Film Festivali’nin heyecanına kapılıp savrulduk ama Sidney Lumet’yi kaybettiğimizi elbette unutmadık. Nereden baksanız, dört yıl öncesine kadar film çekiyordu. Philip Seymour Hoffman ile Ethan Hawke’un oynadıkları “Before the Devil Knows You’re Dead”, 2007 yapımı. Televizyon filmleriyle dizilerini ve kısa filmi de ihmal etmemiştir. Ama modern dünya onu hiç heyecanlandırmıyordu. Son filmini çektiği sıralarda, “Twelve Angry Man / On İki Öfkeli Adam”ı yaptığından bu yana işlerin kötüye gittiğini söylüyordu.
Lumet’nin ilk sinema filmi olan bu klâsikte (o zamanlar Melek Sineması adını taşıyan ‘kapalı Emek’te izlemiştim herhalde), oniki kişilik jüriden onbir kişi zanlıyı suçlu bulur. Bir tanesi ise, onları yanıldıklarına, delillerin yeterli olmadığına inandırmaya çalışır. Sonunda bunu becerir de. Lumet, şimdi çekse filmin hiç de böyle iyimser olmayacağı görüşünde. “İlginç, değil mi? Öylesine umut dolu bir filmmiş ki. Dünyanın bugünkü haline bakarsak, umutludan çok saf demek gerekir. Yani bugün onbir kişi, sırf bir kişi karşı diye vakit harcamaz. O sıralar zaten ülkenin kendisi daha saftı. Aynı şekilde berbat davranıyorlardı ama, hiç değilse bazı şeyler dile getirilmiyordu.” Lumet’ye göre bugün, insanlar televizyon yüzünden kendilerini daha yalnız, daha tecrit edilmiş hissediyor. “Başkalarına nasıl davranacaklarını bilmiyorlar, çünkü insan görmüyorlar. Hepimiz oturmuş gündüz gece kahrolası bir kutuyu seyrediyoruz.”
Oysa kendisi de yönetmen olarak o kutuyu erken tanımış, son dönemlerine kadar da ihmâl etmemişti. Televizyonda yönetmenlik yapmaya 1950 yılında başladı. CBS’in en önemli yönetmenlerinden biriydi. İkisi de uzun soluklu olan “Danger / Tehlike” ile “You Are There / Oradasın” (1953) dizilerini yönetmişti. 1955’te de tiyatro yönetmeni olarak ilk oyununu sahneledi. Ama tiyatroyla ilk tanışıklığı aktör olarak, daha eskiye uzanır. Oyunculuğu ise, çok daha eskilere.
İkisi de Eskenazi Tyatrosu’nun saygın oyuncuları olan Baruch Lumet ile Eugenia Wermus’un oğlu olarak 1924’te Philadelphia’da doğan Sidney Lumet de onların izinden gitti. New York’taki Eskenazi Sanat Tiyatrosu’nda sahneye çıktığında dört yaşındaydı. 1930’lu yıllarda Broadway’de birçok oyunda oynadı. Sidney Kingsley’in, New York’un yoksul mahallelerindeki hayattan vinyetler sunan ve sonra da beyazperdeye uyarlanan oyunu “Dead End”de de rol aldı. Yani o meşhur ‘çıkmaz sokak çocukları’ndan biri de oydu. Bir filmde oynamasının ardından, 1947’de aralarında Yul Brynner ve Eli Wallach’ın da bulunduğu bir grup oyuncuyla Broadway dışı bir grup kurdular. Bu grup, Lee Strasberg’in Actor’s Studio’da uyguladığı yöntemlerden şikâyetçi olup ayrılan oyunculardan oluşuyordu. Lumet sık sık, oyunculuğun çok acı veren bir şey olduğunu söylerdi.
Ne var ki, bu grubu kurduktan on yıl sonra tümüyle bir jüri odasında geçen On İki Öfkeli Adam ile adım attığı sinema onun gerçek yuvası oldu. Daha ilk filminde Berlin’de Altın Ayı kazanıp üç dalda (Film, Yönetmen, Senaryo Uyarlaması) Oscar’a aday olan kaç yönetmen var? O filmden sonra da sinema dünyasının önde gelen yönetmenlerinden biri olmayı sürdürdü. Belki istikrarlı değil ama, daima tahlilci, deşici bir sinemacı oldu. Güldürdüğü zaman bile iğnelemekten, hatta cepheden saldırmaktan geri kalmazdı. Adaletle, hukuk dünyasıyla çok ilgiliydi, başından beri bu tür filmler yapmaktan vazgeçmedi. Sol eğilimliydi, filmlerinde de toplumsal bir anlamı olan konuları ele almayı tercih ederdi ama ille de siyasi film yapmak gibi bir arzusu yoktu.
Bir de, filmlerinin çoğunu New York’ta çekmiştir. Bu konuda adının Woody Allen ve Martin Scorcese ile aynı solukta anılması gerekir. Sidney Lumet, Jean-Luc Godard ile birlikte, New York Film Eleştirmenlerinin 76 yıllık tarihinde Yaşam Boyu Başarı ödülü verilen iki yönetmenden biridir. Godard’ın, modern sinemanın en büyük ustalarından biri olduğu inkâr edilemez. Lumet ise onları, sokakla ilişkisini kesmemiş sinemanın havarisi olması, gerçekçiliğin meşalesini taşımasının yanısıra, yarım yüzyıl boyunca New York şehrinin ‘vakanüvis’i oluşuyla da etkilemişti. Evet, gerçi Boston, Chicago, Toronto, Londra, Paris, Texas, New Mexico ve Louisiana’da filmler çekmişti ama (Hollywood’da asla) esas olarak doğup büyüdüğü, yaşlandığı şehrin acı gerçeklerini araştırmıştı: “12 Öfkeli Adam”dan başlayarak “The Pawnbroker / Tefeci”, “Serpico”, “Dog Day Afternoon / Köpeklerin Günü”, “Network / Şebeke”, “Prince of the City / Şehrin Prensi” ve yukarıda bahsi geçen “Before the Devil Knows You’re Dead”, bu filmlerden sadece birkaçıdır.
Filmlerindeki karakterler kadar hırslı ve atak olan, neyi istediğini bilen Lumet, 1957’deki ilk Filmi “12 Öfkeli Adam”dan 2007 yapımı “Before the Devil Knows You’re Dead”e kadar 43 uzun metrajlı sinema filmi çekti. Dört kez En İyi Yönetmen dalında Oscar adayı oldu, 2005’te Onursal bir Akademi ödülü aldı. Sonunda hikâyeleri bitti, hatta belki o engin yaratıcılığı da tükenmiştir. New York filmlerinin yanısıra tiyatro uyarlamalarıyla, Eugene O’Neill’in “Long Day’s Journey into Night”ı ve Çehov’un “Seagull / Martı”sı ile de hatırlanacak. Bir de, Agatha Christie uyarlaması, sırf birlikte olmanın keyfi için üç kuruşa oynayan starlarla dolu “Murder on the Orient Express / Şark Ekspresinde Cinayet”iyle. İyi oyuncularla çalıştı demiştik. Mevcut en iyi yazarlarla çalışmak da başka bir sırrıydı. Hepsi birbirine bağlandı, o yazarlar, kendisi de aktörlükten gelme Lumet’nin oyuncularına fırsat verdi. Filmografisi onun hayatını doğruluyor.
(17 Nisan 2011)
Sevin Okyay