Yok Artık’ın Kadrosu Genişliyor

AC Film yapımı Yok Artık’ın kadrosundan 3 isim daha açıklandı. Geçtiğimiz hafta kamera karşısına geçen Serkan Keskin, Funda Eryiğit ve Algı Eke filmin yeni sürprizleri oldu. Erkan Kolçak Köstendil, Ceren Moray, Şebnem Bozoklu, Çağlar Çorumlu ve Murat Akkoyunlu gibi ünlü isimlerden sonra, 3 yıldız isim daha çekimlere katıldı. Caner Özyurtlu’nun yönettiği Yok Artık’ın geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen çekimlerine Serkan Keskin, Funda Eryiğit ve Algı Eke de katıldı.

Tarık Papuçcuoğlu’nun 40 Derece de Kumla İmtihanı

Yönetmenliğini Mustafa Uğur Yağcıoğlu’nun üstlendiği En Güzeli adlı sinema filminde rol alan usta oyuncu Tarık Papuçcuoğlu, canlandırdığı Fahri karakteriyle izleyici karşısına çıkacak. Ağustos ayında vizyona girmesi planlanan En Güzeli filminde kamera karşına geçen sevilen oyuncu Tarık Papuçcuoğlu, mesleği komiserlik olan fakat gizli bir operasyon için güzellik yarışmasına jüri başkanlığı yapmak zorunda kalan deli dolu ve sevimli Fahri karakterine hayat veriyor.

Melodramın Koyu Karanlığında

Sergio Leone’nin ünlü epiği ‘Once Upon A Time In America’dan esinle ‘Bir Zamanlar New York’ adıyla gösterime sokulan ‘The Immigrant / Göçmen’ destansı bir seyirlik bekleyen izleyiciyi yanıltmasın. Çağdaş Amerikan sinemasının kalburüstü isimlerinden James Gray’in ülkemiz sinemalarına gecikmeli uğrayan filmi daha önce çekmiş olduğu natüralist polisiye ve romantik dramalardan hayli farklı. Birinci Dünya Savaşı ertesinde bozguna uğramış yoksul Avrupalıların Amerika’ya göçünü anlatırken kendi kişisel hikâyesinden, Rus Yahudisi kökenli ailesinin geçmişinden yola çıkmış yönetmen. Vaadler ülkesine göç ettiği 1923 yılında New York’un Aşağı Doğu Yakası’nda bar işletmiş sinemacının büyük ebeveynlerinin anıları ve tozlu fotoğraflar kılavuzluk etmiş bu serüvene. Lakin benzerlikler olsa da hikâye otobiyografik değil.

Filmde öne çıkan, Amerikan Rüyası’nın peşinde yeni bir başlangıç yapmak üzere zor koşullar altında kıtaya ulaşmayı başarabilmiş Ewa Cybulski’nin hayatta kalma mücadelesi. Annesi ile babası Çarlık askerlerince gözleri önünde katledilen genç kadın Amerika’ya vardığında beraberindeki kızkardeşi Magda tüberküloz teşhisiyle karantinaya alınıyor. Polonya asıllı katolik kimliği ile Yahudi cemaatinin ortasında yapayalnız beş parasız kalan Ewa, ABD’nin bekâr kadınları temel haklardan mahrum bırakan dönemin göçmen politikası da üzerine eklenince çaresiz sığındığı kulüp işletmecisinin elinde fahişeliğe zorlanıyor. Erkeklerin akın ettiği gösteri salonu ile genelev benzeri mekânda çalışırken dengesiz pezevenk aşığı ile romantik sihirbaz Orlando arasında arzu nesnesi haline gelen Ewa yaşadığı tüm zorluklara karşın hayatta kalmaya kararlıdır.

‘Bir Zamanlar New York’ sosyal gerçekçi temalardan ziyade yönetmenin titizlikle ördüğü üçlü bir tutku çemberinin ön planda olduğu has bir melodram. Ustası William Friedkin’in Los Angeles’ta sahnelediği dramatik Puccini operettası ‘Suor Angelica’yı izleyip büyülendikten sonra bu klasik tür üzerinde yoğunlaşmaya niyetlendiğini ifade ediyor Gray. Hikâyesinin trajik İtalyan librettolarına benzeyişi bu yüzden. Filmografisinde bir kadın karakterin ön plana çıktığı ilk çalışmasında Ewa’yı kaderini yönlendiren güçlü kişiliğinin gizlediği günahının altında ezilen kurban olarak betimliyor. Robert Bresson mistisizminden etkilendiğini her fırsatta dile getirirken ruhani ögeleri öne çıkarıyor.Bu açıdan azize fahişe Ewa’nın Tanrı’ya yakarışında ve özellikle kilisedeki günah çıkarma sekansında Fransız yönetmenin başyapıtlarından ‘Bir Taşra Papazının Güncesi / Journal d’Un Curé de Campagne’dan aldığı esin son derece belirgin.

