1961 İstanbul doğumlu yazar yönetmen Mesut Kara ile Klaros Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Devlet, Toplum ve Sinema”yı konuştuk.
Mesut Kara, birçok belgesel film çalışmasında da yönetmen, yardımcı yönetmen, senaryo – metin yazarı, danışman olarak yer aldı. 1985 yılından bu yana birçok dergi, gazete ve internet sitesinde yazıları yayınlanan Kara, gazete yazarlığını Evrensel Gazetesi’nde sürdürüyor.
Yeşilçam tarihi üzerine yaptığı çalışmalar ve yayınladığı kitaplar dışında yaşam öyküsüne yer verdiği “Pendik’li Yıllar, Sine-Masal Anılar” ile denemelerinin yer aldığı “Mülksüz ve Çıplak” adlı kitapları da, dili, anlatımı ve içerikleriyle ilgi gördü.
Mesut Kara’nın “Devlet, Toplum ve Sinema” adını verdiği yeni kitabı da geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Yazarın yayınlanan kitapları sırasıyla şöyle:
Artizler Kahvesi,
Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler,
Yeşilçam Hatırası,
Pendikli Yıllar: Sinemasal Anılar,
Sinema ve 12 Eylül,
Mülksüz ve Çıplak,
Benim Sinemacılarım,
Devlet, Toplum ve Sinema
Klaros Yayınları’ndan çıkan yeni kitabına ad olarak da seçtiğin Devlet, Toplum ve Sinema ilişkisiyle başlayabiliriz…
Sinema hepimizin kalbinde yatan aslandır. Yaşımız kaç olursa olsun, beyazperdede izlediğimiz filmlerin etkisiyle hülyalara dalar, sinemanın bize sunduğu büyülü dünyalarda yolculuğa çıkarız.
Bütün dallarıyla sanat, insan kalabilmenin biricik aracı olarak sürdürür varlığını. Sanat hayattır ve insanları buluşturur, birleştirir, bilinçlendirir, farkındalıkları çoğaltır. Sanatın bütün dalları gibi sinema da hayatı halkların, insanların kardeşlik bahçesine dönüştürür. Genelde sanat, özelde sinema, edebiyat gibi sanat disiplinleri hayatın gerçekliğinden etkilendiği gibi onu etkileyerek sürdürür varlığını ve toplumsal dönüşüme katkısını. Bu nedenle de iktidarların, devletlerin hedefindedir.
İktidarlar hayatın her alanında olduğu gibi kültür-sanat alanında da ideolojik egemenliğini oluşturmak, yeniden üretmek için sanatı ve kitle iletişim araçlarını kullanırlar. Kitle iletişim araçlarını sıkı kontrol ve denetim altında tutarak egemen ideolojinin desteklenmesini sağlarlar. Bu yönlendirme bireyin edilgen, apolitik olması yönünde de kullanılır. Sanat alanlarında da ana akım ürünler desteklenerek eleştirel/muhalif ürünlerin önü kesilir.
Sinema da hem sanat olarak hem de yaygın / etkili bir kitle iletişim aracı olarak, egemen ve muhalif ideolojiler açısından toplumların kültürel yaşamlarında önemli bir yere sahiptir. Muhalif sanat dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, her anlamda iktidarı sorgular. Yalnızca sorgulamayla yetinmeyip dönüştürmeyi de önerebilirler.
İnsanlar ve toplum açısından da bir iletişim ve sosyalleşme aracıdır sinema. Etkileşimi, dönüşümleri, kültürel birikimleri sağlar. Film izlemek için sinema salonuna gitmek, evden çıkmayı gerektirir. Bu sosyalleşmenin ilk adımıdır. Salona girene, film başlayana kadar hayatla, insanlarla bağ kurulur. Bir salonda o kadar insanın bir araya gelmesi, hayattan beyazperdeye yansıyan düşsel / kurgusal ya da gerçek hayatı yansıtan bir filmi, yönetmenin dünyasını izlemeleri, ortak etkileşime girmeleri sinema sanatının toplumla girdiği etkileşimin sağlanmasıdır.
