Amerikan Usulü Öldürme Üzerine İki Film

Amerikan sinemasının iki yıldız oyuncusu Brad Pitt ve Tom Cruise’un yapımcılığını da üstlendikleri son filmleri bu hafta gösterimde. Akıl almaz bir katliamın Amerikan halkını derinden yaraladığı şu günlerde, ikisi de şiddet ve öldürme üzerine ancak bakış açıları birbirinden çok farklı filmler bunlar. George V. Higgins’in 1974’te yazılmış ‘Cogan’s Trade’ adlı romanından 2008 yılına uyarlanmış ‘Kibarca Öldürmek / Killing Them Softly’de olaylar, mafyanın gözetiminde faaliyet gösteren kaçak bir oyun salonunun iki kafadar tarafından soyulmasıyla başlıyor. Hedeflenen, daha önce benzer şekilde kendi mekânını soymaktan mimli Markie Trattman’a suçu yükleyerek paraları kırışmak. Olay şehirde krize neden oluyor. Mafyanın işleri bozuluyor, kumar ekonomisi duruyor. Düzenin sağlanması ve güvenin yeniden tesisi için tetikçi Jackie Cogan görevlendiriliyor. Pitt’in canlandırdığı soğukkanlı katilin öldürme tarzı kendine özgü. Kurbanının işini uzak bir mesafeden habersizce hallediyor. Salya sümük ağlamalara, diz çöküp yalvarmalara muhatap olmak istemiyor. Bizdeki çevirisiyle ‘kibarca’ değil de acı çektirmeden temizlemek kastedilen.

2007 yapımı sıradışı western ‘Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı / The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford’ ile gönüllerimizde taht kuran Andrew Dominik’in bu daha minör ama etkileyici filminin tekinsiz mekânları, finansal bunalımla çalkalanan Amerika’nın metaforu görünümünde. Borsada son 20 yılın en düşük rakamlarının görüldüğü kriz günlerinde geçen filmin ilk planlarından itibaren fonda yaklaşmakta olan başkanlık seçimi konuşmalarına şahit oluyoruz. McCain ile kıyasıya çarpışan Obama, tepetaklak olmuş ekonomiyi yeniden düze çıkartacağını, piyasalarda oluşan güven kaybını onaracağını, Amerikan rüyasına sahip çıkacaklarını vs. tekrar edip duruyor. Amerika’da düzen bir kere bozulmuş, uluslararası mali oyuncular masadan kalkmış. Oyunu yeniden başlatmak için Lehman Brothers gibi birkaç kurban gerekmektedir.

Jackie Cogan’ın dediği gibi Amerika bir ülke değil, bir işletmedir. Üstelik iyi yönetilmeyen bir işletmedir ve burada herkes kendi başının çaresine bakmak durumundadır. Görece kısa tarihi boyunca şiddeti besleyen topraklar buraları. Öldürücü silâhlara ulaşmanın o denli kolay olduğu. Dominik’in filmi de silâh seslerinin son jenerik akışı boyunca dinmediği çağdaş bir western sayılabilir. Louisiana’nın izbe batakhanelerini fon almış bu bağımsız yapım, çok yakın bir dönemde geçmesine rağmen yetmişli yılların B tipi gangster filmlerinden esinler taşıyor. Şiddet yüklü sahnelerin eşlik ettiği karanlık üslûp ise, Tarantino’dan ödünç alınmış cinsellik ve kara mizah yüklü diyaloglarla dengelenme yoluna gidilmiş.

Haftanın bu defa büyük stüdyo (Paramount) destekli bir diğer Amerikan yapımı ‘Jack Reacher’ın böylesine bir alegoriyle işi yok. İyilerin kötüleri hakladığı, keskin nişancılığın yüceltildiği, gösterişli atış talimlerinin eksik olmadığı düz bir gerilim-aksiyon izlediğimiz. Yasa filan hak getire, kötüler olay yerinde infaz ediliveriyor.

Bu kez hikâye, bir kiralık katilin yaya yolundaki beş kişiyi gün ortasında uzaktan tek atışlarla katli üzerine. Suç plânlı bir biçimde devletin kendi yetiştirdiği, Irak’ta, Afganistan’da görevlendirdiği -ilerde bir gün kapitalizmin rayından çıkmış herhangi bir ülkeye düzeni yeniden tesis (!) adına göndereceği- eğitimli tetikçilerinden James Barr’ın üzerine yıkılıyor. Ancak -seyirciye en başından gösterildiği gibi- katil başka biridir ve olayı aydınlığa çıkarmak, eğitilmiş vatan evlâdını (!) kurtarmak tetikçilerin eğitmeni eski savaş gazisi ‘Jack Reacher’a düşmektedir.

Bebek yüzüne hızla geçen yılların izi düşmüş Tom Cruise’un Rambo’luğa soyunduğu film -benzer rolleri bırakacağı da yok, ‘Görevimiz Tehlike’nin beşincisi yoldaymış- bir bestseller uyarlaması. İngiliz yazar Lee Child hayranları 15 romanlık serinin dev cüsseli kahramanına ufak tefek Cruise’un can vermesini nasıl karşılar bilemem ancak bizler buna benzer öykülerin anlatıldığı filmleri daha önce defalarca izlemiştik. Bir zamanlar ‘Olağan Şüpheliler / The Usual Suspects’in yaman senaryosuyla övgüye ve Oscar dahil ödüllere boğulmuş Christopher McQuarrie’nin yönetmenliğini yapmış olduğu bu sıradan yapımın belki de tek sürprizi, Sovyet Gulag’ındaki ölümcül tutsaklık yıllarında kafayı sıyırmış eski mahkûm rolünde, bir dönem Genç Alman Sineması’nın efsanevi ismi, şimdilerin saygın belgeselcisi Werner Herzog’un varlığı.

(20 Aralık 2012)

Ferhan Baran

[email protected]