın baş kadın oyuncusuysa olay yaratan “Bridesmaids-Nedimeler”in özgün senaryosunu yazarak Oscar ödülüne adaylık kazanan Kristen Wiig… 32 buçuk milyon dolara malolan “Bridesmaids-Nedimeler” dünya sinemalarında 288 milyon dolar hasılat elde etmişti.

Wiig, “Despicable Me-Çılgın Hırsız” (maliyeti: 69 milyon dolar; dünya sinema hasılatı: 543 milyon dolar) ve “Despicable Me 2-Çılgın Hırsız 2” (maliyeti: 76 milyon dolar; dünya sinema hasılatı: 745 milyon dolar) adlı filmlerin İngilizce seslendirme kadrosunda da bulunuyor.

30 Eylül-13 Ekim 2013 tarihleri arasındaki 51. New York Festivali’nde ilk gösterimi yapılacak ”Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı”nda “Milk” ve “Mystic River-Gizemli Nehir”le iki Oscar ödülü sahibi Sean Penn ile “Terms of Endearment-Sevgi Sözcükleri”yle Oscar ödüllü Shirley MacLaine, Walter Mitty karakterinin anne babasını canlandırdı. MacLaine altıncı adaylığında, Penn ise dördüncü ve beşinci adaylıklarında Oscar ödülünü kucaklamıştı.

“Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı”nın çekimleri New York (Manhattan ve Bronx) ile İzlanda’da gerçekleştirildi.

”Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı”nın prodüksiyon amirleri arasında “Karayip Korsanları” serisinin ve ”The Lone Ranger-Maskeli Süvari”nin yönetmeni Gore Verbinski’de bulunuyor.

Ben Stiller’in Film Film Ücretleri:

* “Greenberg” / Altı milyon dolar
* “There’s Something About Mary-Ah Mary Vah Mary” / Üç milyon dolar
* “Tower Heist-Kule Soygunu” / Onbeş milyon dolar.
* “Little Fockers-Zor Baba 3” / Yirmi milyon dolar.
* “Zoolander-Zırtapoz” / İkibuçuk milyon dolar.

Not: Ben Stiller “Zoolander 2”yi de yakında gerçekleştirmek istiyor.

”Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı”nın fragmanını izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=-swr_wuzlSw

(19 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Elysium: Yeni Cennet, Yasak Bölge 9’un Gölgesinde Kaldı

Çocukluk dönemini Güney Afrikada yaşayan ve 18 yaşında Kanada’ya yerleşen yönetmen ve senaryo yazarı Neill Blomkamp “District 9-Yasak Bölge 9”la senaryo yazarı dalında Oscar adaylığı kazanmış ve gişe hasılatı tablolarında da çok iyi bir çıkış yapmıştı…

”Yasak Bölge 9” otuz milyon dolarlık mütevazi bütçesiyle 70 milyon dolar bütçeli “Battle: Los Angeles-Dünya İstilası: Los Angeles Savaşı”nın elde edebildiği kadar (210 milyon dolarlık) bir dünya sinema hasılatına ulaşmıştı… Bu sonuç, 21 milyon dolar bütçeli “Silver Linings Playbook-Umut Işığım”ın dünya sinemalarında 236 milyon dolarlık hasılata ulaşmasına yakın, göz kamaştırıcı bir başarıydı… Üstelik “Yasak Bölge 9” yılın en iyi filmi, görüntü efekti ve kurgusu dallarında da Oscar adaylığı elde etmişti.

Blomkamp ve yakın bir arkadaşının Amerika Birleşik Devletlerinin Güney Batısındaki San Diego kentinden yola çıkarak Meksika’nın Tijuana kentinde yaşadığı kötü bir deneyimdeki gözlemlerinin de esin kaynaklarından biri olduğu Blomkamp’ın yeni filmi “Elysium: Yeni Cennet” Kuzey Amerika sinemalarındaki ilk hafta sonunda 29 milyon dolar hasılat elde edebildi, oysa “Yasak Bölge 9” ilk hafta sonunda bölgede 37 milyon dolara ulaşmıştı… Üstelik “Elysium: Yeni Cennet”, “Yasak Bölge 9”un yaklaşık dört katına mal olduğundan şimdiden 2013’ün gişe başarısızlıkları arasındaki yerini aldı.

115 milyon dolar bütçeli “Elysium: Yeni Cennet” günümüzden 141 yıl sonrasının dünyasını resmediyor. Günümüzdeki tüm sorunların geleceğe katlanarak taşındığı bir dünya bu… Adeta “Olanda çok olmayan da hiç yok” durumları aynen devam etmiş…

Oscar Ödüllü Oyuncular Bir Arada: Matt Damon ile Jodie Foster

“Elysium: Yeni Cennet”te “Good Will Hunting-Can Dostum”la Oscar kazanan Matt Damon ile “The Accused-Sanık” ve “The Silence of the Lambs-Kuzuların Sessizliği”yle iki Oscar ödüllü Jodie Foster bir araya getirilmiş.

“Maverick”ten beş, “Anna and the King-Genç Kız ve Kral” ile “The Brave One-İçindeki Yabancı”dan onbeşer milyon dolar kazanan Jodie Foster ile “The Bourne Ultimatum-Son Ültimatom” filminden yirmi milyon dolar ücret alan Matt Damon’ın buluşturulması “Elysium: Yeni Cennet”in maliyetini çok yukarılara çekmiş…

“Elysium: Yeni Cennet”, 80 milyon dolar bütçeli “Gravity-Yerçekimi” ve 38 milyon dolar bütçeli “Riddick”le birlikte 2013’ün seçkin ve iddialı bilim kurgu filmlerinden biri… Bilindiği gibi, ”Riddick” çok yetenekli ama o ölçüde talihsiz yönetmen ve senaryo yazarı David Twohy’nin elinden çıkma… Twohy, Harrison Ford’lu “The Fugitive-Kaçak” ve Kevin Costner’li “Waterworld-Su Dünyası”nın da senaryo yazarı… “Su Dünyası” 175 milyon dolara mal olmuş, 264 milyon dolarlık dünya sinema hasılatıyla da batan filmler arasına katılmıştı.

“Riddick” Serisinin İlk İki Filmi Gişe Başarısına Ulaşamadı

* “Pitch Black-Derin Karanlık” (2000) / Maliyet: 23 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 53 milyon dolar.

* “The Chronicles of Riddick-Riddick Günlükleri” (2004) / Maliyet: 105 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 115 milyon dolar.

(18 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Stay Hungry, Stay Foolish

Buluşlarıyla teknoloji dünyasının yönünü değiştiren Steve Jobs (tam adıyla Steven Paul Jobs) Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yaptığı ünlü konuşmasını başlıkta yer alan sözlerle noktalar. Dilimize ‘Meraklı Ol, Çılgın Kal’ diye çevirebileceğimiz, yetmişli yıllarda yayınlanmış ve bir kuşağın kutsal kitabı haline gelmiş ‘The Whole Earth Catalog’ isimli derginin son baskısının arka sayfasında yer alan otostopçu fotoğrafının altında yer almış olan bu özdeyiş Steve Jobs’ın yaşam felsefesi haline gelmiş, genç yaratıcı bu doğrultuda bilişim endüstrisinde çığır açan bir çok yeniliğe imza atmıştır.

