Şimdi Nereyi İşgal Edelim? (Where to Invade Next.)
Yönetmen: Micheal Moore
Görüntü: Rick Rowley-Jayme Roy
Yapım: IMG Films (2015)
Amerikalı belgeselci Michael Moore, “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?” belgeseliyle, Amerika’yla başka ülkeleri karşılaştırırken, ülkemizin hali üzerine de düşünüyor insan.
Büyük belgeselci Michael Moore’un 2015 yapımı “Where to Invade Next.- Şimdi Nereyi İşgal Edelim?” belgeselinde başka kıtalardaki sistemlerin insana bakışı, yaşamları ve kültürleri üzerine ilham verici bilgiler sunuyor. Hem de karşılaştırmalı olarak. Elbette Amerika’yla o ülkeleri kıyaslıyor. Belgesel, bütçesinin büyük bölümünü işgaller için silaha yatıran Amerika’nın yüksek rütbeli subaylarına konferans veren Moore, sonra da Avrupa’ya doğru yola çıkıyor istila etmek için.
İtalyanlar tembel miydi?..
Moore önce İtalyan karı-kocayı ziyaret ediyor ve ağzı bir karış açık kalıyor. İtalyanlar, tatil yapmaktan adeta çalışmıyorlar. Üstelik izinlerin tümü de ücretli. Sendikalar büyük mücadele vererek çalışanların haklarını söke söke almışlar. Moore bir motosiklet fabrikasına gidiyor. Sanki insanlar çok yavaş çalışıyorlarmış gibi. Bütün bunlar yanılsama. Çünkü fabrika büyük kâr yaparken, işçilere de iyi ücret ödüyorlar. Yani kimse tembel değil. Milli geliri yüksek her şehri açık hava müzesi İtalya’nın. İşçiler fabrikada kaliteli yemekler de yiyorlar. İsteyenler uzun öğle tatillerini evlerinde geçiriyorlar ailecek. Ya tekstil işleri? Her yerde aynıydı. İtalya, insanın mutluluğuna önem veriyor. Stressiz ve huzurlu insan daha verimli olacağını düşünüyor sistem.
Hemen Fransa’ya gitmeli, evet. Orası da huzurun ve mutluluğun ülkesiydi. Moore, Normandiya’da bir kasabada ilkokul öğrencilerine beş yıldızlı otelde zor bulunur yemeklerin verilişini de şaşırarak yaşıyor. Sigortalı olun veya olmayın sağlık hizmetlerinin parasız olduğu Fransa’da tüm ilkokul ve orta dereceli okullarda sağlıklı beslenme öncelikli. Abur cubur yenmesine izin verilmiyor. Asitli içecekler yasak yemeklerde. Bol bol su içiliyor. Hem de cam bardaklarda. Yemekler de porselen tabaklarda yeniyor üstelik. Peynirler, tatlılar ve meyveler de her daim. Moore zorla küçük kıza kola içirmeyi başarıyor. Kız nezaketen “güzel” diyor. Ama yemeklerde asla kola içmeyecekti. Bir de cinsel eğitim var. Çocukları bunalıma sokmadan bu eğitim veriliyor ve bu eğitimler çocuklara çok şey katıyor.
Portekiz’e de uğruyor Moore. İber yarımadasındaki bu küçük ülke, vakti zamanında köleliği başlatmıştı. İşte bu ülkede şimdi uyuşturucu serbestti. Sadece esrar değil. Tüm uyuşturucular. Uyuşturucu kullanımında düşüşler başlamış. Elbette bunlar olurken, sağlık hizmetleri de ücretsiz Portekiz’de. Polisler de insan sevgisinden ve saygısından bahsediyor bu ülkede. İnsan kulaklarına inanamıyor. Gaz bombalarını evde mi unutuyorlar yoksa? Moore burada 1 Mayıs İşçi Bayramı’na da katılıyor.
Ya Finlandiya’ya ne demeli? Tüm ev ödevlerini kaldırmışlar ve öğrencilerde öğrenme birden sıçrama yapmış. Finlandiya’da çocukların eğlenmesine, kendilerine vakit ayırmalarına ve akranlarıyla beraber olmalarına fırsat veriliyor. Öğrenciler okullarda çok az zaman geçiriyorlarmış. Elbette atölye çalışmaları da var. Her öğrenci birkaç yabancı dil biliyor bir de.
Norveç de var. Oradan da hapishane yansıyor. Sistem, öç alma üzerine kurulmadığı için hoşgörü ve bağışlama öne çıkıyor bu kültürde. Bir insanı öldürmüş mahkûm, mutfakta eline bıçağı alabiliyor. Her mahkûmun kendi odası var. Bilgisayarları bile var. Bol bol kitap da okuyorlar. Hücrelerinde banyoları da var elbette. Gardiyanlara saygılılar. Kendilerine yardımcı olduklarını söylüyorlar. Gardiyanların tabancaları da yok. Moore, birkaç yıl önce ırkçı bir katilin adada yaptığı katliamda oğlunu kaybetmiş babayla da konuşuyor. Onu dinlerken intikamın ne kadar kötü olduğunu fark ediyorsunuz. Bu kültür bağışlama ve hoşgörü üzerine inşa edilmiş.
Almanya’ya da gidiyor Moore. Hanover şehrinde kurşun kalem üreten fabrikanın pencerelerine şaşırıyor Moore. Hatta işverenlerin işçilerin fikirlerine önem vermesine de. İşçi hakları da güvence altında bir de. Almanya’da geçmişin karanlık yıllarını yan yollara sapmadan öğrencilere anlatmak, yüzleşmek büyük cesaret işiydi. Nazi Almanyası’nı unutturmuyorlar. Bir daha olamasın diye. Ülkemiz de bu yüzleşmeler olabilseydi…
Slovenya’da da parasız üniversite daha da şaşırtıyor Moore’u. Buraya Amerika’dan öğrenciler bile geliyormuş. İzlanda insanı büyülüyor. 2008’de erkeklerin, ekonomik krizle iflasa götürdüğü ülkeyi kadınlar toparlamışlar. Şirkette üst düzey yönetici kadın, Amerika’da yaşamak istemediğini söylüyor. Komşusu açken insan huzurlu olabilir miydi? İzlanda’da insanlar birbirlerine el uzatıyorlardı. Ya Tunus’taki kadınlar. Kadınların toplumda kendilerini hissettirmeleri ve mücadeleyle eşitliği sağlamaları insanı etkiliyor. Kadınlar muhteşem ve ilham verici. Çünkü onlarda adalet duygusu, paylaşma, dayanışa ve şefkat vardı. Tunus’ta 1973 yılından bu yana kürtajın olduğunu biliyor muydunuz?
Belgesel, yıkılmış Berlin Duvarı’nda bitiyor. Moore, yıkılışına da tanıklık etmiş bu duvarın. Duvara sürekli çekiçle vurursanız çatlaklar oluşuyormuş ve ardından yıkılıyormuş. Aslında bu ülkelerdeki bu huzurlu ve mutlu yaşam yıllar yıllar önce Amerika’da düşünülmüş, ama pek hayata geçememiş. Bu belgeseli izlerken, cennet ve cehennemin bu dünyada olduğunu anlıyorsunuz. Bunları, sistemlerin ve demokrat politikacıların hayal güçleri yaşatıyor. Amerika’da ve Türkiye’de zor iş bunlar işte. Filmi izledikten sonra, cennetin ve cehennemin sadece bu dünyada olduğunu anlıyorsunuz. Başka yerlerde aramak beyhudeydi çünkü.
(20 Temmuz 2016)
Ali Erden
ailerden@hotmail.com