En yaygın ve etkili kitle iletişim aracı olarak sinema, yayılmacı devletlerin de, ülke iktidarlarının da kitleleri doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemek, yönlendirmek için kullandıkları bir araçtır. Bu açıkça olabildiği gibi dolaylı ve izleyicinin bilinçaltını hedefleyerek mesajların iletilmesiyle de olabilmektedir.
80’lerden bu yana yaşanan toplumsal değişimlerin sinemaya etkisi, yansıması ve değişen sinemada, yeni dönem sinemamızda değişenler üzerine neler söylüyorsun?
Yaşananlar kültür sanat alanına da yansır; doğrudan ya da dolaylı etkiler. 80’lerde dünyada yaşanan, “yenidünya düzeni” olarak adlandırılan dönüşüm ve buna uygun yaşanan süreç; bizde de 12 Eylül darbesi dönüşümlerin, yeniden yapılandırmaların miladını oluşturur.
Sinemanın bunalımlı yıllarına denk gelen bu ortamda sinema da payına düşeni alır. 1980 öncesinin kargaşa ortamından bunalmış kültür – sanat ortamları ve sinema, 12 Eylül darbesinin yarattığı korku ve baskı ortamında yeniden şekillenir. Darbenin yarattığı toplumsal – bireysel dönüşümlere, bu dönüşümler sonucu oluşan ortama, insan ilişkilerine yönelik eleştiriler içeren filmler de yapılır, 1980’li yıllarda ve sonrasında. Apolitikleştirilmiş ortamda bencilleşen bireylerin dünyasının yarattığı toplumsal – bireysel yıkımlar da yansır sinemaya.
1980’den bu yana yaşanan toplumsal süreci ve sinemaya yansımasını:
Ekonomik Değişimler,
Siyasal Değişimler,
Toplumsal Değişimler,
Bireysel Değişimler başlıkları altında tanımlayabiliriz.
Toplumsal bilinçaltında yer eden, silinmesi, yok edilmesi mümkün olmayan, yaşanmışlıklar, toplumsal sancılar, devletin / toplumun tabu saydığı konular yeni dönem Türkiye sinemasında ele alınıyor, beyazperdeye yansıyabiliyor.
Toplumsal hafızada acı hatıralarıyla yer edinmiş, uzak geçmişteki yaşanmışlıklar da yakın geçmişte ya da günümüzde olup bitenler de sinema filmlerine konu olabiliyor artık.
Devlet – iktidar ve sinema ilişkisinden söz edersek…
Sinemanın toplumsal etkileri iktidarlar, egemen ideolojiler tarafından kendi iktidarlarını yeniden üretmede ve sürdürmede bir araç olarak kullanılmıştır. Örneğin, II. Dünya Savası sırasında İtalya’nın ve Almanya’nın faşist hükümetleri de faşizm propagandasını yapmak ve halkı faşizmin amaçları doğrultusunda yönlendirebilmek için sinemayı kullanmışlardır. Yine Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği’nde sinema devletleştirilmiş ve devrimi geniş halk yığınlarına yaymada yararlanılmıştır. Yıllardır ve günümüzde de Hollywood’un sinemasında Amerikan siyasal yaşamının, egemen ideolojisinin etkisini, etkilemesini görüyoruz.
Sanat ve kitle iletişim araçları; -en etkili ve yaygın olanı- sinema yalnızca iktidarların değil, muhalif ideolojilerin de mücadele ve kendini var etme, tanıtma aracı olarak işlev görür. Statükocu teoriler iktidarın, eleştirel kuramlar muhalefetin yol göstericiliğini yapar.
“Sinemanın toplumsal yaşantıya girmesinden bir süre sonra, bunun kitleler üzerinde çok etkili bir araç olduğu anlaşılmış ve hızla kitle propaganda vasıtası olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Buna verilen tepki ise gecikmemiş, kısa zamanda sansür duvarına çarpan filmler baş göstermiştir. İlk sansür uygulaması, filmlerin halka gösterilmeye başlandığı yer olan Fransa’da, yapılmıştır.
