İngiliz yönetmen Danny Boyle’un ilk “Trainspotting”ten yirmi yıl sonra devam “T2 Trainspotting” filmiyle geride bıraktığı gençlerin şimdiki hallerini kara mizah bir anlatımla perdeye yansıtıyor. Bu film, !f İstanbul’da gösterildi.
Film, tırnak içindeki “Rent Boy”u atmış ve şimdi 46 yaşında olan Mark Renton’un Amsterdam’da sağlıklı yaşam için fitnes salonunda çocukluk anları gözünün önünden geçerken yere yığılıyor birden. Şimdi o eski yere, Edinburgh’a geri dönüyor. Annesi ölmüş. Babası koca evde yapayalnız. Annesi kendi odasını hep dönecekmiş gibi hazır tutmuş. Mark, Amsterdam’da evliymiş bu yıllar boyunca.
Öte tarafta “Spud” Murphy, yıllar içinde evlenmiş, çocuğu olmuş. Ama bir türlü eroin müptelalığından kurtulamamış. Kendisi için çözüm yolu buluyor: İntihar… Spud, yazarlık taraflarını da keşfediyor ve ilk filmdeki hatıralarını kelimelere de dökmeye başlıyor sonra.
Dövmeli Simon “Sick Boy” Williamson, teyzesinden kendisine kalmış köhne Port Sunshine (Günışığı Limanı) “pub”ta çile dolduruyor. Sevişmediği Bulgar sevgilisi Veronika Kovach’la cüzdanı şişkin adamları tuzağa düşürüp onlara şantaj yapıp duruyorlar. Simon, göçmen sevgilisine sauna açmak istiyor, ama bu o kadar kolay mıydı? Her şeyin mafyası vardı bu dünyada. Simon, barda kenevir de yetiştiriyor. Sistemini kurmuş.
Bu üçünden daha yaşlı olanı Francis “Franco” Begbie hapiste. 16 bin sterline satılan uyuşturucunun cezasını 25 yıl hapis ceza yiyerek çekiyor. Yirmi yılı tamamlamış. Ama son beş yıl için şartlı tahliyesi reddediliyor. O da kendince yöntem bulup soluğu dışarıda alıyor. Kendi hapisteyken bebek olan oğlu Begbie Jr. şimdi üniversiteye gidiyor. Böyle bir babanın oğlu otelcilik okur muydu hiç? Oğluna hırsızlığın inceliklerini öğretmek isterken, yılların boşluğu cinsel hayatına da darbe vurmuş Franco’nun.
Eski heyecanlara…
Spud’un intihardan kurtaran Mark’ın yolu Simon’a düşüyor. Simon’a payını verse de Simon bununla yetinebilir miydi? Amsterdam’a gidemeyen Mark, eski heyecanların içine düşüyor. Uyuşturucu müptelalığından kurtulmuş Mark’ı bu heyecanlı zamanlarda ne bekleyecekti? Bir de başında Franco belası varken. Mark, Bulgar güzeli Veronika’nın da güzelliğini fark ediyor bu karmaşa ortasında üstelik.
Çarpıcı görsellik…
Filmin görselliği sinema adına estetik anlamda heyecan veriyor insana. Bu çarpıcı estetiği, sinema sanatının en başından yarattığı kuramsal ve uygulayımsal olarak ortaya koyduklarına saygı sunuşu olarak değerlendirilebilir. Yönetmen Danny Boyle, bununla beraber sanat estetiğinin yarattığı akımlara da bu saygısını gönderiyor. Öte taraftan bu filme postmodern durumun eklektik ruhu olarak değerlendirilebilir. Her şeyin aynı yapıtın içinde olmasının zihinsel kaos ve anlamsızlık yaratarak anlamsızlığa övgü olarak değerlendirenler de olabilir. Boyle’un ilkini düşünerek filminin ruhunu oluşturduğunu düşünüyoruz.