Gray’in oyuncu seçimi mükemmel. Ewa rolünde izlediğimiz çağdaş Fransız sinemasının en başarılı oyuncularından Marion Cotillard oyuncuların yönetmen kadar ön planda olduğu klasik melodramın altın yılları 1920’lerin sessiz divaları Lillian Gish, Greta Garbo ve daha sonraki dönemin Bette Davis ya da Barbara Stanwyck gibi efsane yıldızlarından hiç aşağı kalmayan mükemmel bir iş çıkarmış. Sanatçının duru güzelliği ve etkileyici maskını yakın plan çekimlerde bolca kullanan Gray, Carl Theodor Dreyer’in Fransa’da çektiği ünlü sessiz klasiği ‘Jeanne D’Arc’ın Tutkusu / La Passion de Jeanne D’Arc’da efsanevi Danimarkalı sinemacının Renée Falconetti ile benzersiz işbirliğini hatırlatan bir başarıya imza atıyor. Keza gözde aktörü bukalemun Joaquin Phoenix’den kabına sığamayan psikopat Bruno’da son derece etkileyici bir performans alıyor.

Gray’in masalsı bir New York fonunda gelişen melodramının önemli kozlarından biri de görüntü yönetmeni Darius Khondji’nin özenli sinematografisi. Amerika’ya göç deneyiminin sembolü olmuş Ellis Island’ın gerçek mekânlarında çalışma fırsatı bulmuş olan ikili, 20. yüzyıl başları New York’unu betimleyen George Bellows imzalı gerçekçi portrelerden, aynı dönem Manhattan varyete salonlarının karanlık atmosferini tuvaline aktarmış Everett Shinn’in eserlerinden büyük ölçüde yararlanmış. Christopher Spelman’ın Puccini, Gounod, Wagner ezgileriyle desteklenmiş özgün müzik çalışması ve titizlikle kullanılmış özel efektlerin gri tonların ağır bastığı dönem atmosferinin çizilmesinde katkısı büyük. Dönemin ünlü İtalyan tenoru Caruso’nun Ellis Island’da göçmenlere verdiği dinletinin yeniden yaratıldığı sahne bu güzel filmin hoş sürprizlerinden bir diğeri. Bu bölümde çağımızın Caruso’su olarak kabul edilen Maltalı tenor Joseph Calleja ‘La Rondine’ operasından bir Puccini aryası yorumluyor.

(19 Temmuz 2015)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Yönetmen Nagihan Çakar ve Yönetmen Ahmet Bikiç’e İki Ödül Birden

Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı (DOĞAKA), Hatay Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi ve Osmaniye Belediyesi ile iş birliğinde ilk kez düzenlenen DOĞAKA Kurmaca Kısa Film Yarışması’nın kazananları belli oldu. Yarışma sonuçlarına göre İstanbul Kültür Üniversitesi İletişim Tasarım Bölümü Araştırma Görevlisi ve Yönetmen Nagihan Çakar’ın senaristliğini ve yönetmenliğini yapmış olduğu Büyükaşık’lar adlı kısa filmi birincilik ödülüne layık görüldü. Söz konusu kısa film, kozadan ipek çekimini sürdürmekte olan Hasan Büyükaşık’ın öyküsü anlatılıyor. Yarışmada ikincilik ödülü kazanan Koro isimli kısa filmin yönetmenliğini ise Ahmet Bikiç yapıyor.

Bir Zamanlar New York

James Gray’in yönettiği ve Marion Cotillard, Joaquin Phoenix, Jeremy Renner ile Dagmara Dominczyk’in oynadığı Bir Zamanlar New York (The Immigrant), 17 Temmuz 2015’de Mars Dağıtım dağıtımıyla Mars Cinema Group tarafından vizyona çıkarılıyor.
1921’de, Ewa Cybulski ve kız kardeşi Polonya’dan New York’a gelirler. Ellis Adası’na vardıklarında doktorlar Magda’nın hasta olduğunu fark eder ve bunun üzerine iki kadının yolları ayrılır. Ewa, Manhattan’ın acımasız sokaklarında başıboş kalırken kız kardeşi de karantina altına alınır. Magda’yla bir araya gelmek adına bütün umutları tükenen Ewa bir anda kendini Bruno’nun ağına yakalanmış bulur.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor

Bir Zamanlar New York yazısına devam et

Düşlerinin Adası

Dünyanın en ünlü baletlerinden Rus asıllı Rudolf Nureyev’in hiç bilinmeyen Türkiye aşkı, Düşlerinin Adası adlı bir belgeselle ilk kez gün ışığına çıkartılıyor. Yapımcılığını Moskova Film Festivali Program Koordinatörü ve Kinoglaz yapım şirketinin sahibi Evgenia Tirdatova ile Türk ortağı Medyaton – Nurdan Tümbek Tekeoğlu’nun üstlendiği belgeselin yönetmenliğini ise Evgenia Tirdatova ile Orhan Tekeoğlu birlikte yapıyor. Belgeselde, 1961 yılında Sovyetler Birliği’nden kaçarak Fransa’ya sığınan, Tatar kökenli balet Rudolf Nureyev’in, 1980’li yılların ortalarından itibaren doğduğu yer olan Ufa’ya ve ailesine özlemi anlatılacak.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

Düşlerinin Adası yazısına devam et

Kervan 1915’in Çekimleri Başladı

Sinemamızın ezber bozan yönetmeni İsmail Güneş’in “Hayatımın filmi” dediği Kervan 1915′in çekimleri başladı. Kocaeli’nin Kerpe beldesinde çekimleri süren ve sinemamızın en yüksek bütçeli prodüksiyonlarından biri olan filmde Katırcı Salih’in kadın ve çocuklardan oluşan 250 kişilik kafileyi 1915 yılında Giresun’dan Halep’e götürmesi anlatılıyor. Başrollerini Murat Han, İpek Tuzcuoğlu ve Haldun Boysan’ın paylaştığı filmin ilk bölümünün çekimleri için Kerpe’de Giresun’un Kaymakamlık binası, meydanı ve sahili canlandırıldı. Filmin Eylül ayının ilk haftasına kadar sürecek olan çekimlerine önümüzdeki günlerde Giresun, Divriği ve Konya’da devam edileceği açıklandı.

