Günümüz Amerikan sinemasının taze keşiflerinden biri Jordan Peele. Kariyerine komedyen olarak başlayan siyahi sanatçı, 2017 yapımı ilk uzun metrajı ‘Kapan / Get Out’ ile beklenmedik bir başarıya imza attı. 4 dalda aday gösterildiği geçtiğimiz yılın Oscar töreninden en iyi özgün senaryo ödülü ile dönen yönetmenin ikinci filmini merakla bekliyorduk. Eşzamanlı olarak ülkemizde de sinemalara gelen ‘Biz / Us’, ABD’de gerek seyirci, gerekse eleştirmenler nezdinde gördüğü muazzam ilgiyi burada toplayamadı ne yazık ki. Filmin son dönem Amerikan sinemasından çıkan en yaratıcı ve keşfe değer filmlerden biri olduğunun altını çizerek söze başlayalım.
Yönetmenin, korku türüne yeni bir soluk getirmiş ilk yönetmenlik denemesi ‘Kapan’, gerilimini ‘ırkçılık’ teması üzerinden geliştiriyordu. Liberal görünümdeki beyaz Amerikalının saklı ırkçılığı ve siyahlara olan nefretini, korku ve hicvi birarada kullanmak suretiyle işliyordu sinemacı. İkinci uzun metrajı ‘Biz’, resmi daha da genişletiyor ve tüm bir Amerikan ulusunun karanlık tarafıyla yüzleşmesi doğrultusunda, alt türler arasında hınzırca gezinen bir yapıt ortaya koyuyor.
1986 yılında, televizyondan izlediğimiz ve yüzleri görünmeyen insanların elele tutuşarak bir zincir oluşturdukları reklam filmiyle açılıyor ‘Biz’. 6 milyon küsur Amerikalının yeryüzündeki açlığa karşı birlik çağrısı yaptıkları ‘Hands Across America’ hareketinin görüntüleridir bunlar. Bunu Santa Cruz eğlence parkının reklam spotu izliyor. Takip eden gece bölümünde, Adelaide’ı anne babasıyla birlikte lunaparkta görüyoruz. Ebeveynlerinin yanından kısa bir süre ayrılan küçük kız, üzerinde Michael Jackson hiti ‘Thriller’ın basılı olduğu tişörtüyle gezinirken ‘Şaman’ın Düşsel Arayışı’ adlı bir çeşit korku tüneline giriyor. Komik aynalar bölümünde tedirginlikle çıkış kapısını ararken tıpatıp benzeriyle karşılaşıyor.
Kafeslere kapatılmış onlarca tavşanın görüntüleri akan ön jeneriğe eşlik ediyor daha sonra. Jenerik bittiğinde günümüze gelmişizdir artık. 30’lu yaşlarına gelmiş Adelaide evlenmiş, biri kız diğeri erkek iki çocuk sahibidir. Geriye dönüşlerde, onun yıllar önce yaşanmış meşum karşılaşmanın travmasıyla savaşımına tanıklık ederiz. Aradan uzun zaman geçmiş olsa da, kabuslarından kurtulabilmiş değildir genç kadın. Ailecek Santa Cruz yakınlarındaki yazlık eve geldiklerinde, uyuyan dehşet ortaya çıkacak, Wilsonlar bir gece vakti evlerinin bahçesinde beliren tıpatıp benzerleriyle mücadeleye girişecektir.
Film, sakin ancak bir o kadar tedirgin bir girişin ardından ölümcül bir geceye hazırlıyor izleyicisini. Siyahi ailenin evini istilâ eden, kırmızı tek tip bir giysi içinde, ceplerinde makas taşıyan benzerleri, tehditkâr bakışlarıyla tutsak ediyor onları. Adelaide’ın ikizi Red hırıltılı bozuk bir sesle nefretini iletiyor. Diğerleri konuşmuyor, yüzlerinde şeytani bir gülümsemeyle saldırıyı başlatıyor. Peele’in filmi yaklaşık bir saat kadar süren bu kâbus gecesinin ardından bambaşka gelişmelere doğru evriliyor ve finalde beklenmedik bir sürpriz bizleri bekliyor.
