Memleketin en nevi şahsına münhasır, en sıcak (her anlamda) ve tabii en halkçı festivali 18. Adana Altın Koza Film Festivali sona erdi. Her şeyden önce söylemek gerekiyor ki, festivalin organizasyonu gerçekten kusursuzdu. Festival ekibi ve Adana halkı, sanatçısını, konuğunu, basınını el üstünde tutuyor. Bu sene de yine arı gibi çalışarak olabildiğince hatasız bir organizasyon yapmak için ellerinden geleni, hatta fazlasını yaptılar. Emeği geçen herkese ama herkese ne kadar teşekkür etsek az…
Festivalin yalnızca son iki gününde bulunmuş olmam sebebiyle hafta boyunca yapılan etkinliklere ve film gösterimlerine katılamadım. Ama genel kanı, bu sene filmlerin oldukça vasat olduğu yönündeydi. Yarışma filmleri bir yana, tek konuşulan Türkiye prömiyerini Adana’da yapmayı seçen Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Büyük Jüri Ödüllü filmi Bir Zamanlar Anadolu’da’ydı…
Neyse ki gitmeden önce bu senenin en iyi filmi seçilen Onur Ünlü yönetmenliğindeki Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi filmini görme şansım oldu. Çok çekici bir fragman eşliğinde oldukça merak uyandıran bu film -üzülerek söylüyorum ki- bende hiçbir etki yaratmadı. Filme çok büyük bir heves ve heyecanla gittiğimi de belirteyim. Bir tiyatro oyununu andıran birbirinden kopuk sahneler, bayat ve yavan espriler, (hâlâ komik olmanın küfürden ibaret olduğunu sanıyoruz, ufacık çocuğa bile küfür ettirerek mizah malzemesi yapmaya çalışıyoruz.) ne dramı dram, ne komedisi komedi olan, arada derede bir yerde sıkışıp kalmış bir film bu. Onur Ünlü gibi ülkenin az sayıdaki yaratıcı yönetmeninden beklenmeyecek kadar kötüydü. En iyi film buysa, diğerleri nasıldır sorusunu da sormadan edemedim. Demek ki kabûl etmemiz gerekiyor, ne kadar çok film, o kadar iyi demek değil! Bunca emek verilerek düzenlenen festivallerimiz ve halk çok daha iyi filmler izlemeyi hak ediyor. Lütfen bunun sorumluğunu daha çok üstlenelim.
Festivalin en anlamlı konuşmaları ise, kısa filmiyle ödül alan Hüseyin Karabey (Hrant Dink’e yaptığı gönderme, Hrant çin adalet için çağrısı) ve Özcan Alper’den (Jitem ve faili meçhul cinayetler üzerine yaptığı cesur açıklama) geldi.
Ayrıca kısa filmleriyle ödül alan öğrencilerin farkındalıkları ve cesaretleri takdire şayandı. Öğrenciler kameralarını genellikle işçilere, doğaya ve insan haklarına çevirmişlerdi.
Festivalin en önemli ödüllerinden Yılmaz Güney ve SİYAD Ödülleri’nin sahibi olan Gelecek Uzun Sürer’i de unutmamak lâzım. Filmi henüz göremedim ama Sonbahar’la çok iyi bir çıkış yapan Özcan Alper’in yeni filmine de ilgi, âlâka göstermeliyiz diye düşünüyorum. Umarım vizyonda da şansı bol, yolu açık olur.
Bu arada bir filme dikkat çekmek istiyorum, daha önce 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü, Alman İnsan Hakları Film Ödülü ve de en son 7. Akbank Kısa Film Festivali’nde En İyi Kısa Film seçilen Dönüşü Olmayan Yolculuk… Güçlü Yaman’ın yönettiği bu film, 1999 yılında Frankurt Havaalanı’ndan insanlık dışı bir yöntemle sınır dışı edilmeye çalışılırken hayatını kaybeden Sudanlı göçmen Aamir Ageeb’in gerçek hikâyesini anlatıyor. Filme bir ödül de Altın Koza’dan geldi.
Son bir şey de gecenin sunucuları Özlem Gürses ve Murat Başoğlu için söyleyeceğim. Belki de festivalin tek kusuru sunucu seçimindeki hataydı. Özlem Gürses yine de canla başla çalıştı ancak Murat Başoğlu’nun şaşırtıcı derecedeki başarısızlığı göz ardı edilecek gibi değildi. O buzzz gibi kötü esprilerden söz bile etmiyorum. Herkes çok komik olmak zorunda değil ama sanki yoldan geçiyormuş da tesadüfen oradaymış gibi hali bunca emek verilmiş organizasyona yakışmadı. Şöyle örnek vereyim, kendi sunumundaki hiçbir ismi doğru bir şekilde telâfuz edemedi. Akdeniz ülkelerinin yönetmenlerinin isimlerindeki telâfuz hatalarını geçiyorum (ki o da göz ardı edilecek bir şey değil), kendi sinemacılarımızın isimlerini bile hatasız söyleyemedi. Onur Ünlü oldu Orkun Ünlü, Selim Demirdelen oldu Selim Demirel… Neyseki Özlem Gürses’in tatlı dili, çabası ve pozitifliği geceyi kurtardı.
Sonuç olarak, Adana’dan İstanbul’a dönerken üzerimizdeki yorgunluktan çok yüzümüzdeki tebessüm vardı. Sinema dostları ve emekçileri ile geçirilmiş birkaç günün tarifsiz mutluluğu ve şimdiden bir dahaki senenin heyecanıyla… Şimdi gözlerimizi Antalya’ya çevirdik. Adana’da artık her anlamda Antalya’ya rakip… Bu durumun sorumluluğunu ve heyecanını şehirde hissediyorsunuz. Tatlı bir çekişme var iki şehir arasında. Bu da işin tadı tuzu… Her iki festivale de hep daha iyiye gitme yolunda şevk veriyor. Ne de olsa biri olmasa diğeri hep eksik kalacak.
(26 Eylül 2011)
Gizem Ertürk