Kervan 1915’in Çekimleri Başladı yazısına devam et

Dehşet Gecesi (Yönetmen: Eduardo Sanchez)

Eduardo Sanchez’in yönettiği ve Dora Madison Burge, Brian Steele, Denise Williamson, Samuel Davis, Roger Edwards, George P. Gakoumis Jr., Chris Osborn, Stefanie Sanchez, Jeff Schwan’in oynadığı Dehşet Gecesi (Exists), 17 Temmuz 2015’de Özen Film dağıtımıyla Vişne Production tarafından vizyona çıkarıldı.
Güzel bir hafta sonu geçirmek için Teksas ormanlarına giden bir grup arkadaş, peşlerini bırakmayacak dehşetten habersizlerdi. Film hakkında The Filmreel: “Tek başınıza izlemenizi tavsiye etmiyoruz.”, Scott Weinberg: “Gerilim ve dehşet her geçen dakika daha da artıyor.” şeklinde okurlarına tavsiyede bulunuyorlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Ant-Man

Peyton Reed’in yönettiği ve Paul Rudd, Evangeline Lilly, Corey Stoll ile Bobby Cannavale’in oynadığı Ant-Man, 17 Temmuz 2015’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
Marvel, Yenilmezler ekibinin kurucu üyelerinden birini, Ant-Man ile büyük ekrana taşıyor. Boyunu küçülterek gücünü arttırma gibi inanılmaz bir kabiliyete sahip olan uzman hırsız Scott Lang, içindeki kahramanı kucaklamalı ve akıl hocası Dr. Hank Pym’e, Ant-Man kostümünün ardındaki sırrı, yükselen tehlikelere karşı koruması konusunda yardım etmelidir. Tüm engellere rağmen, Pym ve Lang dünyayı kurtaracak bir plan yapmalıdır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Ant-Man yazısına devam et

Fırtınanın Ortasında

Kim Farrant’ın yönettiği ve Nicole Kidman Joseph Fiennes, Hugo Weaving ile Lisa Flanagan’ın oynadığı Fırtınanın Ortasında (Strangerland), 17 Temmuz 2015’de Pinema Film dağıtımıyla Calinos Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Catherine ve Matthew Parker çifti çocukları ile birlikte çöl kıyısındaki küçük bir kasabaya taşınırlar. Çocukları Lily ve Tommy öldürücü çöl fırtınasının hemen öncesinde gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Kasabanın polisi David Rae’nin yürüttüğü geniş çaplı arama operasyonuna kasaba halkı da destek olur. Fakat operasyon devam ederken Parkerlar ile ilgili çok ilginç gerçekler ortaya çıkmaya başlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor

Sinemanın Entelektüel Yönetmeni: Milcho Manchevski

Makedon sinemasının dünyaya sunduğu önemli entelektüel yönetmenlerden Milcho Manchevski’nin “Yağmurdan Önce” ve “Gölgeler” filmiyle hatırlatmak istedik.

Eski Yugoslavya’nın bölgelerinden olan Makedonya’da 18 Ekim 1959’da doğan Milcho Manchevski, çok az film çeken yönetmenlerden. Az sayıda çektiği filmler, önemli festivallerden değerli ödüller kazandı ve tartışmalar yarattı. Bu entelektüel tartışmalar, insanda zihinsel sıçramalar yaptırabilirdi. Manchevski, fotoğraf sanatıyla uğraşıyor ve sergiler açıyor. Ayrıca video kliplerle de uğraşıyor. Filmleri üniversitelerde tartışılıyor. Bu çok önemli ve değerli bir şeydi. Üniversiteler, her yönetmeni masaya yatırıp tartışmaz. Kitaplar da yazıyor yönetmen. Günümüzde çok az olan entelektüel yönetmenlerden biri Manchevski.

“Yağmurdan Önce…”

Makedon yönetmen Milcho Manchevski’nin, kurgusuyla üniversitelerde hâlâ tartışılan çok büyük filmi, sinemanın başyapıtı 1994 yapımı “Pred Dozdot/Before the Rain-Yağmurdan Önce”, parçalanan Yugoslavya’da ateşin Makedonya’ya doğru yöneldiğini söyleyen bir filmdi. Ateş en son Makedonya’ya ulaşmıştı. PolyGram’ın dağıttığı, Aim-Noe-Vardar’ın ortak sunduğu filmin senaryosunu yönetmen yazmış. O unutulmaz müziklerse Anastasia’dan geliyor. O tınıların bazıları uzak gelmiyor insana. Bu müzikler arşivlik. Zamanların ortasında yapayalnız bırakıp zihinsel kaosa sürükleyen kurguyu Nicolas Gaster yapmış. Filmin başını, ortasını ve sonunu kaybedenleri, kısırdöngüyle başladığı yere bırakıveriyor yönetmen. Fotoğraf sanatının estetiğinden de destek bulan görüntüleri kameraman Manuel Teran yansıtmış. Filmin başrolündeki İngiliz kadın oyuncu Katrin Cartlidge, 2002’de 41 yaşındayken vefat etmişti. Bu film, Venedik Film Festivali’nden de beş ödül kazanmıştı. Filmdeki üç bölümün adı da, derinlikte anlamlaşıyor. Ayrıca bu film, ülkemizde Mayıs 1995’te vizyona girmişti.

