Soysuzlar Çetesi (Inglourious Basterds)
Yönetmen-Senaryo: Quentin Tarantino
Kurgu: Sally Menke
Görüntü: Robert Richardson
Oyuncular: Brad Pitt (Aldo Raine), Mélanie Laurent (Shosanna Dreyfus), Christoph Waltz (Albay Landa), Diane Kruger (Bridget von Hammersmark), Daniel Brühl (Zoller), Eli Roth (Çavuş Donovitz), Jacky Ido (Marcel), Sylvester Groth (Goebbels), Martin Wuttke (Hitler), Julie Dreyfus (Francesca), Til Schweiger (Çavuş Stiglitz)
Yapım: Universal-Weinstein (2009)
Sinemanın büyük yönetmenlerinden Quentin Tarantino’nun 2. Dünya Savaşı atmosferinde geçen hayali filmi ‘Soysuzlar Çetesi’, sinema anlarıyla sinemaya bir armağan film gibi. Unutulmaz ve belleğe yazılan görüntülerin olduğu bu film Tarantino sinemasında bir başyapıt belki de.
Quentin Tarantino, hem geçmiş filmlerini çağrıştıran hem de farklı bir filmle geldi. 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışan “Inglourious Basterds-Soysuzlar Çetesi”, 2. Dünya Savaşı yıllarında Fransa’da geçiyor. Filmin açılışı da gerçekten vurup geçiyor sinema adına. Tarantino, 2004 yapımı “Kill Bill I-II” filmindeki gibi hikâyelere bölmüş filmini. Her bölümün bir adı var, tıpkı “Kill Bill”deki gibi. Tarantino, bu filminde geçmişteki kendi filmlerinin ruhuna da dokunuyor. Sinemada “spagetti western”in büyük ustası Sergio Leone’ye de selâm gönderiyor yer yer. Tarantino, bir an seyirciye Leone’nin (1929-1989), “spagetti üçlemesi”nin son filmi 1966 yapımı “The Good, the Bad and the Ugly-İyi, Kötü ve Çirkin” filminin ruhunun içerisinde dolaşıyormuş duygusunu da yaşatıyor. Filmdeki “iyi” Shosanna, “kötü” Aldo ve “çirkin” de Landa… Fonda, Ennio Morricone’nin tadını veren müzikler de duyuluyor. Tarantino filminde Ennio Morricone ustanın başka filmlerde kullandığı bestelerini de kullanmış. Bunun yanında Dimitri Tiomkin, Charles Bernstein, Elmer Bernstein, Lalo Schifrin gibi ustaların da çeşitli filmlerde kullanılmış bestelerine de yer vermiş Tarantino. Ne chansonlar, ne de 2. Dünya Savaşı yıllarındaki Fransız direnişçilerinin dinlediği ve onları anlatan bir müziği de kullanmamış yönetmen.
Birinci Bölüm (Bir zamanlar Nazi işgâli altındaki Fransa): Gözünden hiçbir şey kaçmayan zeki ve acımasız “Yahudi Avcısı” Albay Hans Landa, Perrier LaPadite’in (Denis Menochet) çiftliğine gelir. Landa, duygulara ve ortamlara göre hareket eden, ardından da ulaşmak istediği bilgilere rahatça ulaşan biri. Sanki “an”ların tadını çıkartıyor Landa. Yahudi komşuları Dreyfusleri evinin mahzeninde saklayan LaPadite, bir noktadan sonra gözyaşları içinde konuşmak zorunda kalıyor. Bir genç kız olan Shosanna Dreyfus, bu katliamdan kurtuluyor. Paris’te teyzesinden kaldığını söylediği sinema salonunu işletiyor. En büyük yardımcısı da, belki de sevgilisi, siyahi makinist Marcel.
İkinci Bölüm (Soysuzlar çetesi): Başını Lando’nun çektiği Yahudi Amerikan askerlerinden oluşan “Soysuzlar Çetesi”, Nazi askerlerini buldukları yerde infaz ediyorlar. Lando, çetesine kuralları söylerken Apaçiler gibi Nazilerin derilerini yüzmelerini söylüyor. Çete çok acımasız ve irkiltici bir şiddetle Nazileri öldürüyor. Çavuş Donny Donowitz, elinde beyzbol sopasıyla vahşice ve acı içinde inleterek katlediyor Nazileri. Bir grup Nazi’yi katleden çete, kendilerine ispiyonculuk yapan bir askeri serbest bırakıyorlar. Ama önce Lando’nun askerin alnına bıçağıyla “gamalı haç” imzasını attıktan sonra. Asker, Hitler’e gidiyor ve çeteyi anlatıyor. Tarantino, Hitler’i komik ve karikatürize biçimde yansıtmış. Bazı anlarda neredeyse ne kadar da sevimli diyorsunuz. Çavuş Stiglitz, 13 gestapoyu öldürmüş. Çavuş Donny’yse Nazi öldürmeye gelmiş Bostonlu bir Yahudi berber.