Zeki, akıllı ve yaratıcı Steve Jobs’ın bitmez tükenmez (lâkin sonuçta bedenini tüketecek olan) enerjisi nereden gelmektedir? İşine aşkla bağlılığı nasıl izah edilmelidir? Kısa yaşamı boyunca aldığı darbelerin bunda önemli etkisi olduğu muhakkak. Bunlardan ilki, üniversite öğrencisi biyolojik annesi tarafından evlâtlık olarak verilmiş olduğu gerçeğidir. İstenmeyen, doğurulan ama terk edilen çocuk olduğunu öğrenme acısını, yoktan var ettiği Apple’da devre dışı bırakılması izleyecektir. Sevdiği işinden uzaklaştırılmış, işsiz kalmış Jobs’ın dışlanmışlık duygusu ve mücadele azmini besleyen önemli travmatik olgular bunlar. Aldığı darbelere rağmen pes etmeyen ve yeni buluşlarla küllerinden doğmasını bilmiş olan Jobs’ın bedeni bu fırtınalı hayatı uzun süre kaldıramamış ve 56 yaşında aramızdan ayrılmıştır.

Bu hafta gösterime giren ‘Jobs’, teknoloji dünyasının bu çağdaş ikonunun yaşamının ve başarılarının konu alındığı bir çalışma. Henüz hafızalardan silinmemiş çok yakın geçmişi beyazperdeye aktarmak kuşkusuz riskli bir seçim. Daha önce iki önemsiz film çekmiş yönetmen Joshua Michael Stern ile ilk senaryo denemesi ile karşımıza çıkan Matt Whiteley’in bu zorlu işin altından tatmin edici bir biçimde kalktıklarını söylemek zor. Yazar yönetmen ikilisi, bu yaratıcı dehanın ailevi travmaları ve kişilik sorunlarıyla ilgilenmemeyi tercih etmiş. Böylelikle Charles Foster Kane’vari bir yalnızlık ve dışlanmışlık öyküsünün vaat ettiği fırsat kaçırılmış. iPod, iPhone, iPad gibi sektörün yönünü değiştirmiş buluşları gerçekleştiren çocuksu tavır ile Apple CEO’su olarak ortaya koyduğu sert tavırın çelişkisi yeterince vurgulanamamış. Ashton Kutcher’ın karakterin sesi, jestleri, kambur postürüne bürünebilmek için hayli uğraştığı belli. Ancak senaryodan gelen yetersizlikler kadar, yanlış kasting’in de filmi olumsuz etkilediğini belirtmek isterim.

Film bu haliyle, özel hayatındaki detaylardan büyük ölçüde arındırılmış sade bir başarı öyküsü sunuyor bizlere. 2001 Apple hissedarlar toplantısında iPad’in takdimiyle başlayan prolog’un ardından Jobs’ın üniversiteyi terk ettiği yetmişli yıllara dönülüyor, kısaca Woz olarak bilinen Steve Wozniak ile birlikte ailesinin garajında hayata geçen Apple Computer firmasının doğuş ve yükseliş yılları özetleniyor. İkinci bölüm ise, Jobs’ın kendi kurduğu şirketinden atılması ve daha sonra mali itibarı sarsılan firmanın selameti için yeniden göreve çağrılması üzerine kurulu.

2001’den sonraki gelişmeler yer almıyor filmde. Jobs’ın 1986’da ‘Apple’da devre dışı kalmasının ertesinde giriştiği ve sinemaseverleri yakından ilgilendiren Pixar serüveni ise tamamen es geçilmiş. George Lucas’tan 10 milyon dolara satın alınan Lucas Film’in bilgisayar grafikleri bölümü üzerine inşa edilmiş bulunan Pixar, 1996 yılında ‘Oyuncak Hikayesi / Toy Story’ ile ilk patlamasını yapacak, ilerleyen yıllarda gerçekleştirdiği filmlerle bilgisayar destekli animasyon sinemasında devrim yaratacaktır. Jobs, 2006 yılında Disney tarafından satın alınıncaya kadar Pixar’ın CEO’su ve en büyük hissedarı ünvanını korumuştur.

(18 Ağustos 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Linda Lovelace’i Amanda Seyfried Canlandırdı

New York’un en ünlü beş İtalyan asıllı mafya ailesinden (en genci olan) Colombo’ların bir üyesinin verdiği 22 bin 500 ilâ 25 bin dolarla gerçekleştirilen porno filmi “Deep Throat-Derin Boğaz/Gırtlak”ın talihsiz kadın oyuncusu Linda Lovelace’in (gerçek adı: Linda Boreman) hayatı Amanda Seyfried’in başrolünde olduğu 10 milyon dolar bütçeli “Lovelace” adlı sinema filmine konu oldu.

Bu arada, 2016’da ABD’nin ilk kadın Başkanı olacağı söylenen, eski Başkan eşi ve eski Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton’ın (26 Ekim 1947 doğumlu) gençlik yıllarını konu alan “Rodham” adlı sinema filmindeki Hillary Clinton rolünün adayları arasında da Amanda Seyfried (“Les Miserables”, “Mamma Mia!”, “Jennifer’s Body”) adı geçiyor.

”Lovelace”de porno yıldızının 1971’den 1974’e kadar evli kaldığı ve onun hayatını kontrol etmeye çalışan Chuck Traynor rolünü “Shattered Glass”la Altın Küre ödülü adaylığı kazanan Peter Sarsgaard üstlenirken, “127 Hours-127 Saat”le Oscar adaylığı elde eden James Franco, Playboy Dergisi’nin kadın avcısı sahibi Hugh Hefner rolünde…

“Lovelace”da “Casino”yla Oscar adaylığı kazanan Sharon Stone, Linda Lovelace’in annesi Dorothy Boreman’ı (1914-99), Robert Patrick (“Terminator 2”, “The X Files”) ise babası John Boreman’ı (1917-2011) canlandırdı.

“Deep Throat-Derin Boğaz/Gırtlak”, “Inside Deep Throat” (2005) adlı 2 milyon dolar bütçeli belgesele de konu yapılmıştı.

“Deep Throat-Derin Boğaz/Gırtlak”ın 1972’den bu yana dünya sinemalarında bugünün parasıyla yaklaşık 600 milyon dolara yakın hasılat/ciro elde ettiği tahmin ediliyor.

2002’de bir trafik kazasında ölen Linda Lovelace (1949 doğumlu) “Deep Throat-Derin Boğaz/Gırtlak”dan sadece binikiyüzelli dolar ücret almıştı.

“Deep Throat-Derin Boğaz/Gırtlak”ın yönetmeni Gerard Damiano (1928-2008), Marilyn Chambers’ın baş rolünde olduğu “The Devil in Miss Jones”la da tanınıyordu.

Bu arada “Deep Throat-Derin Boğaz/Gırtlak”ın telif haklarını elinde tutan Arrow Film Şirketi “Lovelace”da “Deep Throat-Derin Boğaz/Gırtlak”dan izinsiz olarak görüntüler kullanıldığı gerekçesiyle filmin yapımcıları aleyhinde 10 milyon dolarlık tazminat davası açtı.

