Güzel ve Dertli Ülkeye Kederli Bir Bakış

69. Cannes Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödüllü son çalışması ‘Mezuniyet / Bacalaureat’ ile sinemalarımıza konuk olan çağdaş Romanya sinemasının en önemli isimlerinden Cristian Mungiu’nun güzel ve dertli ülkesine karamsar bakışı sürüyor. 2007 yılında aynı festivalde büyük ödül Altın Palmiye’yi kazanmış ikinci uzun metrajı ‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün / 4 Luni, 3 Saptamani si 2 Zile’ ile kürtajın yasak olduğu 1980’ler Romanya’sında gayrımeşru hamileliği yasadışı yollardan sonuçlandırmak zorunda kalan iki genç kadının mücadelesinden yola çıkarak, Çavuşesku rejiminin kıstırılmışlığını iliklerimize kadar hissettiren sinemacı, 2012 yapımı ‘Tepelerin Ardında / Dupa Dealuri’de Kilise’nin baskıcı ortamında kaybolan bir ruhun çığlığına kulak vermemizi ister.

Ekonomik geri kalmışlık ve siyasal yolsuzluklarla bunalmış günümüz Romanya’sında, kayıp orta kuşağın erdemli duruş ile imtihanını otopsiye yatırıyor ‘Mezuniyet’. Doktor Romeo ve karısı Magda terk ettikleri ülkelerine diktatörlüğün çöküşünün ardından 1991 yılında büyük hayallerle geri dönmüşler. Romanya’daki rejim değişikliğini takip eden sancılı süreçte ümitlerini tüketmiş, Transilvanya dağlarının eteğindeki küçük Cluj kasabasında sıkışıp kalmışlar. Sağlığını giderek kaybetmekte olan annesi ile uğraşırken kendinden genç ve çocuklu sevgilisiyle yasak ilişkisini sürdüren yörenin itibarlı hekiminin esas derdi kızının geleceğini kurtarmaktır. Liseden çok yüksek bir ortalamayla mezun olmak üzere olan Eliza’yı İngiltere bursuyla bir an önce ülke dışına göndermek en büyük hayalidir. Ancak genç kızın tam da burs sınavının bir gün öncesinde hem de okul kapısının yakınında bir saldırıya uğraması ailenin planlarını bozacaktır. Eliza tecavüzden son anda kurtulmuş ancak mücadele esnasında sağ bileği ciddi bir darbe almıştır. Kolu alçıya alınmış bir halde sınava girebilmesi kuşkuludur. Girmesine izin verilse bile geçirdiği sakatlık sınav performansını büyük ölçüde etkileyecektir. İşi şansa bırakmak istemeyen yörenin dürüstlüğüyle bilinen hekimi kızının yüksek not alabilmesi için kendi mesleki statüsünü ortaya koyarak kentin ileri gelenleriyle bir seri yolsuzluk ilişkisine girmekte tereddüt etmeyecektir.

‘Mezuniyet’ farklı katmanlardan ilerleyerek ahlaki çöküntüye uğramış bir toplumun genel panoramasını başarıyla aktarabilen bir film. Ebeveynlik kurumundan yolsuzluğa, eğitimden yaşam ve aşk mücadelesinde hayallerini yitirmiş bireylerin depresyon haline yoğunlaşıyor. Bireysel suç ile toplumsal yozlaşma arasındaki etkileşimi neşter altına yatırıyor. Birçok açıdan yaşadığımız toplumla benzerlik gösteren bir atmosferde hepimize sorular soruyor. Toplumsal çözüm mücadelesinden kaçanların dürüstlük ve adalet gibi kavramları ayaklar altına almak suretiyle bireysel kurtuluş hamlelerine giriştiği, el bebek gül bebek yetiştirilmiş çocukların ülke dışına kapağı atması için çok şeyin göze alındığı kendi topraklarımızda bizleri derin sorularla başbaşa bırakıyor.

Selameti çocuklarını Batı’nın refah (!) ülkelerine göndermekte bulan bu yenilmiş bireylerden Doktor Romeo’ya Ken Loach’un son direnen kahramanı Daniel Blake ve himayesindeki yoksul anne ve çocuklarının yaşadıklarını izletmek (‘Ben, Daniel Blake’ adlı bu sarsıcı film önümüzdeki ay bizde de gösterime giriyor) ve onun çok tuzu kuru olduğunu düşündüğü Batı toplumlarında ne büyük adaletsizlikler yaşandığına tanıklık etmesini isterdim. Allahtan karısı Magda benzer şekilde düşünmüyor. ‘Dürüst ve adil olmanın bedelini ödedim’ ifadesiyle yenilgiyi kabullendiğini dile getiren ve bugünkü Romanya’nın genel şizofrenik durumunu temsil eden bir figür olarak çizilmiş olan anne, kızının hayatı kendi başına deneyimlemesinden yanadır öncelikle. Babanın aşırı korumacılığına karşı çıkışı yanında, başına gelen talihsiz olay sonrasında bile hile hurdayla yeni bir yol çizmesine karşıdır Eliza’nın (‘omzundaki yolsuzluk yüküyle hayata nasıl başlayacak bu kız’). Kendi kuşağının ağır yenilgisine rağmen Eliza’nın ülkesinde kalması ve herşeye rağmen kendi toplumunu değiştirmeye çabalaması gerektiğini savunur.

Zengin detaylarla oya gibi işlediği kendi senaryosundan yola çıkan Mungiu basit bir aile hikâyesinden derin bir toplumsal analiz çıkarmayı ustalıkla başarıyor bir kez daha. İlk sahnede serseri bir taşın ailenin yaşadığı dairenin penceresinde açtığı delikten içeri sızıyor, küçük insanların endişe ve korkularından toplumsal paranoyaya uzanan çizgide bir toplumun çöküşünü belgeliyor. Ancak herşeye rağmen genç kuşaktan ümidini kesmiş değil. Soluk da olsa bir umut ışığıyla sonlandırıyor karamsar hikayesini. İlk sahneden finale kadar sorular sorduran, kişisel ve toplumsal hesaplaşmamızı tetikleyen yılın en iyi filmlerinden biri ‘Mezuniyet’. Yaşadıklarımızla yüzleşme fırsatı verdiği için mutlaka izlenmeli.

(18 Kasım 2016)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com