‘2016’nın En İyileri’ listemde yer almış ‘Gelecek Günler / L’avenir’in hayli gecikmeli de olsa bizde de gösterime girmesine ne kadar sevindiğimi anlatamam. Geçtiğimiz yılın Berlin Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödülüyle dönmüş film Fransız sinemacı Mia Hansen-Løve imzasını taşıyor. Yönetmen son çalışmasında hayatın gündelik akışı üzerine mizahla beslenen kırılgan yaklaşımını sürdürmeye devam ediyor. Beklenmedik dönüşümlerde alabildiğine sakin yine. Yazının başlığını bir diğer Fransız sinemacı Etienne Chatiliez’nin 1988 yapımı hınzır güldürüsünden almam bu yüzden.
Çağımızın tartışmasız en iyi oyuncularından Isabelle Huppert, Oscar adayı olduğu ‘O Kadın / Elle’in ardından bir kez daha güçlü bir kadın karakter portresiyle çıkıyor karşımıza. Deneyimli oyuncunun etkileyici bir performansla yorumladığı Nathalie, 50’li yaşlarında iki yetişkin çocuklu, evli bir felsefe öğretmeni. Orta yaşlı kadının ilgi bekleyen annesi, çok sevdiği işi ve yolunda giden evliliği beklenmedik gelişmelerle değişime uğruyor. Aynı meslekten kocası, 25 yıllık evliliğin ardından genç öğrencisiyle bir ilişki yaşadığını itiraf ediyor. Yazmış olduğu ders kitapları eskisi kadar ilgi görmüyor. Bir zamanların ünlü modellerinden yaşlı annesinin talepleri onun için katlanılması güç bir yük haline geliyor.
‘Bir ömür boyu kendisini seveceğini düşündüğü’ kocasının açıklamasıyla şaşırıyor önce. Yaşlı annesinin ölümü ve yetişkin çocuklarının yuvadan uçmasıyla hiç beklemediği bir özgürlük alanının tam ortasında buluyor kendisini. Kaybettikleri üzecektir onu. Chateaubriand’ın mezarının bulunduğu Britanya’daki mütevazi sahil evini ilelebet kaybetmenin hüznüne Schubert’in ezgileri eşlik eder. Ama hayat böyledir işte. Acısıyla tatlısıyla akar gider. Parlak öğrencilerinden yakışıklı Fabien ve arkadaşlarının dağdaki komün hayatına eşlik eder bir süre. ’68 kuşağının ateşli direnişçisinin radikalizm için yaşının hayli ilerlediğini fark etmesi uzun sürmez. Annesinden (metaforik olarak) miras kalan son yükten, gençlere bırakacağı Pandora adındaki kediden de ayrıldıktan sonra, geleceğini yeni baştan şekillendirmeye koyulacaktır. Filmin Fransızca özgün ismi olan ‘Gelecek’ ne çok karanlık ne de çok aydınlıktır. Hayat sakin akışına bırakılarak yaşanacaktır.
Fransız sinemacı Hansen-Løve, hayatın gündelik akışını nefis ayrıntı ve gözlemlerle heyecanlı kılan, felsefe öğretmeni ebeveynlerinden aldığı ilhamla kaleme aldığı senaryo ve yönetmenlik becerisiyle beşinci uzun metrajında bir kez daha büyülüyor bizleri. Bir önceki filmi ‘Eden’den beri birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Denis Lenoir’ın ustalıklı kamerası,ana karakter Nathalie’yi benzersiz bir yorumla canlandıran Isabelle Huppert’in bakışları ve jestlerini takip ediyor film boyunca. Annede, Georges Franju’nun ilham perilerinden efsanevi Fransız oyuncu Edith Scob ve Fabien’de yönetmenin ‘Eden’ filminden anımsadığımız yetenekli Roman Kolinka’nın performansları zevkle izleniyor. Mükemmel yazılmış diyaloglara, Schubert’in D. Fischer-Dieskau tarafından kaydedilmiş ‘Auf dem Wasser zu singen’i; genç Fabien’in yorumladığı Woody Guthrie’nin güzelim şarkısı ‘My Daddy Flies That Ship In The Sky’ın tınıları karışıyor.
(29 Nisan 2017)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com