Türkiye’de sinemanın başlıca sorunlarından söz edersek, Cumhuriyet döneminde sinemanın sorunları, sağlıklı gelişmesinin önündeki engeller ve dönem dönem kriz yaşamasının nedenleri nelerdi?
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türkiye’de sinemanın başlıca sorunlarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Devletin – özel sermayenin ilgisizliği
2. Parasal kaynakların yetersizliği
3. Teknik donatımın, gittikçe çoğalan film sayısının yapımını sağlayacak teknik olanakların, alt yapının yetersizliği; teknik standartların geçersizliği.
4. Bilgi, liyakat ve liyakatli insan eksikliği
5. Yabancı (Amerikan) sinemanın rekabeti
6. Televizyonun etkisi
Türkiye’de sinema ve devlet ilişkisi…
Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi Sistemleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan web sitesinde de yer alan “Devlet Sinema İlişkisi” başlıklı yazıda şu bilgilere yer verilir:
“Sinema alanının bir yasa ile düzenlenmesi ve özellikle devletin film yapımına fon ayırması konularında 1960’lı yıllardan başlayarak, daha ziyade sinemacıların önayak olduğu birtakım girişimler bulunmaktadır. Ancak, sinemacıların gerçekleştirdiği lobiler sonucu gündeme gelen tasarıların hiçbiri siyasal karar mekânizmaları tarafından daha ileriye götürülmemiştir. Yerli sinema sektörünün içinde bulunduğu krizin 1980’lerde giderek derinleşmesi, alanın bir kez daha ele alınması gereğini gündeme getirmiş ve Kültür Bakanlığı’nca hazırlanan 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu 1986’da yürürlüğe girmiştir. Söz konusu yasanın asıl hedefi, videokaset alanındaki korsanlığa son vermek ve bu pazarı kontrol altına almak olmuştur. Bu gelişmede, aynı yıllarda Türkiye’deki korsan videokaset pazarının yarattığı mali kayıplar nedeniyle rahatsızlık duyan büyük Amerikan film yapım ve dağıtım şirketlerinin hükümetler düzeyindeki girişimlerinin önemli bir rolü olduğunu da belirtmek gerekir.
Yukarıda belirtilen kanuna bağlı yönetmelikler çerçevesinde başlatılan uygulamalardan biri de kurmaca film, belgesel ve canlandırma filmlerinin yapılması için maddi destek sağlanmasıdır. Buna göre, 1990’da ‘Film Yaptırma ve Destekleme Esasları Yönergesi’ yürürlüğe konuldu ve başvuracak projeler arasından seçim yapmak üzere Kültür Bakanlığı’ndan iki, sinema profesyonellerinden dört, üniversiteden bir olmak üzere yedi üyeden oluşan bir ‘Değerlendirme Komisyonu’ kuruldu. Komisyonun her yıl belirlediği 10 – 12 film projesine, her birinin bütçesinin yüzde 40’ı oranında destek sağlanmaya başlandı.” (http://ekitap.ktb.gov.tr/TR-80308/devlet—sinema-iliskisi.html)
Türkiye’de sinemanın gelişmesinin önündeki en önemli etkenlerden biri yapımcıların, yönetmenlerin korkulu rüyası çoğu zaman anlamsız, mantıksız ve acımasızca uygulanan sansürdü sanırım.
“Türkiye’de film sansürü devlet ile sinema arasındaki ilişkiyi belirleyen en önemli konulardan biri olmuştur. 1939’da yürürlüğe giren Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname, ‘politik ve dinsel propaganda’, ‘kamu düzeni’, ‘genel asayiş’ ve ‘genel ahlâk’ gibi belli bazı konularda sıkı kurallar getirmişti. Film sansürü, 1961 Anayasası ile birlikte geçici bir süre için gevşemiş, ancak 1971 ve 1980 yıllarındaki askeri müdahaleler döneminde yeniden sıkılaşmıştır. Sansür Kurulu filmlere, senaryo aşamasında ve çekimin tamamlanmasından sonra olmak üzere iki kez denetim uygulamaktaydı.
