Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanan ‘Dokunma Bana / Touch Me Not’ sadece bu yılın değil, sinema tarihinin en ayrıksı yapımlarından biri. Romanyalı kadın sinemacı Adina Pintilie, gerçek ile kurmacayı özgür biçimde kaynaştırdığı ilk uzun metrajında, cinselliği ve beden algılarını sonuna kadar zorlarken, önyargıları ve korkuları didikliyor. Yaşamımızın temel mutluluk kaynağı olan tensel temas ve cinselliğin önündeki engeller ana meselesi. Kendisini de filmin içine yerleştirerek, cinsellik meselesinde tutuk kalmış gerçek hayattan bireylerin dünyasına eğiliyor. Deneysel süreçlere iştirak ederek onların arzunun nesnesi ile aralarındaki duvarı yıkmaya çalışıyor. Bunu yaparken bu konuda hem kendisinin hem de izleyicisinin ufkunu açmayı hedefliyor.
Ana karakterlerinden biri olan Laura’nın ciddi bir temas sorunu mevcut. Geçmiş aile yaşantısından kalma bir tıkanma yaşayan orta yaşlı kadın (bir sahnede sezdirildiği üzere babasıyla ilgili bir sorun nedeniyle belki), erkek fahişeleri duş alırken ve kendi yatağında mastürbasyon yaparken izleyerek cinsel ihtiyacını tatmine çalışıyor. Pintilie’nin karakterleri kabul edilir normların dışında. Küçük yaşta tüm saçlarını yitiren İzlandalı adam (‘Nói Albinói’den aşina olduğumuz Tómas Lemarquis) ve kol ve bacakları felçli Christian ile bir cinsel terapi uygulamasında tanışıyoruz. Laura’nın orta yaşlı transeksüel Hannah DeLuxe ve dokunma terapisti Seani Love ile buluşmalarına tanıklık ediyoruz.
Beden ile barışmak fikrinden yola çıkan yönetmen, toplum tarafından kabul edilmiş güzellik normlarını çöpe atmakla işe başlıyor. 13 yaşlarında tüm saçını kaybetmiş ve ayrıksı çocuk muamelesi görmüş olan Tómas, sürekli bir maskenin ardında saklandığımızı ve bir maske olarak gördüğü saçından kurtulduğu için mutlu olduğunu ifade ediyor. Önceleri kendini oradan oraya taşınan bir beyin olarak gördüğünü anlatan felçli Christian, cinsel hazla tanıştıktan sonra mutluluğa kavuştuğunu söylüyor. Hannah yıpranmış ve sarkmış bedeniyle gurur duyuyor. Arada devreye giren yönetmen Pintilie, özgürlüğün akıl almaz bir serüven olduğundan dem vuruyor. Vücudumuzun bir hediye olduğunu ve bu hediyeyi deneyimlememiz gerektiğini vurguluyor. Katman katman öfkeyi, önyargıları, suçluluk duygusunu aşarak vücudumuz ile barışmak ve içeride olup dışarı çıkmak isteyeni engelleyen ‘duvar’ı yıkmamız gerektiğinin altını çiziyor. Filmi yapma amacı da bu zaten. Gerçek karakterleri ve bizzat kendisi ile birlikte biz izleyicilerin bu deneyimi yaşamamızı ve vücudumuzla barışmamızı hedefliyor. Yargılanmaktan korkmadan vücudumuzu övmeye ve onun tadını çıkarmaya davet ediyor bizleri.
Yönetmen filmin hiçbir sahnesinde cinsel sömürüye yer vermiyor. Beyaz gri tonlarda bir laboratuvar ortamında deney fareleri gibi inceliyor insan davranışlarını, ezeli ebedi korkularımızı ve bastırılmış duygularımızı. Bu ayrıksı cinsellik oyununa katılmak isteyenler için kaçırılmaz bir deneyim ‘Dokunma Bana’.
(12 Ekim 2018)
Ferhan Baran