Fırtınanın Ortasında (Strangerland)
Yönetmen: Kim Farrant
Senaryo: Michael Kinirons-Fiona Seres
Müzik: Keefus Ciancia
Görüntü: P.J. Dillon
Oyuncular: Nicole Kidman (Catherine), Hugo Weaving (David), Joseph Fiennes (Matthew),
Sean Keenan (Steve), Maddison Brown (Lily), Nicholas Hamilton (Tom), Meyne Wyatt (Burtie),
Martin Dingle Wall (Neil), Benedict Hardie (Nick), Megan Alston (Sally), Taylor Ferguson (Cayli),
Lisa Flanagan (Coreen)
Yapım: Avustralya-İrlanda (2014)
Belgesel sinemacı Avustralyalı Kim Farrant, “Fırtınanın Ortasında” ilk uzun filmiyle çölün ortasına konmuş küçük kasabada bir ailenin tragedyasını dingin bir sinema diliyle yansıtıyor.
Çölün ortasındaki sakin Nathgari kasabasında bir ailenin tragedyasının üstünden gelişmiş bir ülkedeki yalnızlıkların melodramına dokunuluyor. Boşluklar, kaçışlar, arayışlar, trajediler var bu uzayıp giden çoraklaşmış topraklarda. 2014 yapımı sinemaskop “Strangerland-Fırtınanın Ortasında”, bu sert çölde kadın duyarlılığını da yansıtıyor. Avustralyalı yönetmen Kim Farrant, kısa filmler ve belgeseller çekti. Bu yapıt, onun ilk uzun filmi. Yönetmenin bu filminde müziklere de kulak vermeli. Zaman zaman otantik tınılar modernize edilerek kulaklara geliyor.
Parker ailesi. Başka bir kasabadan sırlarıyla bu küçük kasabaya göç etmişler. Evin babası Matthew, eczacı. Evin annesi Catherine hep evde. 15 yaşındaki güzel genç kızları Lilly ve küçük oğulları Tom’la dışarıdan bakınca mutlu bir aile gibi görünüyor. Kamera evin içine girdikten hemen sonra bu sakinliğin içinde fırtınaların estiği fark ediliyor. İletişim kopmuş. Kimin ne yaptığından haberi olmayan tuhaf bir yabancılaşmanın içine düşmüş gibi her şey. Tom, kovboy filmlerinden düşmüş gibi görünen bu küçük çöl kasabasında çok mutsuz. Geldikleri yere dönmek istiyor. Lily, güzelliğinin ve cinselliğinin farkında olmanın ötesinde. Sarışın, beyaz tenli ve büyü saçıyor etrafındaki erkeklere. Eczacı Matthew, bu kasabada yeni hayatları için bir şeyler yapmaya çalışıyor. O da mutsuz. Her şeye yeniden başlamak ve her şeyin en başına dönmek kolay değil. Catherine, bir toparlayıcı mıydı, yoksa her şeyi oluruna bırakmış bir kaderci miydi? Oluruna bırakınca kırılmış şeyler toplanabilir miydi? İşte bütün her şeyin altında bir şeyler kök salmış ve dallarıyla kuşatmış ailenin hayatını. Bilinmeyenler ve sırlar yavaş yavaş ortaya çıkarak yabancılaşmayı anlamlaştırıyor biraz olsun.
Tom, bazen uyurgezer gibi geceleri dışarıda dolaşıp duran bir çocukmuş. Çoğu zaman evin yakınlarından uzaklaşmasa da bazen uzaklara da gidiyormuş. Kamera onu, bu dolaşmalarının birinde buluyor. Kasap kancalarına asılmış etlerin arasında geçip evine gidiyor. Sabah. Kahvaltı masasında. Tom’un canı yine sıktın. Matthew, kasabanın az dışındaki evinin badanasını Aborjin genç Burtie’ye yaptırıyor. Sabah işe gelen Burtie, Lily’yi iç çamaşırlarıyla görünce büyünün içine düşüyor sanki. Matthew, kızının yarı çıplak olmasına öfkelense de Lily’yle başa çıkmak kolay mıydı? Lily, kendine aşırı özgüveni olan özgür ruhlu bir kızdı. Eczanede babasından dondurma için para alan Tom, parayı kaykaycı geçlerin yarı çıplak vücutlarını izleyen ablasına götürüyor. Lily, Steve’in kalçalarını ve dövmeli kollarını kışkırtıcı bakışlar atarken Steve, “kutu” denilen konteynere götürüyor sevişmek için Lily’yi. Bir de polis dedektifi David Rae vardı. Burtie’nin ablası Coreen’le ilişki yaşıyor. Coreen’in ilkokula giden bir oğlu da var. David, Coreen’le sevişirken, çocuk yatak odasının kapısını açıveriyor birden. “Domuz” deyiveriyor ona. Annesi beyazlara domuz dermiş hep.