Üçüncü Bölüm (Paris’te Alman gecesi): Birinci bölümde Landa’nın katliamından kurtulan Shosanna, Paris’te teyzesinden kaldığını söylediği sinemayı makinist Marcel’le işletiyor. Shosanna, Emmanuelle Mimieux kimliğine bürünmüş. Shosanna, afişin yazılarını sökerken yanına bir Alman eri Fredrick Zoller geliyor. Shosanna’nın büyülü güzelliğinden etkilenen Zoller, binanın tepesinde tek başına bir keskin nişancı gibi “düşman” askerlerini öldürmüş ve kahraman olmuş. Gesatpo, onun bu kahramanlığını “üstün ırk” Alman halkına göstermek için sinemaya bile uyarlanmış “Ulusun Gururu” adıyla. İşte bu filmin Paris’te galası yapılacak ve üstelik galaya Hitler de gelecek. Shosanna ve Soysuzlar Çetesi’nin bu gala için birbirinden habersiz plânları uygulamaya geçiyor gecikmeden. Nazilerin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, galayı Shosanna’nın sinemasına aldırıyor. Böylece her şey daha da kolaylaşıyor. Shosanna, propaganda filminin arasında kendi çektiği filmi ekliyor.
Dördüncü Bölüm (Sinemada Çalışma): Soysuzlar Çetesi’nden Wicki, Stiglitz ve sinema eleştirmeni Hicox Alman sinemasının önemli kadın oyuncularından Bridget von Hammersmark’ın gece verdiği randevu için bodrum katındaki La Louisiana barına giderler. Hiç hesapta olmayan Nazi askerleri de orda olunca her şey karışıveriyor. Nazi askeri Wilhem baba olunca bir kutlama yapıyor askerler bu mekânda. Sonu kanlı bitiyor bu bardaki muhabbetlerin. Plân değişince Aldo, Donny ve Omar, İtalyan sinemacılar gibi galaya gidiyorlar Hitler’e suikast için.
Beşinci Bölüm (Koca Surat’ın intikamı): Albay Landa, La Louisiana’daki katliamda bulduğu Bridget von Hammersmark’ın topuklu ayakkabısını galada Bridget’e “Külkedisi” gibi giydirince orada bir şeylerin ters gittiğini anlıyor. Kendini İtalyan sinemacılar olarak tanıtan Soysuzlar Çetesi’nin başı Aldo’yu tutukluyor. Shosanna da plânını uygulamaya başlıyor. Kaos içinde Hitler’le Goebbells ve birçok insan ölüyor. Filmin final bölümü de çarpıcı.
Sürprizlerle dolu anlar…
62. Cannes Film Festivali’nde Avusturyalı oyuncu Christoph Waltz, Albay Landa karakteriyle “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü almıştı. Waltz, Tarantino’nun filminde hayatının performansını ortaya koyuyor. Sadece oyunculukla da değil. Anadili Almancanın yanında Fransızca, İngilizce ve İtalyancayı da da muhteşem bir akıcılıkla konuşuyor bu filmde. Yabancı dilleri konuştuğu sahnelerde en az anadili kadar başarılı olan Waltz, Cannes’daki bu ödülünü hak etmiş. Tarantino, bu filmiyle başta Fransa olmak üzere, Avrupa’nın sinema kültürüne daha yakın olduğunu da hissettiriyor seyircisine. Sinema önünde Shosanna’yla Zoller’in ilk karşılaşmalarındaki konuşmalar insanı heyecanlandırıyor. Shosanna, Fransızların dünyanın tüm yönetmenlerine değer verdiğini söylüyor bu anda. Tarantino’nun bu filminde hiçbir şeyi tahmin edemiyorsunuz. Zihninizde tasarladığınız hiçbir şey gerçekleşmiyor. Gerçekten “Soysuzlar Çetesi”, zeki ve yaratıcı bir şiddet yüklü hayali film. Onca kanın ve şiddetin olduğu bu filmde kahkahalarla güldüğünüz sağlam mizah da var. Tam bir kara mizah bu. La Louisiana’daki bölümlerde bir an kendinizi, yönetmenin ilk filmi, 1992 yapımı “Reservoir Dogs-Reservuar Köpekleri”nin ruhunun içindeymişsiniz gibi hissediyorusunuz. Hatta “geriye dönüşler” bile bu duyguyu yaşatıyor. Yönetmen, 1994 yapımı “Pulp Fiction-Ucuz Roman” filmindeki gibi sekans tekniğini öne çıkarmış. Bu yüzden bazı anlar insanın zihninde kalıyor. Sinemada son zamanlarda gördüğümüz en muhteşem açılışlardan olan birinci bölümdeki katliama kadarki sekans çok çarpıcıydı. La Louisiana bölümündeki tüm bir sekans da. Dördüncü bölümdeki Shosanna’nın göründüğü bazı anlar, büyük yönetmen François Truffaut’nun ruhuna dokunduruyordu. Hatta Jean-Luc Godard sinemasının tadı bile vardı bu sinema anlarındaki sekansta. Tarantino, tüm bir Avrupa sinemasına, hem kelimelerle hem de görüntülerle bir saygı sunuşu yapmış “Soysuzlar Çetesi”yle. Gerçekten bu film, “Ucuz Roman” kadar çarpıcı ve unutulmaz. Belki de bir başyapıt. Bu sinemaskop filmi sinema perdesinde görünce o anların tadını çıkartabiliyorsunuz. Bu armağan film görülmeli. Tarantino, “Inglourious Basterds” adını, İtalyan yönetmen Enzo Girolami Castellari’nin 1977 yapımı “Quel Maledetto Treno Blindato” (Kahrolası Zırhlı Tren) filminden esinlenmiş. Yönetmen Castellari’nin bu filmi Amerika’daki sinemalarda “The Inglourious Bastards” olarak gösterilmiş. Yani, “Şerefsiz Piçler” adıyla…
(19 Ağustos 2009)
Ali Erden
Tarantino klâsiği.