Sinemaseverlere müjde! Sonbahar mevsimi birbirinden iyi filmlerle başladı. İkinci haftasında sessiz sedasız gösterimi sürdüren ‘Oyunbozan / Systemsprenger’ geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nin en iyi filmlerinden biriydi ve şenlikten Alfred Bauer adına verilen Gümüş Ayı ödülü ile ayrılmıştı.
9 yaşındaki Benni’nin tedirgin serüveni, benzerlerine çevremizde rastlayabileceğimiz kurgu bir hikâye, ancak bu zorlu süreci bir belgesel titizliğiyle aktarıyor sinemacı. Babasını hiç tanımamış ve pasif annesinin baş edemediği küçük kız, koruyucu ailelerden çocuk bakımevlerine dolaşıp duruyor. Ancak ele avuca sığmıyor, zaptedilemiyor. Daha önce ergen erkek çocuklarla çalışmış eğitmen Micha ile ormanda bir kulübede geçen süreçte umut ışığı görünür gibi oluyor. Lakin, iki küçük kardeşinin varlığına tahammül edemez halde olan Benni ana kucağına şiddetle ihtiyaç duymaktadır. ‘400 Darbe / Les 400 Coups’nun 60 yıl önceki küçük Antoine Doinel örneğine benzer bir şekilde, sistemi ve tüm kurumlarını karşısına alarak, sevgi açlığının izinde umutsuz arayışını sürdürmeye kararlıdır küçük kız.
Alman sinemasının parlak yeteneklerinden genç sinemacı Nora Fingscheidt’ın ilk uzun metrajı ‘Oyunbozan’. Benni’nin kaotik enerjisinin ardına gizlenmiş hüznü izleyiciye geçirmeyi başarıyor. Bunda filmi sırtlayan keşif oyuncu Helena Zengel’in büyük katkısı olduğunun altını çizmeden geçmeyelim. Tüm sinemaseverlere, çocuk psikolojisi ili ilgilenenlere özellikle tavsiye ediyorum.
Dünya sinemaları ile eşzamanlı olarak bizde de gösterime giren ‘Joker’ izleyicinin çok daha fazla bağrına bastığı, haftanın ilgiye değer bir diğer filmi. Ardında yatan Batman efsanesi ve serinin kötücül karakterinin tanınmışlığı bunda etkili kuşkusuz. Lakin yönetmen Todd Philipps keyifli bir ters köşe yapıyor sinemaseverlere. Klasik bir Batman filmi beklemeyin, çok daha ötesine, benzersiz bir karakter yaratma sürecine şahit olmaya hazırlanın diyorum öncelikle.
Çocukluk travmaları, sevgi açlığı ‘Oyunbozan’ ile ‘Joker’i, küçük Benni ile o da babasız büyümüş Arthur Fleck’i aynı yazıda buluşturuyor. Nam-ı diğer Joker’in kendi gibileri çöp olarak nitelendiren sistemle hesaplaşması çok daha şiddetli. Phillips’in küçük adam Arthur’un isyanını örgütlü bir devrim hareketine dönüştürme çabası ilgiye değer. Lakin, sinemacıya bu özgürlüğü tanıyanın yine sistem, yani devasa Amerikan Sinema Endüstrisi olduğu da gözden kaçırılmamalı.
Sonuç her açıdan olumlu. Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ile dönen ‘Joker’ hem eleştirmenlerin hem de sinema salonlarını dolduran izleyicilerin gözdesi oluverdi. Bu sanatsal ve ticari başarının, aynı ‘70’lerde olduğu gibi Amerikan Sinemasına farklı bir yön çizeceğini düşünüyorum. Bir süredir sinemaları işgal eden uçan kaçan çizgi film uyarlamalarının yerini toplumsal meseleleri olan hikâyelere bırakmasından, genç sinemacılara yaratı alanları açmasından mutluluk duyacağımı belirtmek isterim.
Bir tarihsel dönüşümün eşiğinde ‘Joker’i çok iyi bir film olarak değerlendiriyorum. Delilik üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri olarak nitelendirdiğim film, Chaplin’in dehasına, ‘Taksi Şöförü’ özelinde ‘70’ler bağımsız sinemasına, ‘Guguk Kuşu’ndan, sessiz sinemanın ünlü klasiği ‘Dr. Caligari’nin Muayenehanesi’ne güçlü referanslar barındırıyor.
Ve ‘Joker’, ‘The Master’ filminden beri hayranı olduğum eşsiz oyuncu Joaquin Phoenix’in sınırları zorlayan olağanüstü yorumuyla devleşiyor. ‘Joker’in en iyi film ve yönetmen kategorileri dışında bir çok dalda Oscar adayı olacaktır. Phoenix’in çoktan hak ettiği akademi ödülünü bu defa almasına ise mutlak gözüyle bakıyorum.
Bu iki güzel film ses bantlarıyla da ilgi çekiyor. Benni’nin kavgası, Nina Simone klasiği ‘Ain’t Got No (Home, Mother,Love etc..), I Got Life’da karşılığını bulurken, küçük adam Alfred’in isyanına tanınmış İzlandalı besteci Hildur Guðnadóttir‘in hüzün yüklü çığlıkları eşlik ediyor.
(08 Ekim 2019)
Ferhan Baran