‘Ay Işığı / Moonlight’ 2016 yılında Amerikan Bağımsız Sineması’nın en önemli keşiflerinden biriydi. Siyah bir gencin 16 yıla yayılmış büyüme hikâyesini üç bölüm halinde aktaran yapım, Afro-Amerikan sinemanın Akademi Ödülleri’ndeki temsilcisi olarak halen gündemdeki yerini koruyor. Amerikan Sinema Endüstrisi’nin görkemli gövde gösterisi olarak şahsen çokça da önemsemediğim Oscar adaylıkları bir yana, belki bir başyapıt değil ama, iyi kotarılmış içtenlikli bir sinema örneği bu.
37 yaşındaki yönetmen Barry Jenkins, Richard Linklater etkisi taşıyan ilk denemesi 2008 yapımı ‘Medicine for Melancholy’nin ardından çektiği yeni filminde, kendisi gibi siyah oyun yazarı Tarell Alvin McCraney’nin -Türkçe karşılığını yazının başlığına seçtiğimiz- ‘In Moonlight Black Boys Look Blue’ isimli oyununu kaynak almış. Oyun metninden farklı olarak, hem siyah, hem yoksul, hem de eşcinsel eğilimli ana karakterinin öyküsünü kronolojik atlamalarla anlatma yolunu seçmiş.
Yönetmenin doğup büyüdüğü Liberty City, Miami’nin yoksul mahallesini mekân alan yapım, benzerlikler olsa da özyaşamsal bir hikâye anlatmıyor. Uyuşturucu bağımlısı annesiyle yaşam savaşı veren, ‘Little’ (yani küçük) lâkabıyla anılan çelimsiz siyah çocuğun baba figürü arayışını ele alan ilk bölüm Tanrı/İsa ilişkisini çağrıştırıyor. İkinci bölümde ortaokul-lise yıllarında eril şiddetin hüküm sürdüğü çevresiyle uyum kurmakta zorlanan Chiron’un dışlanmasına şahit oluyoruz. Kendine bile itiraf etmekten çekindiği cinsel dürtülerinin su yüzüne çıktığı ay ışığı altındaki gece ilk kez dokunduğu bedende aşkla tanışıyor genç adam.
On küsur yıllık bir sıçramanın ardından, artık ‘Black’ olarak çağrılan Chiron’un fiziksel olarak muazzam bir biçimde değiştiğine tanıklık ediyoruz. Çocukluk yıllarındaki baba figürünün ‘ne olmak istediğine kendin karar verirsin, başkasının senin yerine karar vermesine izin verme’ öğüdüne uyamamıştır. Yaşadığı çevre onu güçlü ve sert bir siyah erkek olmaya zorlamış, o da bunun gereklerini yerine getirmiştir. Ancak gözleri onu ele vermektedir. Hayatı boyunca kendisine dokunmuş olan ilk ve tek aşkı ile yıllar sonra karşılaştığında koca cüsseli Black bastırdığı hisleriyle yüzyüze gelecektir.
Kısa özetten de anlaşılacağı üzere, acımasız bir dünyada geçen son derece şiirsel bir öykü anlatıyor ‘Moonlight’. Aynı çevrede, küçük Chiron gibi uyuşturucu bağımlısı AIDS hastası anneyle büyümüş Jenkins, yoksul siyah gençlere biçilmiş bir hayata direnmiş, okul yıllarında tanıştığı sinemanın büyüsüyle kendini ifade etmek istemiş. İkinci uzun metrajında favori yönetmenlerinden Hou Hsiao-Hsien imzalı ‘Üç Zaman’ın ana yapısından yola çıkmış. Son epizod’da Claire Denis’in ‘Vendredi Soir’ (Cuma Gecesi) ve Wong Kar-Wai’in ‘Happy Together’inin (Mutlu Beraberlik) gözle görünür etkisini duyumsuyorsunuz.
Epizodik yapısı üç bölümlü bir sonatı anımsatan filmin müzikleri özenle seçilmiş. İlk bölümde yer alan Mozart’ın K.339 ‘Vesperae Solennes de Confessore’ adlı koral eserinin ünlü ‘Laudate Dominum’una tanınmış film müziği bestecisi Nicholas Britell’in barok etkili tınıları karışıyor. Son epizodun trajik İspanyol halk şarkısı ‘Cucurrucucú Paloma’ya müzik kutusundan yükselen 60’lı yılların ünlü Barbara Lewis klasiği ‘Hello Stranger’ eklemleniyor. Görüntü yönetmeni James Laxton’ın geniş renk paleti ve aktörlerin bastırılmış duygularını ele veren yakın plan tercihleri son derece yerinde. Oscar adayı deneyimli oyuncular Mahershala Ali ve Noamie Harris’in ve ‘Black’ rolünde yükselen siyah oyuncu Trevante Rhodes’in performansları birinci sınıf.
Kimliği yüzünden dışlanmış, dünyada yalnız bırakılmış herkesin duygularını dile getiren, Donald Trump iktidarına bir manifesto niteliğindeki bu şiirsel filmi tüm sinemaseverlere tavsiye ediyorum.
(20 Şubat 2017)
Ferhan Baran