Soğuk Metal, Sıcak Aşk

Fransa’nın sembolü haline gelmiş Eyfel Kulesi ismini demir kuleyi inşa ettiren Fransız mühendis Gustave Eiffel’den alır. Yapımı 3 yıl süren ve Fransız Devrimi’nin 100. Yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Expo 1889 Paris Fuarı için hazırlanan dev yapıt 300 metreyi bulan yüksekliği ile dünyanın en görkemli anıtları arasında yer alır.

Fransız sinemasının yeni isimlerinden yönetmen Martin Bourboulon imzalı ‘Eiffel’ bu görkemli yapının ortaya çıkış öyküsü üzerine çekilmiş klasik yapıda bir çalışma. Filmin ilk bölümü tarihi bilgileri tazeliyor. ABD’nin kuruluşunun 100. yılı nedeniyle Fransa’nın hediyesi olan ve halen New York Liberty Island’da bulunan Özgürlük Heykeli’nin belli değişikliklerle Eiffel firmasınca yenilendiğini biliyoruz. Heykelin ilk örneğinin aslında Osmanlı Sultanı Abdülaziz tarafından sipariş edildiğini ve peşinatı ödendiği halde yerel huzursuzluğa neden olacağı gerekçesiyle Paris’te depoya kaldırılmış olduğu bilgisini de aktarmış olalım. Bu hediye jesti karşısında Gustave Eiffel, Eylül 1886’da ABD’nin onursal vatandaşı payesiyle ödüllendiriliyor. Ününün doruğundaki teknik adam artık ülkesi için dev bir hamleye girişmeye hazırdır. Sanayileşmiş modern çağda geniş yığınların hayatını kolaylaştıracak bir metro ağı teklifi ile gelir önce. İyi bir projenin faydalı, demokratik ve kalıcı olması gerektiğini düşünür. Ancak devlet yetkilileri 1889 Dünya Fuarı için gösterişli bir iş istemektedir. Öyle ya anıt itibardır, prestijdir. Metronun hayal kurduramaz, oysa Sudan sömürge savaşının yenilgisini unutturmaya yönelik Fransa’nın haşmetini simgeleyecek bir anıt ile Fransa tarihten intikam alacaktır.

Böylesine kızgın emperyal dürtülerle sipariş edilen metal kulenin inşası için Gustave’ın tek bir şartı vardır. Kule Paris’in göbeğinde olacak ve zengininden yoksuluna toplumun bireylerinin kaynaşacağı, sınıfsal sınırları aşmaya yönelik bir proje olarak devreye sokulacaktır. Seine nehrine bitişik yumuşak toprak dokusunun elverişsizliklerine karşın doğaya, yerçekimine meydan okuyan mühendislik şaheseri 3 yıl süren yapım sürecinde maddi manevi türlü zorluklar ve engellemelere göğüs germiş. Notre Dame’ın haşmetini gölgeleyeceği endişesi ile Vatikan’ın hışmına uğramış. Güvenlik sorunları ve grevlerle sarsılmış. Yapıyı estetik bulmayan sanatçıların eleştirisi ile karşılaşmış.

Film bu zorlu dönemin tüm ayrıntıları üzerine yoğunlaşmıyor gerçi. Soğuk metal mücadelesine mola vererek sıcak bir aşk ilişkisinin dehlizlerine dalıyor bir süre sonra. Gustave’ın 20 yıl sonra Paris’te karşılaştığı unutulmaz ilk aşkı Adrienne, Ticaret Bakanlığı üst düzey yetkililerinden eski dostu Antoine’ın eşidir artık. Aradan geçen yıllarda kendisi de evlenmiş ve genç yaşta kaybettiği eşinden biri yetişkin genç kız olan 4 çocuğu olmuştur. Film onun aile hayatına şöyle bir değinip geçiyor ve ilk bölümlerden itibaren yoğun geri dönüşlerle 20 yıl öncesinde Bordeaux’da yaşanmış kırık bir aşk hikâyesi devreye giriyor. Bu noktada filmin ekseni de kayıyor. Ve Yeşilçam’dan fazlasıyla aşina olduğumuz en basitinden bir zengin aile kızı ile fakir idealist mühendis genç öyküsü izlemeye başlıyoruz. Bu da filmin başlangıçta vadettiklerine set çekiyor ve hikâye metal Eyfel’in varoluş mücadelesi ile hüzünlü aşk macerası arasında klasik finaline doğru yol alıyor. Dahi mühendisi Fransız sinemasının deneyimli oyuncularından Romain Duris canlandırıyor. Son olarak Kenneth Branagh’ın Agatha Christie uyarlaması ‘Nil’de Ölüm’ünde ihtiraslı Jacqueline de Bellefort rolünde izlediğimiz Emma Mackey’yi Adriennne rolünde izliyoruz. Müziklerini Alexandre Desplat’nın bestelediği ‘Eiffel’ büyük bir beklentiye kapılmadan izlenebilir, bilgilerimizi tazeleyen bir dönem filmi.

(29 Mart 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com