Herkes onu Ani diye çağırır ama gerçek adı ‘Anora’dır. Işık, aydınlık anlamına gelir ismi ancak kucak dansı yaptığı, çoğunluğu kaybedenler kulübünden müşterileri eğlendirdiği gece kulübünün loş ışığı altında geçer hayatı. Sigortası bile yoktur ama 23 yaşın verdiği coşkuyla yaşar hayatını. Ultra varlıklı Rus oligarkın zıpır veliahtı Ivan Zakharov ile (o da kendisine Vanya denmesini ister) karşılaştığı gece Sinderella hikâyesi başlar. İlk buluşmanın ardından zengin ailenin şımarık oğlu genç kızdan yüklüce bir para karşılığında bir haftalık sevgilisi olmasını ister. Ani dünden razıdır. İkilinin ten uyumu alev alev bir beraberliğe yelken açarken, Las Vegas tatilinin içkili kokainli zevk doruğunda evleniverirler. Kız kardeşi ile birlikte yaşadığı Brooklyn’deki kırık dökük apartman dairesinden Vanya’nın ailesinin Brighton Beach’deki görkemli malikanesine taşınan genç kız bolluk ve sefahat hayatının sarhoşluğu içindedir. Ancak yönetmen Sean Baker’ın niyeti ‘Pretty Woman’ tarzı bir Hollywood masalı anlatmak değildir. Oğullarının bir eskort kızla evlendiğini haber alan Rus ebeveynler önce New York’ta ikamet eden adamlarını devreye sokacak, olaya bizzat el koymak üzere özel uçaklarıyla soluğu Amerika’da alacaklardır.
Mayıs ayında Cannes’da Altın Palmiye ile onurlandırılan ‘Anora’nın yönetmeni Baker Amerikalıların pek de görmek ve bilmek istemediği marjinal yaşamları filmlerinde sergilemesiyle ünlüdür. 2000 yılında, kırsal Amerikan erkeklerinin tutum ve davranışları üzerine ‘cinéma verité’ (gerçeğin sineması) tarzında çektiği ilk uzun metrajı ‘Four Little Words’ (Dört Kısa Kelime) adını taşır. Kendine has ‘yeni gerçekçilik’ esinli yarı dokümanter tarzını inşa ettiği denemelerinden 2004 yapımı ‘Take Out’, mafyaya olan borcunu ödemek üzere para bulmak üzere bir gün boyunca koşturan Çinli kaçak işçinin; 2008’de çektiği ‘Prince of Broadway’ varlığından haberi bile olmayan oğlu kucağına verilen sokak satıcısı siyahi Lucky’nin; 2012 yapımı ‘Starlet’ bir porno yıldızının
öyküsü etrafında şekillenir. Avrupa’dan Ken Loach ustayı örnek alan, Dardenne kardeşlerin dünyasıyla gözle görülür bir akrabalığı olan Baker sineması ‘Tangerine’ ile daha geniş bir izleyici kitlesince fark edilmeye başlar. iPhone ile çekilen bu film, iki transseksüel seks işçisinin kaotik Los Angeles sokaklarındaki zorlu bir günü ve gecesi üzerinedir. Baker bizde sinemalara uğramış olan, bugüne kadar en çok ses getirmiş denemesi 2017 yapımı ‘The Florida Project’ ile ABD’nin güneyine, Florida’nın güneşli rengarenk iklimine yollandığında, bu defa Orlando’nun varoşlarında, Disneyland eğlence diyarının arka bahçesindeki motellerde yaşayan yoksul Amerikalıların dünyasına çevirir kamerasını.
Bağımsız sinemacıların en bağımsızı ünvanını kesinlikle hak etmiş olan sinemacının senaryolarını yaklaşık 20 yıldır yazar dostlarıyla ortaklaşa hazırladığını, filmlerini çok düşük bütçelerle çektiği ve daha sonra kendisinin kurguladığını biliyoruz. Her zamankinden daha büyük bir bütçe ile çalıştığı ‘Anora’ yine bir kolektif çalışmanın ürünü. Yazar ekibinin başlangıçta kendisine önermiş olduğu ABD’de yaşayan Ruslara dair mafyatik öyküyü reddettiğini
biliyoruz. Buna karşılık Amerikan topraklarında ikamet eden Rus diasporası üzerine daha şenlikli bir gözlem yapmak ve sınıf ilişkileri üzerine hınzır bir denemeye imza atmayı tercih etmiş. Ani ile Vanya’nın beraberliği Richard Gere – Julia Roberts’li külkedisi masalının zıt kutbunu oluştururken, Z kuşağı gençlerin aşk ile paranın, duygusallık ile maddiyatın birbirine dolaştığı çağdaş dünyaları üzerine yaman tespitlerde bulunmuş.
Doludizgin bir kara komedi tadında ilerleyen filmin muhtemelen Cannes jürisini de tavlayan finalinde, sınıf ilişkilerine çarparak neyin sahte neyin gerçek olduğunun ayrımında kaybolan Ani’nin kişiliğinde iz bırakan bir karakter yaratıyor Baker. Mikey Madison ise kendisine Oscar adaylığı getireceğine kesin gözüyle baktığım incelikli Anora yorumuyla her türlü alkışı hak ediyor.
(04 Kasım 2024)
Ferhan Baran