Filmin girişinde Mesa Selimoviç’in, “Kuşlar çığlık atarak siyah gökyüzünde uçuyorlar. İnsanlar sessiz, beklemek kanıma acı veriyor” sözleri yansıyor önce. Ardından ön jenerik yazıları sürerken, dağ başında keşişlerin kaldığı manastıra gidiyor kamera. Fonda hüzünlü tınılar duyuluyorken.

“Kelimeler: 1…” Dağdaki manastırda Ortodoks keşişler yaşıyor. Gökyüzü bulut topluyor. Genç rahip Kiril (Gregoire Colin), manastırın domateslerini gururla toplarken, yaşlı peder yanına geliyor. Peder, “Yağmur yağacak. Şimşekler ısırıyor. Hadi gidelim” diyor genç rahibe. “Bu konuşma çok fazla tek taraflı Kiril” diyor peder. Kiril, konuşmama yemini etmiş. Kiril, heybesine domatesleri doldurup, yola çıkıyorlar beraber. Yolda kaplumbağayla oynayan çocukları gören peder, “Zaman asla ölmez. Çember asla yuvarlak
değildir” diyor. Kilisede ayin sürerken, çocuklar ateş çemberinin içine aldıkları ve ters çevirdikleri kaplumbağayla eğleniyorlar. Kilisedeki ikona resimler de yansıyor. Çocuklar ateşin içine kurşun atıyorlar. Daha da eğleniyorlar. Bu an bize, Sam Peckinpah’ın 1969 yapımı sinemaskop “The Wild Bunch-Vahşi Belde” western filmini hatırlattı. Bu filmde de çocuklar akreplerle oynuyorlardı ve akrepleri ateş çemberine alıyorlardı. Çocukların içinde acı çektirmekten haz alan bir şeyler mi vardı hep? Bu şiddet yoksa hiçbir şey miydi? Balkanlar’da parçalanan Yugoslavya’da tarif edilemez şiddetler ve soykırımlar yaşanıyordu. En sonda da Makedonya kalmıştı.

Gece… Keşişler manastıra dönüyorlar. Kiril odasına çıkıyor. Özenle siyah rahip elbiselerini çıkartıp asıyor. Yatağına uzandığında yatağında bir genç kız olduğunu fark ediyor. Mavi tişörtlü ve kısa saçlı Müslüman Arnavut kızı Zamira (Labina Mitevska), kaçmış ve korku içinde. Mavi, sinema psikolojisinde karmaşa anlamına geliyordu simgesel olarak. Kız Arnavutça konuşuyor. Konuşmama yemini etmiş Makedon Kiril, kızın konuşmalarını anlayamıyor. Kiril dışarı çıkıyor, pedere haber vermek için. Peder de odasından çıkıyor. Ama söyleyemiyor Kiril. Sonra bahçeden domates getiriyor Zamira’ya. Yatağa uzanıyor. Karnı aç Zamira domatesleri iştahla yiyor. Kiril de gururlanıyor. Gündüz… Köyden cenaze töreni yansıyor. Rahip (Mile Jovanovski) dua ederken, foto muhabiri Aleksandar Kirkov (Rade Serbedzija) tabut içinde fark ediliyor. Diğer tabutta da, Aleksandar’ın kuzeni Bojan (İlko Stefanovski) yatıyor. İki mezar yan yana kazılmış. Manchevski, bu anlarda kamerayı hareketli kullanmış. Hem kaydırarak hem de çevrinme (pan) yaparak. Kamera, sağa doğru uzun çevrinme yaparak siyahlar içindeki Anne’i (Katrin Cartlidge) gözyaşları içinde gösteriyor. Tabutların üstüne şarap dökülüyor. Eski Yugoslav halklarında bir gelenek bu.

Uzaktan Kiril görünüyor. Telaşla kiliseye giriyor. Ayine geç kalmış. Kilisenin içindeki simgesel ikona resimleri yansıyor peş peşe. Ayin sürerken, kilisenin kapısında Mitre (Ljupco Bresliski) elinde makineli tüfekle beliriveriyor. Zamira’yı arıyorlar. Manastırın altını üstüne getiriyorlar. Bunlar aile mafyası. Karanlık işler çeviriyorlar. İçlerinden bir tek Aleksandar farklı olmuş. İçlerinden biri pencereden çatıdaki kediye makineli tüfeğiyle ateş ediyor. Kedinin vahşice öldürülmesini seyredebilmek gerçekten çok güçtü. Manchevski, vahşeti somutlaştırarak, Balkanlar’daki dehşetin ne anlama geldiğini gösteriyor. Belki de psikopat düzeydeydi bu şiddetler. Çetenin manastırda Zamira’yı ararken, Manchevski kamerayı çarpıcı açılara yerleştirerek fotoğraf sanatına saygı sunuyor. Elbette sinemaya da saygı vardı. Plonje ve kaydırmalı çekimler etkileyiciydi.

