Her sene farklı konularda kısa film senaryosu yarışması düzenleyen ÖĞ-DER Şuurlu Öğretmenler Derneği bu sene düzenlediği 9. Kısa Film Senaryo Yarışması’nın ana konusunu “ırkçılık, ayrımcılık” olarak belirledi. Dernek Genel Başkanı Hamdi Sürücü yaptığı açıklamada ırkçılık, ötekileştirme ve ayrımcılıktan dolayı dünyada ve ülkemizde yaşanan sıkıntıları sanat yoluyla eleştirilmesinin önemli olduğunu belirtti. Sürücü, ırkçılık ve ayrımcılık gibi konulara dikkat çeken kısa film senaryolarını ödüllendirmeyi hedeflediklerini belirtti. Yarışmanın son katılım tarihi 16 Mayıs 2020 olarak açıklanırken yarışma jürisinin son katılım tarihinden sonra açıklanacağı belirtildi.
Günlük arşivler: 20 Ekim 2019
Omar ve Biz, Varşova Film Festivali’nden Ödül ile Dönüyor
Yönetmenliğini başarılı çift Maryna Gorbach Er ve Mehmet Bahadır Er’in yaptığı ve dünya prömiyerini Varşova Film Festivali’nde yapan Omar ve Biz, Türkiye’ye ödül ile dönüyor. Varşova Film Festivali’nde ana yarışmada olan Omar ve Biz’i Ekümenik Jüri ödüllendirdi. Jüri, açıkladığı gerekçeli kararında, Omar ve Biz filminin sanatsal kalitesinin yanı sıra, aktüel konusunu, manevi ve insani yönlere dikkat çekerek işleyiş biçimi sebebiyle seçim yaptığını vurguladı.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Omar ve Biz, Varşova Film Festivali’nden Ödül ile Dönüyor yazısına devam et
İşsizlik Sadece Bizim Ülkemizin Değil Herkes(im)in Sorunu… Parazit
Geçenlerde açıklanan işsizlik oranlarına göre resmi işsizimiz yüzde 27’yi aşmış. Bu demektir ki her üç kişiden biri işsiz, yani ekmek götüremiyor evine. Yani yaşamını sürdürebilmek için verdikleri mücadele yetmiyor, siyaseten yaşanan darbelere.
Sermet Çağan’ın ünlü “Ayak Bacak Fabrikası” oyunundaki “İnsan aç kalmayagörsün inançlarını bile yer” sözünü gel de anımsama bir kez daha… hoş hiç aklımızdan çıkmıyor ki!
Bir çözüm bulunmalı...
Muhakkak ki bir çözümü bulunmalı bu gidişatın. İnsanlar kendi çözüm yolunu ancak geçici bulabiliyor. Buldukları da bir yerde tökezliyor… Onun için yönetmenin önerisi de toplumsal çözüm. Bir diğer deyişle kahrolası kapitalizmin sona ermesi ve varlıklardan eşit yararlanma.
Çok zengin bir ailenin kızına ders vermeye giden üniversite sınavını kazanamamış delikanlı, kendi çözümü olarak kız kardeşini de -bir yabancı gibi- işe aldırmaktır. Kız da babasını, babası da eşini (yani çocukların annesini) işe aldırır. Ailecek kurtuluş umudu.
Baba, oğlunun ne yapacaklarına dair sorusunu bir planının olmadığını, onun için de başarısız olma ihtimalini ortadan sildiğini söyleyerek yanıtlıyor. Zaten gelişmeler de onunla başlıyor.
Göz önünde olunca…
Zengin ailenin yanına girdiklerinde açık da veriyorlar ister istemez… Hızlıca aşsalar da sorunu yoksulluk kokusunu silemiyorlar üzerlerinden. Filmde kentin iki kesimini görüyoruz; biri çok zengin, bir eli balda bir eli yağda ama tutucu kesim… diğeri iç içe geçmiş yıkıldı yıkılacak harabelerin arasında suların bastığı, dar sokaklarda güneşin bile giremediği yerlerde yaşayan kesim. Yönetmen Bong Joon-ho, belli ki çok iyi tanıdığı iki kesimi buluşturmuş Parazit’te. Senaryo kadar oyuncular, oyuncular kadar mekânlar, mekân kadar dekor aksesuar da çok başarılı. Yani, aradan sıyrılıp da, torpille kazanmamış Cannes’da, Altın Palmiye’yi.
Herkes aynı durumda…
Film, Kuzey Kore’de, Seul’de değil de İstanbul’da, Adana’da veya başka bir yerde (Bu Paris de olabilir, New York da veya sizin aklınıza gelen bir başka şehirde de) geçebilir(di). Değişen belki sadece isimler olacaktır. Yaşanan trajedi ve/veya çözümsüzlük aynı olacaktı. Bu anlamıyla evrensel bir öykü anlatılıyor. Buna da bağlı olarak sorun hepimizin… İklim krizini de buna katmak mümkün. Yaşanan enflasyonla birlikte insanların en olmadık çözüm arama maceralarını da… Her geçen gün daha bir yoğunlaşan ekonomik (ve tabii demokratik) sorunların çözümü için yol gösterici olması dileğiyle…
(27 Ekim 2019)
Korkut Akın
korkutakin@gmail.com