“Deep Throat” Başkan Nixon’ın Devrilmesinde Büyük Rol Oynamıştı

Cumhuriyetçi Amerikan Başkanı Richard Nixon’ın Ağustos 1974’te istifasına yol açan Cumhuriyetçi Parti’nin Demokrat Partiyi gizlice dinleme (Watergate) skandalının ortaya çıkarılması sürecinde Washington Post Gazetesi’nin iki muhabirine bilgi sızdıran FBI ajanı William Mark Felt’in (1913-2008) gerçek kimliği yakın zamana kadar gizlenmiş ve Felt uzun yıllar “Deep Throat” kod adıyla anılmıştı… Sekiz dalda Oscar’a aday gösterilen ve dört Oscar kazanan ”All The President’s Men” (1976) adlı filmde “Deep Throat”ı Hal Holbrook, gazeteci Carl Bernstein’ı Dustin Hoffman, gazeteci Bob Woodward’ı Robert Redford, Washington Post Genel Yayın Yönetmeni Ben Bradlee’yi Jason Robards canlandırmıştı… Alan J. Pakula’nın yönettiği “All The President’s Men” sekizbuçuk milyon dolara malolmuş ve sadece Kuzey Amerika sinemalarında 70 milyon dolar hasılat elde etmişti.

(17 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Tepenin Uşakları

Sinemamızda halkın içinden kişilerin oyuncu olarak görev aldığı filmlere ilk örnek olarak akla rahmetli Ahmet Uluçay’ın benzersiz sinema tutkusuyla yaptığı Karpuz Kabuğundan Gemi Yapmak gelir. Ondan sonra da Yüksel Aksu’nun yönettiği ve sadece Turan Özdemir’in profesyonel oyuncu olarak görev aldığı Dondurmam Gaymak’ı hatırlarız; en azından Sadi Bey öyle hatırlıyor. Son yıllardaki teknolojik gelişmeler sonrasında dijital kameraların ucuzlaması, salonların dijital gösterime geçmesi nedeniyle de yapımcıların kopya masrafının azalması gibi nedenlerle bu tür filmlerde bir hareketlilik, bir bereketlilik, bolluk, enflasyon vs. vs. yaşanacağı su götürmez bir gerçek. Geçen ay gösterime giren yeni bir Ege güzellemesi Süper İncir’den sonra bu hafta gösterime girecek olan Tepenin Uşakları da tamamen halkın içinden kişilerin gerçekleştirdiği sevimli bir Karadeniz komedisi. Karadeniz filmi tanımlamasıyla vizyona sunulan filmin yönetmeni İsmail Eraydın aslında bir doktor. Oyuncuların tümü yönetmenin köyünün insanları.

Sinema tutkusundan kaçamayan İsmail Eraydın, önce bir kısa film gerçekleştirmiş. Kısa filminin ödüller alması ile bir başka kısa film olarak projelendirdiği Tepenin Uşakları’nı Karadenizlilerin o bitip tükenmez bilmeyen esprili yaşamlarından aldığı kesitlerle genişleterek uzun film haline getirmiş. Filmi, esas mesleğinden arta kalan zamanlarda, izin ve tatil günlerinde gerçekleştiren yönetmen, “Köydeki arkadaşlara telefon ediyorum, yarın şu sahneyi çekeceğiz, Vahide ablaya, Mehmet abiye, Hasan’a, Hüseyin’e söyleyin fındık bahçesine gelsinler” şeklinde yaptığı çeşitli yönlendirmelerle 8 ayda tamamladıklarını anlatıyor. Yörede filme o kadar sahiplenilmiş ki, hastanedeki çalışanlar ve meslektaşları “Yönetmen” olarak, film setindeki oyuncu ve çalışanları ise “Doktor Bey” olarak çağırarak farklı ve hoş bir şekilde kendisini motive etmişler.

Tepenin Uşakları, çevredeki 7 köyün gençlerinin futbol oynadığı düz bir tepenin sahiplenilmesi üzerine sevimli bir komedi. Gençlerin futbol oynayabilecekleri tek düzlük olan tepeye giderken yakınındaki fındık bahçesine zarar verdikleri bahanesiyle Sabri Ağa tepede çeşitli çukurlar kazarak gençlere engel olmaya çalışıyor. Buna kızan gençlerin mücadelelerini, bir aşk hikâyesiyle harmanlayarak anlatan filmin başrolündeki İdris karakterini oynayan Sermet Karahasanoğlu oldukça başarılı bir performans sergiliyor. Bir TV yarışmasıyla ünlenen, sinema ve TV dizilerinde oynayan komedyen Fatih Mühürdar’ı andıran görüntüsüyle Sermet Karahasanoğlu azimli bir genç ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne müracaat ederek kendisini geliştirmeyi amaçlıyor. Fimde köyün delisini canlandıran Altuğ Küçük aynı zamanda filmin görüntü yönetmenliğini yapıyor. Yönetmen İsmail Eraydın’ın abisi, annesi çeşitli rollerde oynamışlar.

(15 Ağustos 2013)

Sadi Çilingir

Lütfen Geri Dön Jimmy Dean

Çok genç yaşta, 24 yaşındayken trajik bir ölümle sonsuzluğa giden James Dean, ölümünü hisseder gibi üç filmde peş peşe oynadı. Üç filmle unutulmaz olan bu efsane oyuncuyu “Cennet Yolu”, “Asi Gençlik” ve “Devlerin Aşkı” filmleriyle saygıyla anıyoruz.

James Dean, Indiana-Marion’da 8 Şubat 1931’de doğdu, 30 Eylül 1955’te Kalforniya-Cholame’de öldü. Bu ölüm trajikti. Yeni aldığı üstü açık Porsche 550 Spyder spor arabasıyla hız denemesi yaparken feci bir kazayla öldü. Yanındaki arkadaşı ağır yaralı kurtulmuştu. Discovery belgesel kanalında James Dean’ın ölümü üzerine bir belgeselde, bu kazada onun hatası olduğu tüm ayrıntılarıyla gösterilmişti. Warner Bros., yatırım yaptığı bu geleceğin büyük oyuncusu olacak James Dean’ı peş peşe filmlerinde oynattı. Warner Bros., O’na Porsche’ye binme konusunda yasak koysa da, O bir yolunu bulup hız denemesini yaptı. Yönetmen George Stevens, “Giant-Devlerin Aşkı” filminin montajını yaparken acı haberi alıyor ve kalbi duracak gibi oluyor. Daha 24 yaşında ve önünde uçsuz bucaksız Hollywood olan bir genç çocuk göçüp gitti bu dünyadan. Hızlı yaşadı, genç öldü ve ölüsü de yakışıklıydı. Herhalde bu lâf O’na çok yakışıyor. Sinema O’nu çok özlüyor.

“Cennet Yolu…”

Kayseri doğumlu ölümsüz Rum yönetmen Elia Kazan’ın John Steinbeck’ten uyarladığı 1955 yapımı “East of Eden-Cennet Yolu”, muhteşem James Dean’ın da ilk filmiydi. Kaliforniya’nın Pasifik kıyılarında geçen bu film, bir Habil’le Kabil hikâyesini anlatıyor sanki. Bu filmi, 1997’deki 16. İstanbul Film Festivali’nde Beyoğlu Emek Sineması’nda görmüştük. Sinema perdesinde gördüğümüz en muhteşem sinemaskop filmdi bu. Adeta gözlerimiz perde üzerinde bir köşeden bir köşeye dolaşıp duruyordu. Filmin renk tonları da kahverengiyle sarı arasındaydı. Yıllar sonra bu filmi yeniden izlerken aynı renk tonlarını bulduk. Filmin görselliği ve ışık düzenlemeleri de ilham vericiydi. Zaman zaman kasvet duygusu da yaşatıyordu ışığın parçalı düştüğü mekânlar. Filmin atmosferinde dolaşırken bunları yazabilmek heyecan veriyor. Filmin senaryosunu Paul Osborn yazmış. İnsanı hemen etkisi altına alan fotoğraflarsa da Ted McCord’dan. İç dünyaların içindeki fırtınaları dışarıya taşıyan senfonik müzikleri de Leonard Rosenman bestelemiş.