İki peder, kızı buluyorlar. Hatta Kiril’in kıza tutkusunu da fark ediyorlar. Onları gizlice manastırdan yolluyorlar. Kiril, rahip elbiselerini çıkartmış, tişört giyinmiş. Dağlarda yürüyorlar gece boyunca. Yürüdükçe ikisinin birbirine karşı sevgisi daha da çoğalıyor bu şiddet dünyasında. Sabah oluyor. Kiril, Makedonca konuşuyor. Onunla, önce Üsküp’e, sonra da Londra’ya gitmeyi düşünüyormuş Kiril. Onun ne dediğini anlamıyor Zamira. Sarılıyorlar. O anda Zamira’nın büyükbabası Zekir (Abdurrahman Salja) ortaya çıkıyor. Zamira’nın iki erkek kardeşi de. Büyükbaba, Zamira’ya ilk defa tokat vuruyor. Zamira bir hata yapmış. Bu hata Arnavutlarla Makedonlar arasında tehlikeli kıvılcımı başlatabilir. Zamir’a, Kiril’in de kendini sevdiğini söylüyor. Ama Zamira’nın kardeşi Alija (Vladimir Jacev), makineli tüfekle ateş ederek Zamira’yı vuruyor. Zamira yere yığılıyor. Kiril, bulduğu hayatının aşkını trajediyle kaybediyor. Görüntü kararıyor.

“Yüzler: 2…” Londra. Anne, çırılçıplak duşun altında kederler içinde yansıyor. Duşta su, banyonun deliğinden akıyor. Hitchcock’un 1960 yapımı siyah-beyaz “Psycho-Sapık” filmindeki sahne akla geliveriyor. Anne, bir ajansta fotoğraf editörlüğü yapıyor. Ajansta, haber okuyan spikerin sesi duyuluyor. Gemide beş mülteci yakalanmış. Amerika’ya sığınmak istiyorlarmış. Bizdeki basın dili, bu soylu insanlara “kaçak göçmen” diyerek aşağılıyor hep. Birer haşerelermiş gibi. Anne, Bosna’dan savaş trajedilerinin siyah-beyaz fotoğraflarını inceliyor. Haber spikerinin, Oxford Caddesi’nde patlayan bombayı söyleyen sesi duyuluyor. Anne’in baktığı Bosna trajedisi fotoğrafları, tıpkı Yahudi toplama kamplarındaki fotoğraflar gibiydi. Anne, dışarı çıkarken foto muhabiri Aleksandar da geliyor. Birbirlerini görmüyorlar. Anne, dışarıda trafik ortasında annesiyle (Phyllida Law) buluşuyor. Annesi, onu Nick’le (Jav Villiers) barıştırmak istiyor. Kocası Nick’le ayrı yaşıyor Anne. Kilisenin yanından geçiyorlar. Anne bir ara duruyor ve içeride ilahi okuyan kırmızılar içindeki çocuklara bakıyor. Pencere camlarına çizilmiş dini motifli resim de görünüyor. O sırada Aleksandar çıkıveriyor ortaya. Sonra Anne ve Aleksandar taksiye biniyorlar. Aleksandar, işi bıraktığını ve Makedonya’ya döneceğini söylüyor. Aleksandar, Pulitzer ödülü kazanmış. Taksinin içinde sevişir gibi öpüşüyorlar. Sonra mezarlığa geliyorlar. Anne’in de kendisiyle gelmesini istiyor Aleksandar. Bu kadar kariyeri bırakıp gitmek kolay mıydı? Aleksandar, “Öldürdüm” diyor. Suçluluk duygusu ve vicdan azabı bütün zihnini kuşatmış. Anne, Aleksandar’ın neden söz ettiğini anlayamıyor. Ayrılırlarken Aleksandar, “Yazmayı unutma. Ve taraf tut” diyor Anne’e.

Anne, ajansta telefonla konuşurken, Kiril’in ve ölü Zamira’nın siyah-beyaz fotoğraflarına bakıyor. Bu an, kurgusal anlamda zihinlerde kaos yaratıyor. Bu an nereye konacaktı zihinsel anlamda? Ardından gelen sahnede, Anne’e gelen telefon daha da karıştırıyor zihinleri. Çünkü mekânlar aynı. Telefondaki ses, Aleksandar’ı arıyormuş Makedonya’dan. Hatta Anne’in duş sahnesi de zihinleri epey karıştırıyor. Yönetmen bir entelektüel ve zihinlerde sancılar yaşatıyor. Filmin ilk ve son sahnelerini zihinde o sancıları yaşayarak araştırmak, meraka düşmek iyidir. “Yüzler” bölümü, gerçek anlamda zihinler bulanıklaştırıyor. Çember asla yuvarlak değildi çünkü.

