Sinema, bir endüstri, dolayısıyla da bir ekiple birlikte kotarılan bireysel bir sanat. Tamam, zor bir uğraş, emek yoğun çaba istiyor, ince düşünmeyi, sık dokumayı gerektiriyor. Tam da o nedenle seyirciyi yakalamak zorunda; değilse karşılığını bulamıyor, hem parasal anlamda hem de içeriğiyle.
Zeki Demirkubuz, Türkiye sinemasının aykırı, ayrıksı, nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden biri, belki de birincisi. Filmlerini kendisi için yaptığını söylüyor. Sanatın bütün dallarında, bütün yapıtlar (ister yazılı olsun ister plastik sanat) sanatçının sadece -ama sadece- kendisi için yaptıklarıdır. Buradan yola çıkılınca da “kendim için yaptım” sözünün bir özelliği kalmıyor.
Yalnızlığın sonunda…
Öğretim görevlisi Ahmet, sevgilisinin koynunda öğrenir eşi ve çocuğunun öldüğünü… Zaten yalnız ve tepkisiz biridir; ipler iyiden iyiye kopar. Yetkin sinemacı Demirkubuz, böylesi küçük bir öyküden sinema üretecek denli büyük bir sinemacı olduğunu gösteriyor Bulantı ile. Yer yer “olmaz ki, böyle de yapılmaz ki” deseniz de izlerken her seferinde kendinizden de bir parça bulup hak verirken yakalıyorsunuz kendinizi. Filmin dilinin gücü yavaşlığını hissettirmese de, size düşünme fırsatı yaratıyor: Ne olacak şimdi? Siz, kendi yaşamınızdan biçin, ne olacağını / olabileceğini bilebiliyor musunuz? Sorularla sarmalanmış bir film Bulantı, tıpkı bir ağaç gibi… kökü derinlerde, yaprakları göklerde. Hepsi birbirine karışmış, çetrefil bir bilmece gibi. Çözmek kolay olmasa gerek. Sanki Yönetmen de çözememiş…
Rekabet
Zeki Demirkubuz, geçen hafta verdiği bir röportajda Nuri Bilge Ceylan ile yollarının ayrıldığını söylüyor ama bir yandan da onun filmine (birkaçına birden) gönderme yaptığı görülüyor. Seyirci iki yönetmeni karşılaştırsın, kıyaslasın… Kapitalizmin ayrılmaz parçası olan rekabet, burada, bu film üzerinden de gösteriyor kendisini… Zeki, nasıl ki Dostoyevski’den, Çehov’dan etkilenmişse NBC’den de etkilenmiş, her ne kadar konuşmasalar da… Ama doğal değil mi, insan her şeyden etkilenir az ya da çok. Bu, oradan neler süzdüğüyle doğru orantılıdır. Bir yanıyla Dostoyevski, bir yanıyla Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz’u taşıyorlar. Bence kötü bir şey yok bunda. Keşke her zaman birbirlerini taşıyıp bizleri de geliştirseler…
Zor zenaat…
Yine aynı röportajda, oyuncuların bu filmde gözükmekten (rol almaktan) kaçındıklarını söylüyor… Sinema kolektif bir sanatsa, birilerinin bir şekilde ucundan tutması gerekir. Bunların başta gelenleri de oyunculardır. Kendisinin oynadığı bu rolü kaldıramamış Demirkubuz. Yani yönetmenliği denli başarılı değil oyunculukta.
Resimleri çok başarılı, ışığı çok iyi değerlendirmiş, özellikle yansımalar izleyiciyi gerçekten zorluyor; bu da bir diğer başarısı filmin… tabii, Yönetmenin de. Ancak montaj için aynı şeyi söyleyememenin haklı hüznünü taşıyorum. Neredeyse her öykücük “kararma” ile noktalandı; Yönetmenin dili dersek kendimizi kandırmış oluruz; Yönetmenin de ummadığı bir şeyler olmuş ve/veya senaryoda atlamış…
Toparlarsak…
Karamsarlıktan umut üretilebilir mi? Bulantı’yı izleyin, siz de bu önemli üretime katkıda bulunacaksınız.
(02 Ekim 2015)
Korkut Akın