1917 yazı. Kaliforniya’da tarımla uğraşan Salinas’la balıkçılıkla geçinen Montery arasında 15 mil var. Bu iki kasabayı, kıyıdaki ihtişamlı kayalıklarla dağlar ayırıyor. Adeta bu iki kasaba arasında bir duvar bu kayalık ve dağlar. Montery’nin yabancısı liseli bir genç Cal (James Dean), western filmlerdeki süslü kadınlar gibi giyinmiş bir yaşlı kadını takip ediyor filmin girişinde. Babası Adam Trask (Raymond Massey), anneleri Kate’in (Jo van Fleet) öldüğünü ve cennetin doğusunda olduğunu söylemiş oğulları Cal ve Aron’a (Richard Davalos). Kate’in annesi olduğunu öğrenmiş Cal, onun toplumda iyi bakılmayan bir iş yaptığını keşfediyor. Westernlerdeki “saloon”lara benzeyen mekânda randevuevi de işletiyor Kate. Genç Cal, babasının neden yalan söylediğini anlamaya çalışıyor. Sadece bu değil. Neden Aron’a o kadar çok severken, neden kendinden bu kadar nefret ediyor? Annesinden de gerçeği öğrenmeye çabalıyor Cal. Eve geç geldiğinde babası, İncil’deki beşinci ayetteki “Sela” suresini okuyor “kötü oğul” Cal’e. “İyi oğul” Aron da orada. Kamera hafifçe sola yatıyor bu anlarda. Işık düzenlemeleri de dramatik etkiyi çoğaltıyor. Baba Adam, oğullarına İncil’de geçen adları koymuş. Onun için iyi olmak iyi dindar olmakla aynı. Baba, sebzelerin bozulmaması için buzhane kurmaya çalışıyor. Ürünlerin trenle taşınırken de vagonların buzdolabına dönüştürmek istiyor sebzelerin taze kalması için. Aron’da güzel Abra’yla (Julie Harris) çıkıyor. Onun Cal’le iletişim kurduğunda bu ilişkiden emin olmadığı fark ediliyor. Kafasının içi de Aron konusunda karışık Abra’nın. Cal’in yanında kendini rahat hissediyor. Aron, tıpkı babası gibi ve din onun için her şeyden önemli.

İncil’deki ayeti okuduktan sonra Cal, annesi Kate’i gördüğünü söylüyor. Baba, ona bir hikâye anlatıyor. Annesinin melek ve iyi insan olduğunu söylüyor. Annesi babasını neden terk etmişti? Abra’nın zihninde yaşadığı karmaşa gibi miydi bu? Babasının büyük sevgisinin Aron’a gitmesi Cal’de büyük öfke doğuruyor. Sadece Cal’in nefret içinde olduğunu düşünmeye başlarken, asıl nefretin Aron’da olduğu fark ediliyor. Aron, kıskanç ve paylaşmaya katlanamayan bir genç. Sadece Abra’nın Cal’e ilgi duyması değil. Abra’yı Cal’den kıskanması elbette doğal. Ama bu derinlerdeki öfkeyi de dışarı çıkartıyor. Marol hasatı, Stark ailesini de iflâsın eşiğine getiriyor. Demiryoluna çığ düştüğü için tren yolda kalıyor buzlar içindeki sebzeler de bozuluyor. İşte bu sıralarda Amerika, süren 1. Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı savaş ilân ediyor. Genç erkekleri savaşmak için askere çağırıyor ordu. Baba da iflâs ettiği için askerlik şubesinde çalışmaya başlıyor. Çiftçilerin tarlada kalmasını da savunuyor.

Gerçeği öğrenen Cal, babasını iflâstan kurtarmak için fasulye işine girmeyi plânlıyor. Montery’deki annesini ikna edip işe giriyor ve savaş nedeniyle çok para kazanıyor. Babasının doğum gününde kazandığı parayı O’na vermek istiyor. Ama yine yanılıyor. Babasının öfkesi hâlâ derin. Adam, Cal’in Kate’i hatırlattığı için mi bu kadar nefret dolu oğluna. Cal, Aron’a yanına alıp annesine götürüyor. Aron’ın zihnindeki “melek anne” görüntüsü çöküyor ve hayal kırıklığıyla iyice sarhoş olup askere yazılıyor. Bu baba için büyük bir yıkım. Biricik oğlunu kaybetme endişesi O’nu felç yapıyor. Ama yanında sevmediği oğlu Cal kalıyor. Bu filmde, insanı korkuya düşüren derin ırkçılık ve linç kültürü de seyirciye hatırlatılıyor. Kasabanın iyi insanlarından Alman göçmeni Albrecht’e karşı çoğalan korkunç öfke. Alman aksanıyla konuştuğu İngilizceyle kendilerini eğlendiren Gustav Albrecht (Harold Gordon) şimdi en kötü insan ve linçle yok edilmeli. Hasat zamanı kasabada kurulan panayırda bu sarsıcı durum ortaya çıkarken, bozulan dönme dolapta kalan Cal ve Abra, ilk defa öpüşürken, Abra da ruhunun Cal’le buluştuğunu anlıyor o an.

Filmin görselliği gerçekten insanı estetik anlamda etkiliyor. Yönetmen Kazan bu filminin ışık düzenlemelerini siyah-beyaz film tadında oluşturmuş. Özellikle iç mekânlarda ve geceleyin dış mekânlarda bu hissi veriyor. Bir an kendimizi ustanın 1951 yapımı siyah-beyaz “A Streetcar Named Desire-İhtiras Tramvayı” filminin estetiğinin içinde bulduğumuzu sandık. Dramatik ışıklandırma ve fonda duyulan çığlığı andıran tınılar, Cal’in içindekileri yansıtıyormuş gibi. Gündüz yansıyan dış mekânlarda sarı ve kahverengi tonlar daha bir öne çıkıyor filmde. Bu başyapıt, mutlaka sinema belleğine alınmalı. Filmden gelen sıcaklık içimizi ısıttı, ruhumuzu dinginleştirdi. Bu dönemin “Ike” Eisenhower ve McCarthy dönemi olduğunu unutmayın. Aralık 1955’te “Cennet Yolu” ülkemizde vizyona girdi. Jo van Fleet, Akademi’den “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında Oscar kazanmıştı.

