“Benim hayatım roman” denir ya, hemen herkes söylememişse bile duymuştur muhakkak. “Bunlar ancak filmlerde olur” da benzer cümlelerdendir… Kimse kabul etmez gerçekliğini. Oysa yaşam öylesine yoğun öylesine dolu ve öylesine yüklüdür ki, bilsek de bilmesek de, kabul etsek de etmesek de acı ile iç içe… Olma olasılığı çok az bir durum için Yeşilçam’da, “tesadüfün iğne deliği” denir; özellikle senaryo üzerinde konuşulurken.
Dilber Ay’ın yaşamı da öylesi yoğun acı ile yüklü imiş. Gerçek bir yaşam öyküsü olmasa abartmanın da bu kadarına pes denilebilir. Ancak yine de, benzer yaşam söz konusu. Özellikle erkek egemen baskı, erkek egemen şiddet hatta katliam hâlâ da yaşanıyor. Bu erkek egemen şiddeti ve kadın cinayetleri bir boyutuyla siyasi de… Çünkü devlet engellemediği gibi “iyi hâl” gibi gerekçelerle hoş görüyor da…
Birini söylesem diğerine yazık…
Filmin en ilginç ayrıntısı, yakın planların canlılığı, gerçekçiliği ve kaçınmadan kullanılması. Oyuncular ise rol yapmıyor, sanki yaşıyor. Böylesine net cümlelerle yazmak her filme nasip olmuyor. Önceliği, yakınlarda doğanın kucağına yatıya gönderdiğimiz Ayberk Pekcan’a vereceğim, bağışlayın. Bir kadın filminde, hem de erkek egemen şiddeti en yoğun gösteren birine öncelik vermek bir yol ayrımı. Ayberk, Dilber Ay’ın babası rolünde; bırakın küçük dağları, dünyayı kendisinin yarattığını iddia edecek kadar burnu havalarda. Kimseyi dinlemiyor, kimseye acımıyor, kimseyi umursamıyor. En önemlisi kimseye de güvenmiyor; pavyona düşer diye engellediği ama yevmiyesine kuruşuna kadar el koyduğu Dilber Ay’a ve “gardiyanı” olan oğluna da… Ailenin (kardeşi ve kardeşinin de eşi ve çocuklarıyla geniş aileden söz ediyorum) en büyüğü olarak, geleneksel olarak saygıda da kusur edilmiyor, ayrıca kadın erkek, çoluk çocuk herkes destekliyor da… Dilber Ay’ın her şeyin ayırdına vardığı o son dönemindeki ayrılık konuşmasında bakışlarının tedirginliği o hükümranlığın yıkılmaya başladığının da göstergesiydi.
Küçük Dilber
Dilber Ay’ın gençliğinde Zeliha Kendirci’yi izliyoruz. Başarılı, alabildiğine gerçekçi ve filme aktarılan acılı yaşamın altından kalkmış. Baba ve aile baskısını alabildiğine yoğun yaşadığı süreçte kararlı ve onurlu duruşu da ilerisi için bir göstergeydi; Dilber Ay’ın neden ve nasıl bunca unutulmaz olduğunu anlattı oyunuyla. Ekonomik zorluklar bir yana patriyarka baskısı altında ezilmemesi izleyici için de umut doğrusu…
Anne, yenge ve kaynanaların geleneksel kültür içindeki çözümsüzlükleri öne çıkıyor filmde. İzleyici belki de bu gelenekten kaynaklı annelere de suç yüklüyor ama ekonomik bağımsızlıkları olmayan, çaresizlikle örülü kendilerine bile itiraf edemeyen kadınların yapabilecek bir şeyleri yok. Şair doğru söylüyor: “Sofrada yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar”.
Büşra Pekin
Filmin PR çalışmaları arasında sıkça dile getirilen komediden drama geçen genç oyuncu, filmin yarısından sonra bayrağı Zeliha Kendirci’den alıyor ve doruklara çıkarıyor. Üzerine çok şey okudunuz, çok şey duydunuz, ama şarkıları kendisinin okuması başarısını katlıyor.
Ketche (Hakan Kırkavaç) işine sıkı sarılmış ve başarılı bir film çıkarmış. Görüntü yönetmeni Jean-Paul Seresin, özellikle yakın plan çalışmasıyla alkışı hak ediyor; tabii ışıkçıları göz ardı etmeden… Aslına bakarsanız kamera arkası tümüyle başarılı bu filmin, müziğinden setine…
DilberAy, Yönetmen: Ketche, Oyuncular: Büşra Pekin, Zeliha Kendirci, Nursel Köse, Selen Uçer… 4 Şubat 2022 tarihinden başlayarak gösterimde…
(03 Şubat 2022)
Korkut Akın
korkutakin@gmail.com