Nursel Köse: Zaaflı Roller Daha Zevkli

Dayı Şov bu hafta iki başarılı oyuncuyu, Nursel Köse ve Büşra Pekin’i ağırladı. Bu hafta vizyona giren DilberAy filminde başrolü oynayan Pekin, rolüne hazırlanırken neler yaşadığını anlattı, “Amerika’dan gerekli malzemeler gelmeyince role kilo alarak hazırlandım.” dedi. Kötü kadın rollerinde görmeye alışkın olduğumuz usta oyuncu Köse ise, “Türkiye’de ilk defa iyi kadın rolünde oynadım. Melek gibi birini oynamaya bayılmıyorum zaten. Zaaflı roller daha zevkli.” dedi.

Hercule Poirot Bond Misali

İlk gençlik yıllarımda tanıştığım Agatha Christie romanlarının bende büyük hatırası vardır. Cinayetler kraliçesinin eksantrik dedektifi Hercule Poirot’nun gri hücrelerinin desteğiyle çözdüğü nice karmaşık vak’ayı defalarca okumuşumdur. Polisiye yazını ikonunun kült eserleri şimdilerde genç yaşında parlak Shakespeare yorumcusu olarak ünlenmiş kuşakdaşım Kenneth Branagh’ın radarına girmiş bulunuyor. Poirot’yu bizzat canlandıran üstadımız 2017 yapımı ‘Doğu Ekspresinde Cinayet / Murder on the Orient Express’in ardından seriyi ‘Nil’de Ölüm / Death on the Nile’ ile devam ettiriyor.

Branagh usulü ‘Doğu Ekspresi’ benim gibi Christie hayranlarını memnun eden, Sidney Lumet’nin yönettiği 1974 çevrimine taze kan aşılayan bir filmdi. Christie uyarlamalarının geleneği olarak yerleşmiş sinema dünyasının farklı kuşaklardan yıldızlarını bir kez daha aynı mekânda buluşturmuş olan yapım, beyninin gri hücreleri ile hareket eden dingin Poirot karakterine Bond misali bir canlılık bağışlıyor, CGI desteğiyle aksiyon kalıplarını zorluyor ve öyküyü kapalı tren mekânının dışına taşıyarak seyrine doyum olmaz bir kar operasına imza atıyordu.

Tarihi Mısır’ı ve onun görkemli yapılarını fon alan yeni filmde olan bitenler ağırlıklı olarak Nil nehrinde süzülen, romanda olduğu gibi adını bir Mısır tapınağından almış lüks yolcu taşıtı ‘Karnak’ta geçiyor. Ancak film 20 küsur yıl öncesinden, Birinci Dünya Savaşı’nın Belçika siperlerinden başlıyor. Genç asker Poirot dahiyane fikri ile bölüğünü mutlak bir felâketten kurtarıyor ancak beklenmedik bir patlama sonucu yüzünün iki yanı fena halde parçalanıyor. Üstadın yaralı yüzünü örten özenle baktığı bıyıklarının doğuş hikâyesini böyle anlatıyor Branagh. Bununla yetinmiyor ve Bond’un belki de en güzel epizodu olan ‘Skyfall’da olduğu gibi ana karakterin geçmişini kurcalıyor, onun geçmişte ve bugündeki duygusal dünyasının kapılarını aralayarak, soğuk donuk kendini beğenmiş kibirli beyin adamını kanlı canlı bir insan olarak sunmayı deniyor.

Branagh öykünün diğer karakterleri ile de büyük ölçüde oynuyor. Öncelikle Christie uyarlamalarının dev yıldızlar resmigeçidine son veriyor. Günümüz popüler sinemasının bazı tanınmış oyuncularını kullanmış ama genel olarak karaktere uyum sağlayan çok tanınmasa da olur kişilerden oluşturmuş oyuncu topluluğunu. ‘Doğu Ekspresi’nde öyküye kattığı aklı bir karış havada Bouc (Tom Bateman) karakteri, bu kez oğluna düşkün annesi (Annette Bening) ile birlikte öyküye eklemlenmiş. Özgün yaşını başını almış Barbara Cartlandvari roman yazarı Salome Ottobourne, filme çok yakışan blues parçalarını yorumlayan siyahi caz şarkıcısına (Sophie Okonedo) dönüştürülmüş. Başında Che Guevara kasketiyle gezinen ve 1978 tarihli John Guillermin uyarlamasında Jon Finch’in canlandırdığı komünist genç tiplemesi, bu defa aynı ilkeleri savunan vaftiz annesi Mrs. Van Schuyler karakterine (Jennifer Saunders) yedirilmiş. Christie’nin yakınından geçmeyeceği bir gizli eşcinsel aşk öyküye eklenmiş.

Yeni versiyon ‘Nil’de Ölüm’, bilgisayar desteğine de başvurmak suretiyle eski Mısır’dan turistik görünümleri beyazperdeye taşıyor. Ancak bundan önemlisi eski usül mekân kullanımını çağdaş seyir zevki ve anlayışı ile buluşturmayı deniyor. Poirot karakterinin bir Bond misali sunulmasının yanı sıra, yeni evli güzeller güzeli zengin kız Linnet Ridgeway (İsrail’li ‘Wonder Woman’ Gal Gadot) ile yakışıklı kocası Simon Doyle’un (skandallarıyla gündemde olan Armie Hammer) Ebu Simbel tapınağındaki cinsel oynaşmaları ya da aynı Doyle ile zengin bir yaşam için yüzüstü bırakacağı intikam peşindeki Jacqueline de Bellefort’un (Emma Mackey) Asvan’daki lüks oteldeki hayli erotik danslarına Christie ne derdi bilemem ama Branagh’ın dokunuşları filmin seyir zevkini arttırmış, öykünün çoklu cinayetler trafiğine halel getirmemiş. Branagh’ın ağırlıklı olarak tek mekâna geçen öyküye, dönemin (1937’ler) ruhuna uygun ekspresyonist bir yaklaşımla farklı kamera açılarını denemeyi sürdürmesi gayet yerinde. 1978 tarihli uyarlamada efsanevi Nino Rota’nın, R. Strauss’dan esinlendiğini düşündüğüm ‘Also sprach Zarathustra’ çağrışımlı müziği kullanılmıştı. Yeni versiyon, Patrick Doyle’un lirik ve etkileyici müzik çalışmasıyla yol alıyor. Poirot bir yerde ‘Ah aşk! Hiç güvenli değilsin’ sözlerini sarf eder. Aşkın ölümcül beklentilerini baştan sona filmin hücrelerine başarıyla yerleştirmiş olan Kenneth Branagh’a izleyici olarak güvenimiz sonsuz. Yeni Poirot uyarlamalarını heyecanla bekliyoruz.

(12 Şubat 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Korkut Akın Yazıyor: Ay Yörüngeden Çıkarsa… Moonfall

Georges Méliès 1902’de, sinemanın daha ilk yıllarında Ay’a Seyahat filmini yaptığında, Ay’a gidilebileceği düşünülmüyordu bile. Méliès, o zamanın olanaklarını sonuna dek kullanarak görsel efektlerle süslediği filmiyle herkesi mest etti. Hâlâ da adı anılan bir film yaptı. Aradan, abartırsak bin yıl (milenyum yani), abartmazsak yüzyıl (tamı tamına yüz yirmi yıl) geçtikten sonra, Roland Emmerich, bu kez Ay’ın içine girip oradaki mekanik … Devamı… »