Seyir keyfini bozmamak adına sürpriz gelişmeler yer almıyor bu yazıda. Ancak, Peel’in dersine iyi çalıştığı ve korku/gerilim sinema külliyatını yalayıp yuttuğunu söyleyebilirim. Hitchcock gizemi taşıyan tedirgin sahnelerden (başlardaki ‘Jaws’ göndermesi sahneye dikkat), iki ailenin karşılaştığı o dehşet verici sekanstaki ‘Halloween’ ya da ‘Poltergeist’ etkisine, türün birikiminden ustaca yararlanıyor. Sadece Amerikan filmleriyle kalmıyor göndermeleri. Haneke’nin ‘Funny Games’ine nazire olarak beyzbol sopası ve teknede ölüm kalım mücadelesi bölümlerini dahil ediyor anlatısına. Tür içinde alt türlere ustaca geçiş yapıyor. ‘Arınma Gecesi / Purge’ örneği bir gece kâbusundan başka bir evrenin yaratıklarının istilâsına ya da bir zombi saldırısının ertesindeki kıyamet görüntülerini andıran başka tür bir öyküye doğru yol alıyor. Hikâyesi ile sürekli oynuyor ve sürprizler dur durak bilmiyor.
Sinema klasiklerine yaptığı göndermeler ve Peele imzalı usta işi senaryosuyla keyifle izleniyor ‘Biz’. Başta Lupita Nyong’o olmak üzere oyuncuların çifte rollerdeki performansı mükemmel. Shyamalan filmlerinden (‘Split’ ve ‘Glass’) tanıdığımız Mike Gioulakis’in özellikle gece sahnelerinde doruğa çıkan birinci sınıf görüntüleri, ‘Kapan’dan hatırladığımız Michael Abels imzalı, gerilimi ve tedirginliği besleyen olağanüstü müzik çalışması ve ses tasarımı seyir keyfini arttırıyor.
Bu üstün teknik başarının bir adım ötesinde, metaforları ve farklı okumalar üzerinden ilerleyen yapısıyla değer kazanıyor film. İlk filminin tersine ‘saklı ırkçılık’ üzerine kurmuyor anlatısını sinemacı. Yaşanan dehşetten siyahi ailenin yakın beyaz dostları da nasibini alıyor nitekim. Temel ilham kaynağı olan Carl Jung’un ‘gölge arketipi’ üzerinden ilerliyor sinemacı. Jung’a göre ‘gölge’ egonun karanlık yüzüdür ve insan olarak potansiyel kötülüğümüz de burada saklıdır. Bu yüzden ‘gölge’ kişiliğimizin itiraf edemediğimiz yanlarının saklandığı bir çöp kutusu gibidir. Bu noktadan hareketle, bir gece yarısı Wilson ailesinin karşısına çıkanların kendi gölgeleri olduğunu düşünebiliriz. Benliklerinin karanlık yüzüyle karşılaşma anıdır o meşum gece. ‘Biz de sizin gibiyiz, etten ve kemikteniz’ der Adelaide’in ikizi bir yerde. ‘Sizler güneş altında güzel hayatlarınızı sürerken, bizler yeraltının soğuk ve karanlığında mücadele veriyorduk’ diye ilave eder. Bu noktada Peele’in sınıf meselesini tartışmaya meylettiğini düşünürüz. ABD’nin keskin bir biçimde ikiye bölünmüşlüğü üzerine derdini anlatmak istediğini belirtir bir röportajında. Bu açıdan filmin özgün adını ‘United States’in kısaltılmışı olarak da alabiliriz.
Velhasıl, iki saatlik süresince ilgiyle izlenen, teknik açıdan kusursuz, farklı metin okumaları ve göndermeleriyle sinefilleri heyecanlandıran son dönemin en parlak Amerikan yapımlarından biri ‘Biz’. Kaçırmayın.
(26 Mart 2019)
Ferhan Baran