“Asi Gençlik…”

Nicholas Ray’in yönettiği 1955 yapımı “Rebel without a Cause-Asi Gençlik” filmi, bir gündüz ve iki gecede geçiyor. Gecenin içinde iyi giyimli ve sarhoş Jim Stark (James Dean), kuklayla oynarken, kırmızı renkteki ön jenerik de geçip gidiyor. Ardından polis sireni duyuluyor ve sarhoş Jim, çocuk bürosuna getiriliyor. Orada, kendine “Eflatun” diyen Meksika kökenli John (Sal Mineo) ve güzel Judy’yle (Natalie Wood) tanışıyor. John ateşli silâh kullanmış. Çocuk psikolojisinden anlayan Ray (Edward Platt), Judy’nin gecenin bir yerinde neden sokaklarda yalnız dolaştığını anlamaya çalışıyor. Judy, annesini (Rochelle Hudson) o pek sevmiyor. Belki de babasını (William Hopper) onunla paylaşmak öfkelendiriyor onu. Her zaman dudaklarından öptüğü babasını artık öpemiyor ve babası onun bu davranışlarını iyi karşılamıyor. Jim de babası Frank’a (Jim Backus) öfkeli. Sert ve kuşatıcı olmadığı için belki de. Annesi Carol’un (Ann Doran) her şeye hâkim olması öfkelendiriyor onu. Tüm kararların onun vermesi. Babasını tıpkı kılıbık gibi görüyor ve onun gözünde yücelmesini istiyor Jim. John’un bu dünyada dadısından başka kimsesi yok. Babası, Çin Denizi’nde savaşta ölmüş bir kahraman. Anneyse ortalarda yok. Onların şefkatini arıyor John. Bu filmin senaryosunu, yönetmenin hikâyesinden Stewart Stern yazmış. Müzikleri de Leonard Rosenman bestelemiş. Kameramansa, özellikle gecenin içinde klostrofobik sinemaskop fotoğraflar oluşturan Ernest Haller.

Yeni taşındıkları Los Angeles’ta okuldaki ilk günü de başlıyor Jim’in. Sabah yolda bekleyen Judy’yi görüyor Jim. 1946 model siyah Ford Coupé arabasıyla onu etkilemeye çalışsa da, sevgilisi Buzz ve çetesi arabalarıyla orada bitiyorlar. Jim, gün içinde okulda çetelerin olduğunu da öğreniyor. Buzz (Corey Allen), Jim’e sıcak bakışlar gönderen Judy’yi ondan kıskanıyor. Judy, “sert erkek” Buzz’la takılsa da babası gibi karizmatik ve müşfik bir erkek arıyor. Belki de Jim’de şefkat duygusunu görüyor Judy. Okulun yenisi Jim, sevdiklerinin kendisine Jimmy ve Jamie demelerinden de hoşlanıyor. Sonra Judy de öyle diyor Jim’e. Okuldaki uzay gözlemevindeki sahneler de etkileyici. Hocanın, dünya, hayat, kâinat üzerine felsefi ve bilimsel konuşmalarına kulak vermek iyi gelebilir. Okuldaki uzay gözlemevinin önünde Jim ve Buzz bıçaklı kavgaya tutuşuyor. Buzz, Judy’nin karşısında bu mağlûbiyetle aşağılandığını düşünerek, Jim’i gece tepeye çağırıyor. Orada uçuruma doğru araba sürmeyi teklif ediyor Buzz. Beyaz tişörtünü ve kırmızı montunu giyen, altına da mavi Levi’s kotunu çeken Jim, siyah Coupé arabasıyla tepeye gidiyor. Kırmızı, aşkı ve şiddeti; maviyse, huzur arayışını ve kaosu; beyazsa, yenilenmeyi ve yeniyi simgeliyor sinema psikolojisi açısından. Yenilenme ve yeniye umut, finalin açık olmasıyla anlamlaşıyor. McCarty’nin çöken karabulutlarının dağılacağı umudu. Ama yönetmen, şimdilik de olsa bilinmezlik devam ediyor diyor açık uçlu finaliyle. Jim, kırmızı montu giydikten sonra finale kadar bunlara dokunuyorsunuz. Bu gece gerçekten uzun ve bazıları için de trajik. Buzz’ın çetesi de tepede yerini almış heyecan içinde. Buzz ve Jim, eski arabalara biniyorlar ve uçuruma doğru hızla sürüyorlar arabaları. Siyah montlu Buzz’ın kolu, arabanın kapı koluna takılıyor ve trajedisine doğru uçuyor uçurumdan. Çetede panik başlıyor ve kaçıyorlar. Jim, Judy ve John (üçünün de adı J’yle başlıyor), sakinler ve onlar da oradan ayrılıyorlar. Eve gelen Jim, televizyon karşısında uyuklarken buluyor babasını salonda. Divana uzanıyor. Annesi merdivenlerden inerken kamera Jim’in gözleriyle yansıtıyor bu anı. Terse dönmüş kamera yavaşça doğruluyor anneyi gösterirken. Dönem içinde öncü bu biçim alıştırması.

Suçluluk hisseden Jim, çocuk bürosuna gidiyor ve dün gece kendini sorgulayan sivil polis Ray’i arıyor, ama bulamıyor. Çetenin üç elemanı onu karakola girerken gördüğünden telâşa kapılıyor. Sonra da Jim’in peşine düşmeye karar veriyor elemanlar. John da çetenin Jim’e zarar vereceklerini öğrendiğinde evdeki tabancayı alıyor ve küçük motosikletiyle o da Jim’i aramaya koyuluyor. Evet gece uzun. Buluşmuş Jim ve Judy, terk edilmiş çok odalı malikânede hayaller kuruyorlar. John orada olduklarını anlıyor. Bu anlardan sonra her şey trajik bir yöne doğru gidiyor. Çünkü John’un üzerinde tabanca var. Çete de onların izini buluyor. Daha sonra da polisler geliyor malikâneye. İki genç, Jim ve Judy, bu malikâneyi dolaşırken, John da çeteyle kavgaya tutuşuyor ve çeteden de bir genci yaralıyor. Özellikle gecenin derinliğindeki geniş final bölümü, gerçekten sinemada az bulunur görkemlilikte. Günümüzdeki yeni Hollywood yönetmenlerinin neden etkileyici filmler çekemediklerini bu anları yaşadığınızda anlıyorsunuz. “Asi Gençlik”, sinemada özel eserlerden. Bir armağan. Randal Kleiser’in 1978 yapımı “Grease” müzikalinin, “Asi Gençlik” filminden hayli ilham aldığını da hatırlatalım. “Asi Gençlik”, sonsuza kadar ilham verecek herkese. Çete elemanlarından Goon’u Dennis Hopper oynuyordu. Onu tanımak kolay değildi. Kasım 1956’da “Asi Gençlik” ülkemize de uğramıştı.

“Devlerin Aşkı…”

George Stevens’ın 1956 yapımı “Giant-Devlerin Aşkı” filmini seyrederken, insanın üzerine hüzün çöküyor. James Dean, bu filmin çekimleri biterken trajik trafik kazasında ölmüştü. Filme bakarken zaman zaman gözlerimiz doldu. Film, Edna Ferber’in romanından uyarlanmış. Senaryoyu da Fred Guiol ve Ivan Muffet ortak yazmışlar. Bir izlenimci ressam gibi sarının tüm tonlarını perdeye yansıtan kameraman William C. Meller’in görüntüleri de çok özel. Besteleriyse büyük müzisyen Dimitri Tiomkin yapmış. Filmde zaman geçişlerinin çoğunu arabaların, eşyaların, giysilerin değişimiyle anlıyorsunuz. Yönetmen, hikâyesini yoğunlaştırılmış kurguyla anlatmış. Bu yüzden görüntüde değişen nesneler çok önemli. Dikkat dağılırsa küçük bir kaos yaşanabilir zihinde.

