Soluk Soluğa Bir Berlin Gecesi

Bu hafta gösterime giren ‘Victoria’nın deli cesareti bir proje olduğunun altını çizerek söze başlayalım. Oyunculuktan gelme Sebastian Schipper imzalı film tek plandan ibaret. Hem de bu yılın Oscar kazananı ‘Birdman’ gibi bilgisayar veya kurgu hüneriyle tek plan izlenimi verilmemiş. Herhangi bir kurgucunun görev almadığı bu çalışma gerçek zamanlı iki saati aşkın süresiyle sinema dünyasına meydan okuyor.

Geçtiğimiz Berlin Film Festivali’ndeki ilk gösteriminin ardından En İyi Film, Yönetmen, Görüntü, Müzik, Kadın ve Erkek Oyuncu gibi 6 ana dalda Alman Film Ödülleri’ne layık görülen bu sıra dışı çalışma nefes nefese izlenen bir gençlik hikâyesi. Geçici olarak Berlin’e taşınmış İspanyol asıllı Victoria ile parlak ışıklar altında dans ettiği gece kulübünde tanışıyoruz. Kulüp çıkışında tanıştığı bir grup erkekle başlayan arkadaşlığını ekipten Sonne ile romantik flörtü izliyor. Gecenin koyu karanlığında Victoria’nın garson olarak çalıştığı ve birkaç saat içinde açmaya hazırlandığı küçük kafede yakınlaşıyor genç çift. Ancak bu duygulu anlar çok uzun sürmüyor. Erkekler hapisten yeni çıkmış arkadaşlarının başını dertten kurtarmak üzere zoraki bir soygun hadisesine karıştığında Victoria da gönüllü olarak peşlerinden sürükleniyor.

Alman yönetmen ‘Victoria’ya soyunurken muazzam bir ön organizasyona girişmiş. Bir Berlin gecesinde yol alan hikâye tam 22 ayrı mekân içeriyor. 12 sayfalık ana başlıklardan ibaret olan ön senaryo tamamen diyalogsuz olarak hazırlanmış. Tüm diyaloglar çekim sırasında doğaçlama ortaya çıkmış. Deneysel bir çalışma olmayan ve basbayağı geleneksel bir anlatı yapısına sahip olan film tam üç kez çekilmiş ve üçüncü çekim nihai olarak kabul görmüş. 1968 Hannover doğumlu Schipper sürecin çetin geçtiğini ancak son derece heyecan verici olduğunu ifade ediyor. Filmin başarısında genç oyuncularının sorumlu çabası ve bitmez tükenmez enerjilerinin büyük payı olduğunu ekliyor.

Uygun ekonomik şartlarıyla genç insanlara barınak olma özelliğini taşıyan Berlin fonunda izliyoruz Victoria ve arkadaşlarını. Özgür ruhlu kentte gençlik arzuları ve heyecanlarının peşinden gidişlerine, parlak bir piyanistlik geçmişini sonlandırmak zorunda kalmış genç kızın kendini ispat etmek için mücadele edeceği yeni bir alana kaymasına tanık oluyoruz. Geçen haftalarda izlediğimiz ‘Kabile / The Tribe’ filminde gözlemlediğimiz gibi bu şekilde bir gruba, bir çeteye dahil olmanın dayanılmaz çekiciliğini, gençliğe özgü aidiyet hissi tatminini yaşıyor genç kız. Ve böylece masumane flört ettiği Sonne’ye piyanoda çaldığı Mephisto Valsi’nin tınılarının haberlediği karanlık yönünü keşfediyor Victoria. Ondaki değişimi nüanslı yorumuyla aktaran genç oyuncu Laia Costa ve başta Sonne’yi yorumlayan Frederick Lau olmak üzere genç oyuncu ekibin çok iyi bir iş çıkardığını söylemeliyiz. Berlinale’den ödüllü sihirbaz görüntü yönetmeni Sturla Brandth Grovlen ve Nils Frahm’ın içinden piyano ve viyolonsel tınılarının geçtiği elektronik çalışması da her türlü övgüye değer nitelikte.

34. İstanbul Film Festivali’nin bir gece seansında ilk kez izlediğimde çok etkilendiğim son dönemin en iyi Alman yapımlarından ‘Victoria’ cesareti, enerjisi ve meydan okumasıyla hayranlık uyandırıyor.

(04 Ağustos 2015)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com