Gündüz. Duvara grafiti bir yazı yansıyor birden. Duvarda, “Zaman asla ölmez. Çember yuvarlak değildir” yazıyor. Aleksandar caddede taksi bekliyor. Aleksandar taksiye bindiğinde, Mirror gazetesinin binası görünüyor birden. Anne, kasvet hissi veren sokakta. Binalar arasında köprüler fark ediliyor. Anne başını yukarı kaldırıyor ve gri gökyüzünde uçağı görüyor. Gök gürüldüyor. Ay, bulutların arasına giriyor. Restoranda. Akvaryumdaki su kaplumbağası yansıyor görüntüye. Anne, masada oturmuş, Nick’i bekliyor. Nick geliyor. Başka bir masada ailesiyle yemek yiyen küçük bir kız Nick’e gülümsüyor. Barda da sakallı gangster tipli bir adam, tedirginlik veriyor. Garsonu tanıyormuş gibi davranıyor. Anne de boşanmak istiyor Nick’ten. Ama hamile. Çocuk da Nick’ten üstelik. Sakallı adamı restorandan atıyor garsonlar. Her şey normale girmiş gibi. Sakallı adam, çok geçmeden geliyor ve elindeki tabancayla hedef gözetmeksizin ateş ederek katliam yapıyor. Ölen ve yaralanan insanlar bu kaotik görüntüyle yansırken, Anne için de trajedi oluyor bu an. Nick yüzünden vurulmuş ve hareket etmiyor. Bu anda, telaşı ve korkuyu seyircilere de ulaştırabiliyor yönetmen.

“Fotoğraflar: 3…” Yukarıdan Makedonya toprakları yansıyor. Üsküp şehri de. Altta da yanık bir balat duyuluyor. Üsküp’te BM askeri araçları da fark ediliyor. Günlük yaşam kendi doğallığında akıp gidiyormuş gibi sanki. Bu anlar belgesel tadı veriyor insana. Sanki “asenkronizasyon” gibi. Aleksandar, külüstür bir otobüsle köyüne doğru yola çıkıyor. Aleksandar, 16 yıl sonra dönüyor köyüne. Sigarayı da bırakmış. Otobüsten iniyor, köyüne doğru yürüyor. İlk karşısına çıkan makineli tüfekli genç Stojan (İgor Madzirov) oluyor Aleksandar’ın. Küçük boğuşmadan sonra tüfeği ondan alıyor köye doğru yürüyor. Mitre, Stojan’ın amcasıydı. Köy insana yabancılık vermiyor. Taştan yapılmış ve harabe gibi görünen evler, yoksulluğu her taraftan hissettiriyor. Eşekler de çok köyde. Elinde makineli tüfekle evine giderken, Arnavut komşulara selâm veriyor, ama kimse ona cevap vermiyor. Evin dış kapısına geliyor. Kamera öne doğru kayıyor ve ardından Aleksandar, kameranın önüne geçiyor, evin kapısını açıyor, “Lanet olası cehennem” diyor. Ev enkaza dönüşmüş. Fonda da ilahiye benzer hüzünlü bir müzik duyuluyor. Aleksandar, yorgunlukla yatağa uzanıp dinleniyor. Sabah. Aleksandar uyanmış ve bisikletle tur atıyor ıslık çalarak. Çaldığı ıslık da, George Roy Hill’in 1969 yapımı sinemaskop “Butch Cassidy and the Sundance Kid- Sonsuz Ölüm” western filminin “Raindrops Keep Fallin’ on My Head” Oscarlı şarkısının tınıları. Birden küçük bir oğlanı makineli tüfekle görüyor. Zor da olsa tüfeği çocuktan alıyor. O sıra da kuzeni Bojan görünüyor. Başta Aleksandar’ı tanıyamıyor. Yaşlanmış, saçları beyazlamış, üstelik sakal da bırakmış. Mitre de geliyor ve Alaksandar’dan tüfeği alıyor. Ardından ailecek dışarıda yemek yiyorlar. Aleksandar da orada.

Gece… Aleksandar’ın evine Kate (Katerina Kocevska) geliyor. Kate öğretmenmiş. Aleksandar’la sevişmek istiyor. Ama Aleksandar yorgun, belki de suçluluğuna bir halka daha eklemek istemiyor. Kate gidiyor. Gündüz. Köyde, BM askeri aracı fark ediliyor derinlerde. Camiden ezan sesi de duyuluyor o sırada. Aleksandar, elinde paketlerle köyün Arnavut tarafına gidiyor. Makineli tüfekli gençlere, Hana’yı (Silvija Stojanovska) görmek istediğini söylüyor. Sonra da Zekir’in evinin önüne geliyor. Zekir, fazla sıcak olmasa da iyi karşılıyor onu. Hediyeleri veriyor. Öfkeli Alija bir Makedonun hediyesini istemiyor. Sonra Hana kahve tepsisiyle geliyor. Eski Yugoslavya’da bir gelenek bu kahve. Önce lokum yeniyor. Su içiliyor. Sonra da Türk kahvesinden bir yudum alınıyor. Hana, Aleksandar’ı gördüğü için çok mutlu oluyor. Başka bir andaysa Mitre, anne-babasının mezarının başında davul çaldırıyor, sonra da mezarlarına şarap döküyor. Başka bir anda postacı, bisikletiyle postaneye geliyor. Anne, Londra’dan bu postaneyi arıyor Aleksandar’la konuşabilmek için. İletişim kurulamıyor.