Film 1900’lerin başında başlıyor. Bu destansı film, hikâyesini günümüze, 1950’lere kadar uzatıyor. Teksaslı sığır çiftçisi Jordan Benedict “Bick”in doğudaki Maryland’e trenle gelişiyle başlıyor her şey. Ama filmin kırmızı yazılarla yansıyan ön jeneriği de çok özel. Sonsuz gibi uzanan Teksas’ın çorak sarı toprağında su kuyuları ve gölete gelen sığırlar görünüyor önce. Bir zaman sonra da bu su kuyularının yerini kara altının kuyuları alıyor. Sinemada gördüğümüz en özel ön jenerikti bu.

Trenden inen Bick’i (Rock Hudson), Dr Horace Lynnton (Paul Fix) karşılıyor ve onu malikânesine götürürken, atın üzerindeki onunla, güzeller güzeli Leslie’yle (Elizabeth Taylor) göz göze geliyor Bick. Aşk başlıyor. Çıktığı David’e (Rod Taylor) ısınamamış Leslie, Bick’in aşkına cevap vererek kız kardeşi Lacey’nin (Carolyn Craig) mutluluğuna yol açıyor. Bu aşklarda herkes mutlu oluyor. Elbette bu hayat ve ilişkilerde iniş ve çıkışlar olacak. Filmde, Bick’le Leslie’nin yıllara yayılan beraberliği, bir kadınla bir erkeğin ilişkilerinde olan birçok şey yansıyor. Bick, dış görüntüsünün tersine sert, toprak adamı. Bick, Maryland’e çiftliği için at almaya gelmiş. Leslie’nin siyah “Savaş Rüzgârı” atıyla Leslie’yi alarak vahşi batıya, Teksas’a, Reata’ya dönüyor. Bu dönüş balayından sonra oluyor. Yeşillikler içinde büyümüş Leslie, sarı çorak bu vahşi doğaya uyum sağlaması ve kuralları da öğrenmesi gerekiyor. Jordan’a çiftlikte Bick diyorlar. Bick’in ablası Luz da (Mercedes McCambridge) çok sert. Tam bir toprak kadını o. Tüm sevgisini sığırlara vermiş. Yeni doğmuş buzağılara damga basılınca en büyük hazzı yaşıyor. Elbette birden ortaya çıkan Leslie, onu huzursuz ediyor. Ya çiftlikteki iktidarını kaybederse? Bir de Bick’in hiç sevmediği, ama Luz’un koruduğu Jett Rink (James Dean) var. Ağzından sigara, elinden viski düşmüyor hiç. Tam bir kovboy o. Bu dünyada sadece kamyoneti olan Jett, bu çiftlikte çalışıyor. Yapayalnız, fakir, öfkeli, hırslı, ihtiraslı, “cool” ve büyük bir âşık o. Luz da Jett gibi öfkeli ve ihtiraslı. Belki de bu yüzden bu dünyada ruhları buluşmuş ikisinin. Luz, buzağılar damgalanırken kıskançlık yüklü ihtirasıyla Leslie’nin “Savaş Rüzgârı” atından çıkarmak istiyor öfkesini, ama trajik sonundan da kaçamıyor. 600 dolarlık değersiz çorak araziyi de Jett’e miras bırakmış Luz. Elbette Bick bundan hoşlanmıyor, ama Jett’e bu hayatta sahip olabileceği bir şeyi bırakmak istemiyor. Kendini Brick’in öfkesinden daima korumuş Luz’un hatırasına da saygı duyuyor. Bick, karısını Meksikalılardan uzak durması için uyarsa da, iyi yürekli Leslie, Jett’le beraber yerli köylüleri ziyarete gidiyor. Orada çok hasta bebek olan Angel’i görüyor ve yaşaması için çaba gösteriyor. Yıllar sonra, 2. Dünya Savaşı’na katılan Angel’in (Sal Mineo) cenazesi Amerikan bayrağına sarılı olarak vatanına, Teksas’a geliyor. Bick’in Meksikalılara öfkesi, bir zamanlar bu toprakların, Teksas’ın onlara ait olması belki de. Irkçılık ve ayrımcılık en başından hissettiriliyor seyirciye. “İyi” olanların bile zihinlerinin derinliklerinde bu sapkınlık olabiliyor.

Leslie, ikiz bebek doğuruyor. Biri erkek, diğeri kız. Jordy ve Judy adını koyuyorlar. Çok geçmeden Luz adında bir kızları daha oluyor. Bick, oğlunu bir kovboy gibi yetiştirip çiftliğin başına geçirmek istiyor. Plânlar her zaman istendiği gibi olmuyor. Yıllar geçiyor ve oğlu Jordy (Dennis Hopper) tıp okuyor, Meksikalı güzel hemşire Juana’yla (Elsa Cardenas) evleniyor ve karısını tüm ırkçı saldırılardan korumak için mücadele veriyor. Güzel Jordy de (Fran Bennett) çiftlik işlerini seven gururlu Bob’la (Earl Holliman) evleniyor. Öfkeli ve hırslı Jett’in arazisinde bir şeyler oluyor. Jett, su kuyusundan petrol sızıntısını fark ediyor. Petrol kuyusu kurarken herkese borçlanıyor. Umudunu kestiği bir anda kara altın fışkırıyor. Artık her şeyin en iyisine sahip Bick’e dersini verebilecek Jett’e. Hızla yükseliyor. İmparatorluk kuruyor. Jett, sonunda Bick’i de ikna edip, onu da petrol işine çekiyor. Bick beklemediği bir zenginliğe ulaşıyor, uçak bile satın alıyor çok geçmeden. Filmin derinliklerinde bir şey fark ettik. Jett Rink’in adının baş harfleri “JR” oluyor. TRT’de 1980’lerin başında “Dallas” dizisi yayımlanıyordu. Teksas-Dallas’ta petrolcü bir aile anlatılıyordu ve çiftlikleri de hayli meşhurdu. Orada JR Ewing vardı. JR adı, Jett Rink’ten ödünç almış gibi. Karakterleri de birbirine yakın gördük.

Aslında bu filmin iki finali var. İlki, Jett’in otelindeki partiyle Teksas’taki sahneler. Juana önce otele alınmıyor, sonra da otelin kuaföründe Meksikalı olduğu için saçı yapılmıyor. Artık Bick ve ayyaş Jett’in son hesaplaşması olması gerekiyor. Ama Jett öyle aciz görünüyor ki, Bick ona acıyor. Jett, salona geldiğinde sızıyor. Az da olsa ayıldığında boş masalara en büyük aşkı Leslie’yi itiraf ediyor. Jett, Leslie’yi gördüğü ilk andan beri umutsuzca sevmiş. Otel odasında Bick’le Jordy’nin ırkçılık üzerine konuşmalarına kulak vermek gerekiyor. Bu konuşma, çölün ortasındaki çavuşun lokantasında karşılığını buluyor. Çavuş, Juana’yı gördüğünde ırkçı refleksleri ayaklanıyor ve Bick, bu yeni düzende ırkçılıkla kavga ediyor. Bick, bir şeyi fark ediyor. Geçmişin kompradorlarının, yani toprak ağalarının artık bu yeni düzende yerinin olmadığını. Yeni kompradorlar, petrolcüler yeni düzenin ağaları. Salonda Bick’in aynı beşikte ayakta duran iki torununa baktığı sahne filmin en güçlü anı. Meksikalılara benzeyen bebekle beyaz Amerikalılara benzeyen bebek yan yana ve aynı yerdeler. Orada beyaz kuzuyla siyah buzağı da var. Irkçılığa karşı da en büyük tokatlardan biriydi bu sahne. Yavrular, dilleri, dinleri, ırkları ve türleri ne olursa olsun yan yana ve iç içe olabiliyorlar. Kötü yapansa önyargı yüklü kültürler. Ezelden gelen bu önyargıları kışkırtansa, beyazların elinde olan gazeteler, televizyonlar, radyolar, sinemacılar, reklâmcılar. Ülkemizdeki gibi. Amerika, ırkçı ve ayrımcı bir yer. Ülkemiz gibi. “Devlerin Aşkı” filmi, McCarthy döneminde çekildi. McCarthy baskıları olsa da demokrasi çok güçlü Amerika’da. Çünkü denetim her şeyden önemli orada. Büyük James Dean’dan hatıra kalan bu üç filmi seyretmek ve üzerine yazmak gerçek anlamda onur yaşattı.

