‘Boyalı Kuş / The Painted Bird’ kişisel tarihimde önemli yeri olan bir edebiyat klasiğidir. Jerzy Kosiński’nin 1965 tarihli romanı, yetmişli yılların başlarında dilimize çevrilmiş ve dönemin önde gelen yayınevi E Yayınları’nca basılmış kopyası, edebiyat çevresinde büyük ilgi uyandırmış, ergenlik yıllarımın elden ele dolaşarak bir solukta okunan kült eserleri arasında yer almıştı.
Eser, küçük yaşlarda bir Yahudi çocuğunun Slav illerinde yapayalnız mücadelesi üzerinedir. Hayatta kalması için köylük yerde büyükannesine teslim edilen Joska, yaşlı kadının ani ölümüyle yollara düşecek ve savaşın çaresizliği altında ezilen insanoğlunun tüm günahlarıyla yüzleşecektir.
Kosinski’nin, ülkesi Polonya’da yıllarca yasaklı kitaplar listesinde yer almış olan eseri, İkinci Dünya Savaşı’nın Doğu Avrupa’sında sığınacak yer arayan küçük çocuğun farklı karakterlerin zulmünden kaçmaya çalışırken masumiyetini yitirmesi üzerinedir. İnsanoğluna özgü şiddet ve zulüm eserin filmin ilk sahnesinden aktarılır. Evcil dağ gelinciği ile koşuşturan Joska, zorba yaşıtlarınca yakalanır ve küçük hayvan eğlence için canlı canlı ateşe verilir.
Bu vahşetin ilk perdesidir yalnızca. Romanın epizodik izleğini süren film, çocuğun yıllar alan mücadelesi süresince cinsel istismardan toplu katliama vahşetin binbir yüzüne tanıklık eder. Ve hayatta kalmak için göze göz dişe diş öldürmeyi öğrenir Joska. Hiç konuşmaz. Sadece izler. Cüsse olarak değil belki ama ruhen büyür ve yaşlanır. Saf çocukluğu ile birlikte ruhunu yitirir bu süreç boyunca. İsa peygamber misali dünyanın tüm günahlarını üstlenmez, sıradan bir insan gibi günah işlemeyi öğrenir.
‘Boyalı Kuş’ okunması olduğu denli seyri de zor, çok zor bir film. Söz gelimi, Elem Klimov’un 1985 yapımı ‘Gel ve Gör / Idi i Smotri’ filminin insanı kahreden toplu katliam bölümü ile kıyaslanabilecek sert sahneler mevcut. Nitekim 76. Venedik Film Festivali’ndeki ilk gösteriminde, 169 dakika uzunluğundaki bu vahşet silsilesi fazlasıyla rahatsız edici bulunmuş, şık beylerin ve hanımların bir kısmı film bitmeden çıkış kapılarına yönelmişti. Ancak, şiddetin tasvirinden ziyade, vahşetin süreç boyunca ana karakterin gözünde nasıl da olağanlaştığına tanık olmanın çok daha dehşet verici olduğunu düşünüyorum.
Üçüncü uzun metrajını çeken Çekya asıllı yönetmen Václav Marhoul, edebi metni büyük bir ustalıkla beyazperdeye uyarlarken şiddeti sömürmüyor gerçi. Öykünün geçtiği belli bir ülke adı vermiyor, farklı Slav aksanları kullanmaya özen gösteriyor. Film için yeterli hazırlığı yapmak ve finansman bulmak için tam 11 yılını almış. Kurbandan katile dönüşen 10 yaşlarındaki ana karakterini canlandıran küçük yeteneği (Petr Kotlár) bir Çekya köyünün sokaklarında keşfetmiş. Kısa yan rollerde etkileyici performanslar veren Harvey Keitel, Udo Kier, Stellan Skarsgård, Julian Sands, Barry Pepper gibi uluslararası yıldız isimlerle çalışmış.
Filmin sinema tarihine geçecek en önemli artısı ise görselliği kuşkusuz. 35 mm peliküle siyah-beyaz formatta çekilen film 1940’lar dünyasının çaresiz vahşetini mükemmel bir biçimde beyazperdeye yansıtıyor. Filmin Çekya asıllı görüntü yönetmeni Vladimir Smutný’nin geçtiğimiz yıl Venedik’ten ödülle dönmesi bu açıdan hiç de rastlantı değil. ‘Boyalı Kuş’ çok başarılı bir edebiyat uyarlaması ve salgın nedeniyle gösterime girebilen filmler içinde mutlaka izlenmesi gereken yılın en iyilerinden.
(22 Ağustos 2020)
Ferhan Baran