Köyde hem doktorluk hem de veterinerlik yapan Seso (Meto Javonovski), ağılda koyunlara doğum yaptırıyor. Bojan ve Aleksandar da orada. Muhteşem anlar. Kuzular gerçekten doğuyor. O kuzuların ayağa kalkma çabaları büyülüyor. Yeni hayat onlar. Ağılın dışında Seso, Aleksandar’a savaşın yanlışlığını söylüyor. Alaeksandar iyimser. Seso, “Bosna’da da her şey iyiydi başta. Sonra dünya oturup sirki izlemeye başladı” diyor. Aleksandar evde yatağında dizüstü bilgisayarından Anne’e mesaj gönderiyor Bosna’daki infaz fotoğraflarıyla. Her şeye yakın olmak için Bosna’da bir milisle arkadaş olmuş. Heyecan istemiş. Milis, ellerinde tuttukları bir esirin başına tek kurşun sıkarak infaz etmiş. Aleksandar da çarpıcı siyah-beyaz fotoğraflar çekmiş bu anı. Ona suçluluk duygusu veren bu olay. Aleksandar, Anne’e yazdığı mesajda, “Fotoğraf makinem bir insanı öldürdü” yazıyor.

Gündüz. Kadınlar ağlıyor. Bojan öldürülmüş. Onu, Zamira’nın vurduğu söyleniyor. Aleksandar, yatakta ölü yatan Bojan’a bakarken, elinde fotoğraf makinesi varmış gibi açı oluşturuyor refleksle. Mitre de, makineli tüfekli adamları toplayıp Zamira’nın peşine düşüyor. Mitre, Aleksandar’a da makineli tüfek uzatıyor 500 yıllık kanın intikamını Zamira’dan almak için. Düğün alayı yansıyor. Gelin de atın üstünde. Düğün ve cenaze. Sonra kök gürüldüyor ve yağmur yağıyor. Geceyarısı. Aleksandar yatakta uyurken, eve Hana geliyor. Gözünü açıyor, Hana yok. Uyumaya çalışıyor. Bu defa Hana geliyor. Böyle bir anı Kiril de yaşamıştı Zamira’yla beraber manastırda. Hana, ondan kızı Zamira’yı kurtarmasını istiyor. Kız, Aleksandar’ın kuzeni Zdreva’nın (Petar Mincevski) elindeymiş. Gündüz. Aleksandar, ağılda hapsedilmiş Zamira’yı buluyor. Kızı, Zdreva’nın elinden alıyor, uzaklaşıyorlar. Zdreva, ateş ediyor. Aleksandar vuruluyor. Aleksandar, kıza koşmasını söylüyor, sonra da yere yığılıyor. Zamira koşuyor. Yerde uzanmış Aleksandar, “Gökyüzüne bak. Yağmur yağacak” diye mırıldanıyor ve ölüyor. Zamira, manastıra ulaşıyor. Filmin girişindeki an yansıyor. Kiril domatesleri toplarken görünüyor. Karabulutlar toplanmaya başlıyor. Çember kurgu. Kısırdöngü. Çember asla yuvarlak değildi ama.

“Gölgeler…”

Milcho Manchevski’nin 2007 yapımı “Senki-Gölgeler”, hayaletler üstünden Balkanlar’ın acılarına bakıyor. Manchevski’nin “Gölgeler” filmi, estetik ve anlatım olarak “Yağmurdan Önce” filminden çok farklı. Savaş yok. Bağımsızlığını kazanmış Makedonya’da artık özgürlük bir oksijen gibi içe çekiliyor. Burjuvalar çoğalmış. İnsanlar, yarattıkları zamanlarda ve boş buldukları yerlerde ipinden boşalmışçasına sevişiyorlar. Bu film, Manchevski’nin en erotik filmi de olabilir. Herkesin “Şanslı” dediği Doktor Lazar Perkov (Borce Nacev), bir çocukları olmasına rağmen karısı Gordana’yla (Filareta Atanasova) çok mutsuz. Bu iki genç insan sürekli tartışıyorlar ve birbirlerinden uzaklaşmak için bahaneler yaratıyorlar. Gordana, kendine bir sevgili bile buluyor tatildeyken. İşte, bir hüzünlü gecede arabasıyla giderken ölümcül bir kaza geçiriyor Lazar. Ölmüyor. Kazadan bir yıl sonra Lazar’ın hayatına, başkalarının görmediği insanlar giriyor. Yani hayaletler. Önce yaşlı bir nineyle başlıyor her şey. Sonra da aşkı tattığı Menka (Vesna Stanojevska) etrafında dolanıyor. Kaldığı apartmanda sürekli karşılaştığı Gerasim’le (Salaetin Bilal) bir de bebek var. Bu insanlar, Lazar’dan kemiklerini mezara gömmesini istiyorlar. Çünkü her gün tekrar tekrar ölmek derin bir acı onlar için. Bu ölü insanların kemikleri de Lazar’ın annesi Vera’da (Sabina Arjula). Soykırımların yaşandığı eski Yugoslavya topraklarında ölülere saygı gösterin, diyor sanki yönetmen.