Bu filmin orijinalinde James Dean, “cool” haliyle yavaş ve mırıltılı sesle konuşuyor. Maalesef Türkçe dublajda bu gözden kaçmış. Eskiden, 1970’li ve 80’li yıllarda sinemada ve TRT’de filmlerdeki dublajlar özenli olurdu. Şimdilerdeyse dublaja pek itina gösterilmiyor maalesef. George Stevens, Akademi’den “En İyi Yönetmen” dalında Oscar aldı bu filmle. Aralık 1957’de “Devlerin Aşkı” ülkemizde vizyona çıktı.

(12 Ağustos 2013)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

The Fifth Estate, Toronto Festivali’nin Açılış Filmi Seçildi

Çekimleri Belçika ve Almanya’da gerçekleştirilen “The Fifth Estate” 05 – 15 Eylül 2013 tarihleri arasında düzenlenecek olan 38. Toronto Film Festivali’nin açılış filmi olacak.

Filmde ABD’nin karanlık sırlarının, insanlığa karşı işlediği suçların bir kısmını duyuran Wikileaks sitesi editörlerinden Avustralyalı aktivist Julian Assange (1971 doğumlu) rolünü Benedict Cumberbatch üstlendi.

ABD hükümeti Wikileaks’te yayınlanan belgeleri Irak’ta görevli er Bradley Manning’in (1987 doğumlu) sızdırdığını iddia etmektedir. Manning 2010’dan bu yana tutukludur.

Assange, Wikileaks’in aynı zamanda basın sözcüsü ve yönetim kurulu üyelerinden biri ve diğer çalışanlar gibi bu web sitesi için herhangi bir ücret almadan, gönüllü olarak çalışıyor. Şu an Ekvador Devleti’nin Londra Büyükelçiliğine sığınmış durumda yaşayan Julian Assange gelecek yıl Avustralya Senatosu üyeliği seçimlerine aday olarak katılacak ve böylece ABD hükümetinin gazabından kurtulmayı deneyecek.

Wikileaks’te yayınlanan belgeler, Birinci Dünya Savaşı sürerken Rusya’da Çarlık Yönetimi’ni deviren Komünist Parti’nin Çarlık Rusyasının İngiltere ve Fransa’yla yaptığı gizli anlaşmaların gizliliğini kaldırmasından ve yakın zamanda Rusya’ya sığınan, CIA ile NSA (ABD Ulusal Güvenlik Kurumu) eski çalışanı Edward Snowden’ın ABD’nin küresel telefon dinlemeleri ve internet takipleri hakkındaki açıklamalarından sonra tarihteki en büyük sarsıntıyı yaratmıştı.

Filmin yönetmeni: “Rüya Kızlar-Dreamgirls”, “Kinsey”, “Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 ve “Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2”den tanıdığımız Bill Condon.

Bill Condon “Gods and Monsters”la uyarlama senaryo dalında Oscar kazandı. “Chicago” müzikalinin senaryosuyla Oscar’a ve Altın Küre’ye aday gösterildi.

Condon “Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1” ve “Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2”yle En Kötü Film Yönetmeni Oscar’ına (Razzie Ödülüne) aday olmayı da başardı!

(11 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Bir İradenin Zaferi Öyküsü: Steve Jobs

“Gurur duymadığım bir sürü şey yaptım, örneğin 23 yaşındayken kız arkadaşımı hamile bırakmam ve sonrasındaki tavrım bunlardan biridir. Ancak öğrenilmesine izin veremeyeceğim kadar kötü sırlarım bulunmamaktadır.”

Biyolojik ailesince değil kendisini evlât edinen aile tarafından büyütülen ve yetiştirilen Steve Jobs kendisini böyle kelimelendirmişti… Altı endüstride (kişisel bilgisayarlar, animasyon filmler, müzik, telefonlar, tablet bilgisayarlar ve dijital yayıncılık) çığır açmış yaratıcı girişimci Steve Jobs’un (1955-2011) inişli çıkışlı hayatı, 7 ilâ 8 milyar dolarlık kişisel servetine rağmen, pankreas kanseriyle, 2004’te başlayan, yedi yıl süren mücadelesinde yenik düşerek erken yaşta ölümü çok sayıda televizyon ve sinema filminde karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.

Kusursuzluk tutkusuyla ve yanında çalışanlara karşı zalimce, acımasızca davranışlarıyla ün kazanan Steve Jobs’un yaşamından kesitleri konu alan ve ilk kez Ocak 2013’te Sundance Film Festivali’nde gösterilen, sekizbuçuk milyon dolar bütçeli “Jobs” filminde ona fiziksel olarak çok benzeyen Asthon Kutcher (Demi Moore’un eski kocası) Steve Jobs’u canlandırıyor.

Steve Jobs için “O çağımızın Leonardo Da Vinci’si” diyen Kutcher, Steve Jobs’la tanışma randevusuna gidemediği için çok çok üzgün.

Apple’ın yaratıcılarından biri olan Jobs “Dünyanın Apple’la daha güzel bir yer olacağını düşünüyorum,” demişti. “Jobs” filminde Apple’ın diğer kurucusu Steve Wozniak rolünde Josh Gad var.

Apple, 1976’da Jobs ailesinin garajında doğdu.

Steve Jobs, 1986’da “Star Wars” serisinin yaratıcısı George Lucas’dan satın aldığı Pixar Animasyon Stüdyoları’nı dünyanın en iyi şirketlerinden biri haline getirerek 2006’da Walt Disney Stüdyoları’na sattı.

Steve Jobs’u Çeşitli TV ve Sinema Yapımlarında Canlandıran Diğer Oyuncular:

Justin Long, Ian Hecox, Nice Peter, Mike Cionni, Sean Astin, Fred Armisen, Casey Schreiner, Andrew Sipes, Josh Faure-Brac, Adam DeVine, Joe Towne, Mark Neveldine ve Noah Wyle.

Sony Pictures’ın Steve Jobs Filminin Senaryo Yazımı Devam Ediyor

Bu arada Sony Pictures Şirketi’nin yazar Walter Isaacson’ın “Steve Jobs Biyografisi”nin senaryo uyarlaması Aaron Sorkin tarafından gerçekleştiriliyor.

Walter Isaacson, Benjamin Franklin ve Albert Einstein biyografilerini de yazmıştı.

