Babasının terk ettiği köyde kalmış Bruno ile (Alessandro Borghi) babasıyla düş(ünce)leri uyuşmayan Pietro (Luca Marinelli) çocukluktan başlayan samimi ve bir o kadar da kopmayan bir arkadaşlık kurarlar. Çocukluk yıllarında çocukça, büyüdükçe belki biraz uzak, yetişkin olunca daha sıkı sarılırlar birbirlerine. Kentte bürokrat olarak yaşayan babasının dağ aşkı baştan beri kentin (ve okulun) karalığından sıkılan Pietro için yeni bir kapıdır, belki bir uyum yakalayabilmeleri için. Bruno ise kenti deneyimleme olanağı pek de yolunda gitmez. Her iki arkadaş için dağ bir özgürlüktür, kim ne derse desin.
Pietro’nun babasıyla uyumsuzluğu, aslında kuşak çatışmasıdır. Baba, kendisinin hayata geçiremediklerini oğlu üzerinden gerçekleştirmek amacındadır. Aslında baba iyi niyetli olsa da oğlunun itirazlarına hak vermemiz gerekir. Onlar bu “açmaz”ı öğrendikten sonra Pietro’nun babasıyla Bruno’nun arası düzelir ve görmesek de keşif yolculuklarına çıkarlar.
Çevrecilik…
Ekoloji, günümüzün en çok dillendirilen konusu. Özellikle son yıllarda siyasal iktidarın beton saplantısı nedeniyle yeşil alan bırakmaması, ormanları kesip beton yığınıyla doldurması (Validebağ Korusu’na belediye tarafından moloz dökülmesi de aynı anlayışın sonucu) insanların tepkisini çekiyor. Doğal olarak itirazlar yükseliyor. Gezi Direnişi de benzer bir kalkışmaydı ve iktidar, direniş önderlerini haksız ve hadsiz yere cezalandırarak kendisini halkın gözünde mahkûm ettirdi.
Filmin başarısı yürekte…
Charlotte Vandermeersch, Felix Van Greoningen’in üstlendikleri senaryo yazımı ve yönetmenlik filmin katıldığı hemen her festivalde kabul gördü. Festival jürileri gibi izleyici de, bu denli geniş bir yelpazede güçlü bir film olduğunu gördü ve hakkını verdi. Özellikle Ruben Impens’in görüntüleri enfesti. “Ah, ben de o dağlara tırmansam, insan boyunu aşan karlara, insanı devirecek denli sert rüzgârlara, insanı sağır edecek denli sessizliğe ve yalnızlığa, her işin kendi omuzlarına yüklenecek olmasına karşın yılmam.” demedenen çıkan izleyici yoktur herhalde hangi ülkede, hangi salonda gösterilirse gösterilsin.
Manzara filmi demek filmi inkâr etmektir
“Sekiz Dağ” pastoral bir manzara filmi olarak tanımlansa da sadece manzara ile sınırlandırılamaz. Muhakkak ki, başarılı görüntüsüyle alabildiğine ferah dağ havasıyla izleyiciyi içine çekiyor. Aynı şekilde kentteki tekdüzelikten sıkılan gençler de dağda bir kulübe yaptırıp küçük bir işletme (süt, peynir taze otlar vb. satışı yapmak) ile “bağımsız” yaşamak istiyorlar. Bruno, onlara, “doğa dediğiniz soyut bir kavram; burada çayır, inekler, taş, dağ, güneş var” diyor. Bir araya gelip haydi köyde yaşayalı dediğiniz zaman, oraları da beton yığınına döndürürsünüz ister istemez. Bodrum ön bilinen örnek; gerçi hemen her kıyı köyü aynı… Bile isteye, zorluklarını göğüslemeyi de kabûl ederek, yılmadan, bıkmadan mücadele etmek gerekir dağda, köyde yaşamak… Filmin en can alıcı iki mesajı (biri kuşak çatışması, diğeri çevre gönüllülüğü) bunlardı. Peki, iki saati aşkın süren film bu kadar mı? Tabii ki değil, iki arkadaşın kopmaz bağlarla birbirlerine sarılmaları da öne çıkıyor (sanki herkes bu yönü almış ele, nedense bizimle de doğrudan bağlantılı asıl meseleyi göz ardı etmeye söz birliği etmişler).
Sığınılabilecek tek liman
Pietro, kaçıp kurtulmak isteğiyle Nepal’e gitse de orada da duramayıp dönüp geliyor ikide bir. Bruno ise zorluklara göğüs germeye çabalarken kız arkadaşı ve çocuğu kente dönünce yapayalnız kalıyor. Sığınabileceği tek liman yine çocukluk arkadaşı Pietro’dur ve ondan medet umuyor.
17 Mart gününden başlayarak gösterimde…
(21 Mart 2023)
Korkut Akın
korkutakin@gmail.com