Doyle’un bu filmi de, tıpkı Jim Jarmusch’un 2016 yapımı “Paterson” filmindeki gibi estetik ruhun ortasına dalıyor. Bu iki filmde de iki büyük yönetmene, Amerikalı Griffith’le Rus Pudovkin’e saygı sunuşu vardı. “Kesme”li kurguyla betimlemeli anlatıma yaklaşıyorlar. David Wark Griffith’in (1875-1948), siyah-beyaz ve sessiz 1916 yapımı “Intolerance-Hoşgörüsüzlük” filminde koşut ve çapraz kurguları kullanan usta, “kesme”lerle misksiz yani geçişsiz kurgu yapmıştı. Vsevolod İllarinoviç Pudovkin’in (1893-1953), siyah-beyaz ve sessiz 1926 yapımı “Mat-Ana” filminde de “kesme”li kurguyla betimlemeli anlatıma ulaşılıyordu. Doyle’un bu filminde “hızlı kesme”ler sıkça görülüyor. Betimlemeli anlatımın yanında gerçeküstücü anlar da filmde fark ediliyor. Eroinin hazırlanışı veya finalde Mark’ın odasındaki anlar hemen akla geliyor. Doyle, kurgusal karşı-kahramanlarına geçmiş de yazmış. Çocukluklarından anlar yansırken, ilk filmden anlar da yansıyor filmde. Elbette görüntülerin donuklaşıp fotoğraflara dönüşmesi de nostaljiyi, yaşanmışlığı hissettiriyor.
1956’da Manchester’da doğan İngiliz yönetmen Boyle, filmlerinin birçoğu ülkemize uğradı. 2008 yapımı “Slumdog Millionaire-Milyoner” filmi tam sekiz Oscar kazanarak büyük bir sürpriz yapmıştı. Bu Oscar sağanağından kendisine de “En İyi Yönetmen” ödülü düşmüştü. Yönetmenin 1994 yapımı “Shallow Grave-Mezarını Derin Kaz” mutlaka görülmeli.
1957’de Edinburgh’ta doğan İskoç yazar Irvine Welsh, “Trainspotting” romanının devamı “Porno”yu 2002’de yayınladı. İlk roman 1993’te yayınlanmıştı. İlk film “Trainspotting”i de çeken yönetmen Boyle, işte bu “Porno” romanını uyarlamış devam filminde. 2017 yapımı “T2 Trainspotting”, yirmi yıl yaşlanmış uyuşturucu müptelası bu insanların şimdiki hayatlarına bakıyor. Yirmi yılda çok şey olmuş. Yazar Welsh, romanına neden “Porno” adını takmıştı? Simon ve Veronika’nın insanları seks tuzağına düşürdüğü şantajlarını mı çağrıştırıyordu? Yoksa filmin geneli için miydi? Franco’nun bulunduğu her yere taşıdığı şiddeti de duyuruyor muydu? Ama iktidarsız olan da oydu. Welsh’te, “vibratörlü kadınlar” bir takıntı olduğunu da belirtmeli. Spud’un içinden dışarıya savurdukları da. İlkinde dışkı, ikincisinde kusmuktu. Spud, bu iki filmin de en özel karakterlerinden biri. Evet Welsh, eserlerine “Sanat rahatsız eder” diyor hep. Bu film, bu yılki “!f İstanbul”da gösterildi ve son armağanıydı.
T2 Trainspotting
Yönetmen: Danny Doyle
Eser: Irvine Welsh
Senaryo: John Hodge
Görüntü: Anthony Dod Mantle
Oyuncular: Ewan McGregor (Mark), Ewen Bremner (Spud), Robert Carlyle (Franco), Jonny Lee Miller (Simon), Steven Robertson (Stoddart), Shirley Henderson (Gail), Gordon Kennedy (Tulloch), Anjela Nedyalkova (Veronika), Pauline Lynch (Lizzy), James Cosmo (Mark’ın Babası)
Yapım: TriStar-Film4 (2017)
(25 Şubat 2017)
Ali Erden
ailerden@hotmail.com