Manchevski, üçüncü filmi “Gölgeler”de, ilk filmi “Before the Rain-Yağmurdan Önce”den çok farklı bir kurgu dili kullanmış. “Gölgeler” filminin kurgu dilini klasik anlatımla buluşturmuş yönetmen. Her şey düz bir anlatımla yansıyor perdeye. İnsana unutulmaz anlar ve hikâyeler sunuyor ama. Bu filmi çift anlamlı okumak mümkündü. Bir toplumun bilinçaltından gelenlerle Lazar’ın zihninin derinliğinden dışarı çıkanlar anlamında. Lazar’ın bilinçaltından yansıyanlar olarak yorumlandığında her şey daha karmaşık ve bölük pörçük geliyor. Hayatına birdenbire giren hayalet Menka, Lazar’ın zihninin derinliğine oturmuş hep özlem duyulan bir güzel kadın mıydı? Ya bebek? Ya yaşlı kadın? Gerasim, geçmişteki soykırımı mı simgeliyor?

Manchevski, 2001’de çektiği “Prashina/Dust-Toz” filminden yedi yıl sonra suskunluğuna son vermişti “Gölgeler” filmini çekerek. Manchevski “Toz” filminde, ırkçılık ve Türk düşmanlığı yaptığı için 2001 Venedik Film Festivali’nde seyirciler tarafından da yuhalanmıştı. Başrolde Lazar karakterini canlandıran Borce Nacev, Hırvat yönetmen Rajko Grlic’in bizde de bilinen 2006 yapımı “Karaula-Sınır Karakolu” filminde görünmüştü ilkin. “Gölgeler”, Nacev’in oynadığı ikinci filmdi. Gerasim rolündeki Salaetin Bilal de, Özer Kızıltan’ın 2006 yapımı “Takva” filminde Şükrü karakterini canlandırmıştı. Bu filmin senaryosunu yönetmen yazmış. Etkileyici müziklerse Ryan Shore’dan geliyor. Etkileyici ve çarpıcı fotoğraflarıysa kameraman Fabio Cianchetti yansıtmış. Filmin bu İtalyan kameramanı Cianchetti, Roberto Benigni’nin 2005 yapımı “La Tigre e la Neve-Kar ve Kaplan” filmindeki fotoğraflarıyla hatırlanıyor.

Bu filmdeki bazı anlar ve mekânlar unutulmayacak belki. Gordana’nın yatakta çırılçıplak uzanmış dişi vücuduyla Lazar’ı baştan çıkarttığı an. Lazar ve Gordana, birbirleriyle sevişirlerken, zihinlerinde başkalarıyla sevişiyorlardı sanki. Gordana, ata binmiş süvari gibi zevkin bulutları ortasında uçarken, Lazar da Menka’ya ulaşmaya çabalıyordu. Menka, Fellini filmlerinden düşmüş iri memeleriyle bu sevişme anına ortak oluyordu. Lazar’ın içgüdüsünün sesini dinleyerek tren yolundan geldiği eski ev önemliydi. Bu evin geçmişle, hatıralarla, sevinçlerle, acılarla anlamı vardı. Bu evde Menka’yla yeni yüzyıla adanmış sevişmesini yaşıyordu Lazar. Bir hayaletle kolay ulaşılmaz hazdı bu Lazar için. Bu filmdeki tüm sevişme anları, özgürlük patlaması savuruyordu etrafa. Mahrum bırakılmış, ama serbest kalınca ipinden boşalmışçasına tadı çıkartılan. Sevişmek özgürlüktü. Filmin muhteşem görüntülerinin içinde dolaşırken, fonda duyulan müziklere de kulak vermek gerekiyor. Manchevski sinemanın yaratıcı, özgün ve entelektüel yönetmenlerinden. “Gölgeler”, önce 2008’deki 27. İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. Sonra da, Ekim 2008’de vizyona çıkmıştı.

(18 Temmuz 2015)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Kardeşim Benim Filminin Setinde Burak’la Murat’ın Mobiletle İmtihanı

Yeni sezonun en iddialı yerli projesi Kardeşim Benim’in çekimleri devam ederken, sette eğlencenin sonu gelmiyor. Başrollerini Burak Özçivit, Murat Boz ve Aslı Enver’in oynadığı filmin geçen hafta gerçekleştirilen çekimlerine ünlü yıldızların mobiletli anları damga vurdu. Hikâye gereği kullanılacak mobileti ilk önce filmin yönetmeni Mert Baykal kullandı. Ardından mobileti eline geçiren Murat Boz sette baştan aşağı defalarca tur attı.

Açık Hava Sinema Keyfi Ağustos’ta da Zorlu’da Devam Ediyor

Komedi, animasyon, aksiyon, birbirinden keyifli filmler, Ağustos ayında da her Çarşamba saat 21:00’de Zorlu Center meydan katı park alanında ücretsiz olarak sinemaseverleri bekliyor. Ağustos ayında Şebnem Burcuoğlu’nun çok satan kitabından uyarlanan Kocan Kadar Konuş, Mahsun Kırmızıgül’ün yönettiği gişe rekorları kıran Mucize, Burak Aksak’ın yazıp yönettiği Bana Masal Anlatma ve Hıçkıdık ile Dişsiz’in eğlenceli hikâyesini anlatan Ejderhanı Nasıl Eğitirsin 2′ye kadar birçok beğenilen film açık hava sinemasında sinemaverlerle buluşacak. Kıvanç Baruönü’nün yönettiği Kocan Kadar Konuş’un başrollerinde Ezgi Mola ve Murat Yıldırım var.

Açık Hava Sinema Keyfi Ağustos’ta da Zorlu’da Devam Ediyor yazısına devam et