1986 tarihli Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu, senaryo aşamasındaki sansüre son verdi ve 16 yaş sınırı uygulamasını getirdi. Belirtilen kanuna bağlı olarak, ‘Sinema, Video ve Müzik Eserlerinin Denetlenmesine İlişkin Yönetmelik’e göre, sinema filmleri gösterime çıkarılmadan önce Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Müdürlüğü’nce SESAM (Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Kültür Bakanlığı temsilcilerinden oluşan bir alt komisyon tarafından değerlendiriliyor. Komisyonun denetlenmesini gerekli gördüğü yapımlar, Millî Güvenlik Genel Sekreteri, Millî Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, SESAM ve MESAM (Müzik Eseri Sahipleri Meslek Birliği) temsilcileri ile Kültür Bakanı tarafından seçilen bir sanatçının oluşturduğu Denetleme Üst Kurulu’na gönderiliyor. Üst kurul uygun bulmadığı takdirde denetlenen filmin gösterimini yasaklıyor. Film sansürü konusunda, 1990’lardan başlayarak daha özgürlükçü bir ortamın varlığından söz etmek mümkündür. Genel olarak, liberal söylemlerdeki artış ve özel televizyon kanallarının başta cinsellik olmak üzere toplumda tabu sayılan hemen birçok konuyu çoğu kez abartılı biçimde ele alması, sinemada sansürün konumunu anlamsız bir noktaya taşımıştır. Ancak şunu da önemle belirtmek gerekir ki, merkezî ya da yerel resmî kurum ya da kişilerin müdahaleleri sonucunda özellikle politik konulardaki bazı filmlerin yasaklanması durumu hâlâ söz konusudur.” (http://ekitap.ktb.gov.tr/TR-80308/devlet—sinema-iliskisi.html)
Sinemacıların korkulu rüyası sansür yıllardır dillere destan ve çoğu neredeyse komik uygulamalarıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak günümüze kadar süregelmiştir. Çoğu zaman keyfi kararlarla yasaklanan filmler hatta yakılan filmler izleyicilere ulaşamamış ya da film birçok sahnenin çıkarılmasıyla izleyiciye ulaşabilmiştir. 1939 yılında “Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname” yürürlüğe girer. Nizamnamenin 7. maddesi denetimini şu hükümlere göre yapar:
1) Herhangi bir devletin propagandasını yapan,
2) Herhangi bir ırk ve milleti tezyif eden,
3) Dost devlet ve milletlerin hislerini rencide eden,
4) Din propagandası yapan,
5) Milli rejime aykırı olan siyasi, iktisadi ve içtimai ideoloji propagandası yapan,
6) Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir bulunan,
7) Askerlik şeref ve haysiyetini kıran ve askerlik aleyhine propaganda yapan,
8) Memleketin inzibat ve emniyeti bakımından zararlı olan,
9) Cürüm işlemeye tahrik eden,
10) İçinde Türkiye aleyhinde propaganda vasıtası olacak sahneleri bulunan filmlerin çekimine müsaade edilmez.
Türkiye’de sinemada ilk sansür uygulaması 1919 yılında Mürebbiye filmiyle başlar. İşgâl ordularının Fransız Komutanı General Franchet d’Esperey tarafından yasaklanan filmin Anadolu’ya gönderilmesine ve gösterilmesine izin verilmez. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanından uyarlanan filmde bir Türk ailesinin yanında mürebbiye olarak çalışan Fransız kadının hikâyesi anlatılıyordur.
Darbe dönemlerinde, ‘olağanüstü’ koşullarda filmler yasaklandı, yakıldı, sinemacılar yargılandı, hapse atıldı, dernekler, sendikalar kapatıldı.
Söyleşi için size ve doğduğum andan bugüne dek üzerimde emeği olan herkese teşekkür ediyorum.
Uzunca bir süredir yineliyorum, ‘zamanım az, yapacak işim çok’. Yoluma ‘Devlet, Toplum ve Sinema’ ile devam ediyorum. Yolculuğum sürüyor…
(04 Nisan 2020)
Korkut Akın
(Kitap Eki Dergisi’nin Mart 2020 Sayısından…)