Bir şey yapacağı zaman ince eleyip sık dokumayı isteyenler vardır; ıcığını cıcığını çıkarırlar her şeyin ve çileden çıkarırlar yanındakileri. İkna etmek zordur onu veya onları, ya bıktığı ya da kızdığı için isteksizce / mecburen kabul ederler yanındakiler.
Dünya yansa içinde bir tutam otları yoktur bu türlerin. Her zaman kendilerini “temiz”e çıkaracak yolu bulurlar. Ne kadar kızarsanız kızın, ne kadar tepki gösterirseniz gösterin, bir şekilde hak verir pozisyonunda bulursunuz kendinizi. Karşı çıksanız bile içten içe bilirsiniz, sizi mutlaka ikna edecektir.
Masa bir bütündür…
Taksim yakınlarında, bir evde, sevgilisi dışarıda giderek yükselen protesto eylemlerine katılmak isteyen erkek, sadece arkadaşlarıyla oynayacağı pokeri düşünmektedir. Tüm karşı çıkışlar, itirazlar onun için anlamsızdır ve herkesi masaya oturtur. Tabii ki, kendi istekleriyle…
Dört arkadaş, poker oynamak amacıyla buluşmuşlardır ama dördü de ayrı duyguların ayrı nitelikli (niteliksiz mi demeliydim) insanlarıdır. Dördü de herkes kadar bilgili (evdeki kitaplık, kütüphaneyi andıracak denli büyük), herkes kadar fikir yürütebilen, yaşama değer veren, aile kuran ve geleceğe umutla bakan insanlardır. Biri işten atılmıştır, kaygılıdır, annesinin de ev kirası üzerine kalmıştır. Biri eşi hamile olduğu için bir sevgili edinmiştir; tabii ki “erkektir, ne yapsa hakkıdır”. Biri tam bir kışkırtıcı ajan… Bir söylediğiyle sonraki birbirini tutmadığı gibi zeytinyağı gibi üste çıkmayı her seferinde başarır. Ev sahibi olanın, yukarıda da dediğimiz gibi bir tutam otu yoktur dünya yansa, arasında.
Sinemanın gücü…
Bir salonda, dört kişi arasında Türkiye’yi tartıştırmak, bunu da ilgiyi kaybettirmeden, sıkmadan izlettirmek büyük başarıdır. Michael Önder bu zoru başarmış yüz akıyla. İyi oyuncular toplamış, mekânı iyi bulmuş ve iyi çözmüş işlediği konuyu… çok başarılı bir film yapmış. Siz de denk geleceksinizdir muhakkak, birçok yönetmenle kıyaslanacaktır ister istemez. Bana kalırsa o kıyaslamalardan sıyrılacak olan Michael Önder’dir.
Poker…
Poker oyununu bilmem, hele “hold’em” türünü hiç (ilk kez karşılaştım desem inanır mısınız). Şansa dayalı olsa da stratejik bir oyun olduğunu gerek oyunla (çok başarılı oyuncular) gerekse sözlerle (“ne yaptığın değil, nasıl yaptığın önemlidir”) anlıyoruz.
Filmin, daha baştan senaryosuyla felsefesi iyi kurulmuş. İzleyici olarak, siz de katılıyorsunuz oyuna / filme…
Dışarıda protesto eylemleri sürerken salonda oyun oynayanlar üzerinden tartışmak ve tarafları görmek (tanımak aslında) çok ilginç. Sahi, hepimiz bir evde / okulda / işte, bir arada yaşamıyor muyuz? Herkesle anlaşabiliyor musunuz? Muhakkak biri/leriyle daha iyidir iletişiminiz, kafa yapınıza daha uygun biri vardır çevrenizde…
Barış içinde…
Aynı çatı altında, aynı işi yapıyorsunuz (burada oyun oynuyorsunuz) ama aynı düşünceyi paylaşmıyorsunuz, kavga da etmiyorsunuz bu arada. Kavgaya varmıyor ayrılıklarınız. Umursamıyorsunuz veya çok ilginizi çekiyor ama işte o kadar.
Tam da bu günlerde hepimizi etkileyen erken / hızlı / baskın seçim gibi… Düşüncelerimiz farklı, inançlarımız farklı, çözüm önerilerimiz farklı (bu filmi beğenip beğenmemek bile farklı) ama aynı sokağı, aynı evi, aynı sıraları, aynı yaşamı paylaşıyoruz.
Barış içinde bir arada yaşamak bu değil mi?
Taksim Hold’em, yönetmen Michael Önder, oyuncular Kenan Ece, Damla Sönmez, Emre Yetim, Berk Hakman, Nezih Cihan Aksoy, Tansu Taşanlar… 27 Nisan’dan itibaren gösterimde…
(23 Nisan 2018)
Korkut Akın