05 Şubat 2010 Haftası

“Herkesin Keyfi Yerinde”, Giuseppe Tornatore’nin 1990 yılında çektiği filmin Türkçe adı… Efsanevi / müteveffa Marcello Mastroianni’nin, emekli aile babası rolünde Sicilya’dan yola çıkıp güneyden kuzeye İtalya’yı dolaşıp beş çocuğunu ziyarete gitmesi sonucu karşılaştığı tüm o ‘aldatma’, mutsuzluk ve hüzünlerden sonra geriye döndüğünde, hayatta olmayan karısına hitaben söylediği üç sözcük: Yani, “Stanno Tutti Bene”. Robert De Niro’nun, yaşına denk düşen bir içtenlikle oynadığı baba Frank da, kimsenin mükemmel olmadığı / olamayacağı bir dünyada, aile olma yolunun dürüstlükten ve hep birlikte müsamaha kapılarını açarak sevecen iletişim köprüleri kurmaktan geçtiğini anlatan filmde, Amerika’nın farklı kentlerindeki dört çocuğuna ‘sürpriz’ yapıyor. Hüzünlü bir yol filmi aynı zamanda: Çocuklarınızın sizin kafanızda canlandırdığınız gibi bir yaşam kuramayacağı gerçeğiyle karşılaşıp, onları olduğu gibi sevmenizin önemine işaret ederken, hikâye, formülü belli kalıplarla daha bir mutlu sona kavuşuyor. Onun için de bu filmin adı “Everybody’s Fine” yani “Herkes İyi” oluyor. Not düşelim, yönetmen Kirk Jones bir İngiliz olduğundan çeşitli hınzırlıkları ihmal etmemiş… Bir de ağlamanın güzelliğini yaşayacaksınız tabii.

“Tanrı’nın Kitabı”, ‘gönül gözü’ ile gören Eli’nin (Denzel Washington), Batı’ya, Pasifik Okyanusu’ndaki Alcatraz Adası’na götürmek için yanında taşıdığı kitap… ”From Hell – Cehennemden Gelen”den dokuz yıl -Victoria Dönemi Londra’sının Karındeşen Jack hikâyesinden de en az bir buçuk yüzyıl- sonra yeniden ilgi alanımıza giren Hughes Biraderler, başımıza gelen felâketi özetleyen bir giriş sahnesi ile hemen seyirciyi ele geçiriyor: Eli, günümüzün en değerli / pahalı küçük kedilerinden birini, karnını doyurmak için avlıyor. Bildiniz; nükleer felâket sonrası, insan dâhil değerli canlılar değersizleşmiş, bugün insanoğlunun çöpe attıkları da nadirattan olmuş. Ve ozonun ciddi biçimde tahribatı da, yaygın körlükleri getirmiş. Peki, günümüzde milyarlarca insanı efsunlayan ve inanç ticareti sonucu ceplerine el atmış olan veya gerçekten ‘iyi’ birer insan olmalarını sağlayan itikadı yayan din kurumu bir şey yapamamış mı? Belli ki hiçbir yararı olmamış. Zaten kutsal kitapların tüm nüshaları yakılmış… İmdi, insanlığın yeniden inşasında, bu filmi, bakış açınıza, meşrebinize, ahlaksal kodlarınıza göre değerlendirmek zorundasınız. İlk bakışta öyle görünmese de, insanı ikircikli bırakan bir mesele sunuyor.

1) Eli, yeni bir başlangıcın Doğu’dan değil de, filmin ‘western’imsi yapısına uygun biçimde diğer kıyıdan başlayacağından hareketle, insanlığın ortak kültür bahçesinde eksik olan ‘parça’yı (17. Yüzyıl İngiltere Kralı James onaylı Hıristiyan İncili), tam bir inanç ve fedakârlıkla yerine ulaştırmaya çalışırken, önüne çıkan ‘canlı’ (ve cansız) her engeli yok ediyor. Yeniden yükselen imanın, insanlık inşası için umut haline gelmesi, “kutsal kitabın”(kitapların) yerine ulaştırılmasına bağlı gibi.

2) ‘Kötü’ Carnegie (Gary Oldman) ise, küçük topluluğuna bir yaşam alanı yaratmış; diktatörlükle büyümek istiyor. O da kitabın peşinde: İnsanları bir hedefe doğru sorunsuzca yönlendirip, ‘uyuşturmak’ için. Hangisi daha gerçekçi? Buyurun düşünün. Düşünürken, bu arada, benzer filmleri bir adım geçen ıssız, ürkütücü, yakıcı ve kirli dünyanın içindeki küçük şiddet zirvelerinden keyif (!) almaya bakın. “Forrest Gump” ile Oscar adayı olan görüntü yönetmeni Don Burgess’in tarifi zor grimsi – sarımsı renk paleti içinde kötü hissedeceğinizin garantisini veririm. Sözün kısası, yaşam değerlidir; film çıkışı, kendinizi mahrum bıraktığınız keyifler varsa hemen tamamlamaya koyulun.

(03 Şubat 2010)

Ali Ulvi Uyanık

[email protected]