“Zoraki Tatil”, sevgili olan bir kadın ile bir erkeğin, aynı gün, ziyaret ettikleri dört farklı evdeki boşanmış anne – babalar, kardeşler, çocuklar, anılar, birbirlerinin hakkında yeni öğrendikleri şeyler sayesinde ilişkilerine ve gelecekteki beklentilerine dair nasıl değişip dönüşebildiklerini merak edenler için, kronometrik yazılıp yönetilmiş klâs güldürü: Sinema öğrencileri için de bir ders; ileride dvd’sini alıp analiz ederlerse çok şey öğrenebilirler.
“Umut”, melodramatik özellikleri nedeniyle ağlayarak bitirmeniz gerekirken, yanlış oyuncu seçimleri ve ağlatı konusu olan olayın kahramanlarının -duygudaşlık kuramayacağız derecede- ‘zayıf’ kalmaları nedeniyle, sıkılarak çıkma ihtimalinizin olduğu, paranın tek güç olduğu bir dünyadaki fedakârlık öyküsü.
“Milyoner”, aklı zorlayan bir sefaletin ortasında var olma savaşı veren iki erkek kardeş ile onlara eşlik eden kızın, capcanlı, yüksek ritimli öykülerinin, dakikalar ilerledikçe Bollywood popülistliğine evrilerek seyirciyi iyice kavradığı film: Batı’da bu denli abartılmasının nedeni, sanırım, ekonomik kriz içindeki bireylerin kaderciliğe her zamankinden çok sarılması.
“Limon Ağacı”, devletler / halklar arasındaki kronik sorunlarda tarafların her birinin tümüyle haklı ya da tümüyle haksız olmadığı gerçeğinden hareket eden ve sonuçta, iki taraftan birer kadının yüreğini aynı noktada buluşturup birleştiren, her izleyenin seveceği Ortadoğu filmi: Sinemanın dünyayı değiştirip dönüştürme gücü olabilse keşke!
“Hayallerin Peşinde”, 1950’lerde, güvenli, temiz, huzurlu bir semtte özel ve farklı olmaya çalışırken, umutsuz bir boşluğun içine düşen iki çocuklu çiftin yapay mutluluk döngüsünden çıkma çabalarını ve evlilik kurumunun derinlemesine analizini içeriyor. Ve -bana göre- bir kez daha kanıtlıyor ki, yaradılış itibariyle ve fizik özellikleri dışında, erkek ne denli zayıfsa, kadın da o denli güçlüdür. Sinemanın en büyük oyuncu performanslarından bir kısmı bu başyapıtta; eğer izlemezseniz beni de bir daha zahmet buyurup okumayınız!
“Gölgesizler”, ‘ceberut devlet’ kavramına ait ciddi bir siyasi eleştiriye sahip, ‘ruhların hapishanesi’nden yazıldığı izlenimi veren bir ‘alacakaranlık kuşağı’ metninin aktarımı. Ama sadece aktarım. Sinemaya özgü büyü yok; sinema adına ‘kaçırılmış fırsat’. Keşke M. Night Shyamalan çekseymiş (!). Bir de, ‘zamansız ve mekânsız’ filmde, zamana / mekâna ait somut kişi Atatürk’ün (fotoğrafları ve bir konuşmada adı) kullanılması garip geldi.
(26 Şubat 2009)
Ali Ulvi Uyanık