Sony’nin filmi Steve Jobs’la işbirliği içinde yazılmış tek biyografiye dayanıyor. Walter Isaacson, Jobs’la iki yılda kırktan fazla röportaj yapmış ve ayrıca Jobs’un yüzden fazla akrabasıyla, arkadaşıyla, rakibiyle ve iş arkadaşıyla Steve Jobs üzerine konuşmuştu.

Dünyanın dört bir yanındaki toplumlar dijital çağ ekonomileri kurmaya çalışırken, Jobs yenilikçiliğin ve uygulanabilir hayal gücünün mutlak ikonu olarak öne çıkıyor. Steve Jobs, 21. yüzyılda değer yaratmanın en iyi yolunun yaratıcılığı teknolojiyle birleştirmek olduğunu biliyordu, bu yüzden hayal gücü atılımlarını takdire şayan mühendislik başarılarıyla birleştiren bir şirket yarattı.

Jobs bu kitabın yazılma sürecinde işbirliğinde bulunsa da, yazılanlar üstünde söz sahibi olmayı ve hatta kitabı yayınlanmadan önce okuma hakkını bile istemedi. Hiçbir sınırlama koymadı, tersine tanıdığı insanları kendisi hakkında dobra dobra, dürüst konuşmaya teşvik etti. Bu pek rastlanan bir durum değildi.

Jobs birlikte çalıştığı ve rakip olduğu insanlar hakkında içtenlikle ve zalimce konuşmuştu. Arkadaşları, düşmanları ve iş arkadaşları da aynı şekilde davranarak, onun iş hayatına yaklaşımını biçimlendiren tutkularından, takıntılarından, mükemmeliyetçiliğinden, sanatçılığından, huysuzluğundan, kontrol saplantısından ve sonuçta ortaya çıkan yaratıcı ürünlerden dobraca bahsetti.

Jobs çevresindeki insanları çileden çıkarabiliyordu ve umutsuzluğa sürükleyebiliyordu. Ama kişiliği ve ürünleri birbiriyle bağlantılıydı; tıpkı Apple’ın donanımlarıyla yazılımlarının genellikle olduğu gibi, entegre bir sistemin parçalarıydı. O’nun öyküsü yaratıcılıkla, karakterle, liderlikle ve değerlerle ilgili, hem eğitici, hem de uyarıcı bir öyküdür.

(11 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com

Yılın Kazananları ve Kaybedenleri Hangileri?

2011’de “Bridesmaids-Nedimeler” (maliyet: 32 buçuk milyon dolar; dünya sinema hasılatı: 288 milyon dolar), 2012’de “Magic Mike-Striptiz Kulübü” (maliyet: 7 milyon dolar; dünya sinema hasılatı: 167 milyon dolar) gişe canavarı filme örnek olarak gösterilebilir.

Bu yılın ilk yedi ayından elde edilen verilere göre kazananların ve kaybedenlerin listesini aşağıda bulabilirsiniz.

Yılın Gişede En Başarılı Filmleri:

* “Mama” / Maliyet: 15 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 146 milyon dolar.

* “The Purge-Arınma Gecesi” / Maliyet: 3 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 78 milyon dolar.

* “Warm Bodies-Sıcak Kalpler” / Maliyet: 35 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 116 milyon dolar.

* “Safe Haven” / Maliyet: 28 milyon dolar. Sadece Kuzey Amerika hasılatı: 71 milyon dolar.

* “This is the End” / Maliyet: 32 milyon dolar. Sadece Kuzey Amerika hasılatı: 108 milyon dolar.

* “Despicable Me 2-Çılgın Hırsız 2” / Maliyet: 76 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 713 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Iron Man 3” / Maliyet: 200 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 1 milyar 212 milyon dolar. Gösterimi bitti.

* “Man of Steel” / Maliyet: 225 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 647 milyon dolar. Gösterimi sürüyor. Hızı kesildi.

* “Fast and Furious 6-Hızlı ve Öfkeli 6” / Maliyet: 160 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 771 milyon dolar. Bugüne kadarki en iyi “Fast and Furious” hasılatı… Gösterimini bitirdi…

* “Hansel and Gretel: Witch Hunters-Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları” / Maliyet: 50 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 225 milyon dolar.

* “Monsters University-Sevimli Canavarlar Üniversitesi” / Maliyet: Açıklanmıyor. Dünya Sinema hasılatı: 613 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “The Croods-Crood’lar” / Maliyet: 135 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 582 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Great Gatsby-Muhteşem Gatsby” / Maliyet: 105 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 330 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “G. I. Joe: Retaliation-G. I. Joe: Misilleme” / Maliyet: 130 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 371 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “The Hangover Part III-The Hangover III: Felekten Bir Gece” / Maliyet: 103 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 350 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “A Good Day to Die Hard-Zor Ölüm: Ölmek İçin Güzel Bir Gün” / Maliyet: 92 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 304 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Star Trek Into Darkness-Bilinmeze Doğru: Star Trek” / Maliyet: 190 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 450 milyon dolar. Bugüne kadarki en iyi “Star Trek” hasılatı…

* “Identity Thief-Kimlik Hırsızı” / Maliyet: 35 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 173 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “The Heat-Ateşli Aynasızlar” / Maliyet: 43 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 186 milyon dolar.

* “The Wolverine” / Maliyet: 120 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 253 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “The Conjuring-Korku Seansı” / Maliyet: 20 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 136 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Now You See Me-Sihirbazlar Çetesi” / Maliyet: 75 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 233 milyon dolar.

Beklentilerin Çok Altında Kalanlar:

* “Oblivion” / Maliyet: 120 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 286 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Oz the Great and Powerful-Muhteşem ve Kudretli Oz” / Maliyet: 215 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 491 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “Epic-Doğal Kahramanlar” / Maliyet: 100 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 245 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

* “World War Z-Dünya Savaşı Z” / Maliyet: 190 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 488 milyon dolar.

* “Olympus Has Fallen-Kod Adı: Olimpus” / Maliyet: 70 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 161 milyon dolar. Gösterimini bitirdi…

Batan Filmler:

* “Escape From Planet Earth-Kahraman Uzaylılar” / Maliyet: 40 milyon dolar / Dünya sinema hasılatı: 70 milyon dolar.

* “42” / Maliyet: 40 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 95 milyon dolar.

* “Grown Ups 2-Büyükler 2” / Maliyet: 80 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 137 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “The Lone Ranger-Maskeli Süvari” / Maliyet: 215 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 175 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “R. I. P. D.-Ölümsüz Polisler” / Maliyet: 130 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 48 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Pacific Rim-Pasifik Savaşı” / Maliyet: 190 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 293 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* White House Down-Beyaz Saray Düştü” / Maliyet: 150 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 117 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “After Earth / Dünya – Yeni Bir Başlangıç” / Maliyet: 130 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 242 milyon dolar. Gösterimi sürüyor.

* “Jack the Giant Slayer-Dev Avcısı Jack” / Maliyet: 195 milyon dolar / Dünya Sinema hasılatı: 197 milyon dolar.

* “The Host” / Maliyet: 40 milyon dolar. Dünya Sinema hasılatı: 48 milyon dolar.

* “Turbo” / Maliyet: 135 milyon dolar. Dünya sinema hasılatı: 124 milyon dolar.

(11 Ağustos 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com