Bir gece Matthew uykusundan uyandığında pencereden kızının ve oğlunun gittiğini görüyor. Hiçbir şey yapmıyor. Sadece seyrediyor. Neden peşlerinden gitmemişti? Sabah olduğunda Catherine çocukların evde olmadığını anlıyor. Her annede olan telaş başlıyor onda da. Matthew sakin. İşe gidiyor. Gitmeden kapıları ve pencereleri örtmesini söylüyor karısına. Kum fırtınası yaklaşıyormuş. Bir zaman sonra Matthew eve dönüyor. Sonra beraber arabayla çıkıyorlar. Kum fırtınası her yeri kuşatıyor mistik bir atmosferle. Polise başvuruyorlar. David onlardan bilgi alıyor. Hemen aramalar başlıyor. Yönetmen, belgeselcilikten gelme birikimleriyle Avustralya doğasını bu duyguyla yansıtabilmiş. Sıcaklık giderek yükseliyor. Sarı çorak çöl ölüme çağırır gibi uzanıp gidiyor sinemaskop fotoğraflarla. Catherine, evde kızının odasında sanki onu yeniden keşfediyormuş gibi keşifler yapıyor. Elbiselerine bakıyor. Sonra bulduğu defter kızının saklı dünyası dışarı çıkıyor. Lily, Burtie’yle sevişmelerinin fotoğraflarını çekip yapıştırmış. Catherine bu defteri David’e veriyor bir ipucu bulabilir umuduyla. David’in de iki kız varmış. Çocuklar anneleriyleymiş. David, hep yalnız. David çekinerek Catherin’e, Matthew’ün Lily’ye taciz yapmış olabileceğini fısıldıyor. Ta derinlerde, çocukluğunda olan şeyler. Kuşku kuşatıyor hemen.
David, defterdeki isimlere ulaşıyor hemen. Önce Steve’le, sonra da Bartie’yle konuşuyor, ama bir yere varamıyor. Catherine, kaykaycı geçlerin olduğu yere gidiyor, kızının yerini söylerler umuduyla. Lily’yi en son Steve’le “kutu”ya giderken görmüşler. Konteynere giden Catherine, bir mezbeleye benzeyen konteynerde yatağa bakıyor. Kızı bu yatakta mı sevişmişti? Eve döndüğünde karşı konulmaz bir sevişme arzusu duyuyor Catherine. Sandalyede oturan kocasıyla içindeki ateşi söndürmek istiyor. Sinemanın özel anlarındandı bu sevişme. Lily’yi merak eden Bartie eve gelince onunla da sevişmek istiyor sanki Catherine. Hatta David’le bile sevişmek istiyor.
Arama – kurtarma çabaları umutsuzca sürüp gidiyor. Matthew de taşındıkları kasabaya gidiyor. Lily’yle ilişkiye girmiş öğretmenin evine öfkeyle giden Matthew bir şey öğrenemiyor. Ailenin sırlarından biri miydi bu? Matthew, çölde dolaşırken yerde uzanmış oğlunu görüyor. Onu hastaneye götürüyor. Açlık ve susuzluktan ölmek üzereyken buluyor onu Matthew. Kendine gelen Tom konuşmuyor. Matthew onu eve götürüyor. Matthew, baba şefkatiyle kucaklıyor oğlunu. Tom, bir arabadan söz ediyor babasına. Lily o arabaya binmiş. Matthew, Catherine’e çocukların gittiklerini gördüğünü söylüyor. Neden müdahale etmemişti onlara Matthew? Filmde sorular etrafa savrulup dururken, final de seyircileri boşlukta bırakıp bitiyor. Zihinlerde, Catherine’e telefon eden gizemli kadının “Kızın o…” diyen sesi kalıyor. Lily, kadın satıcılarının elinde miydi şimdi? Bilinmiyor.
Filmin görselliği, öncelikle sarı çöllerde insanı etkiliyor, hatta büyülüyor. Ölümü çağırsa bile. Filmdeki kamera da çoğu anda sakindi filmde. Duyulan müziklere de kulak vermek gerek. Zaman zaman yerli müziklerin tınılarının da tadını veriyor. Filmde her şey dingin akıp gidiyor. Bazı anlarda zamanın yavaşladığını da hissediyorsunuz. Oyunculuklar da bu yavaşlıkta anlamlaşıyor. Lily’nin yaşama sevinci ve özgürlüğü de çağlayandan fışkırıyor gibiydi filmde. Trajediyi simgelese bile. Bizim film ithalatçı şirketlerin akrabalık ilişkilerinde sorunlar var hep. Amcayla dayıyı, halayla teyzeyi hep birbirlerine karıştırıyorlar. Bu filmde olduğu gibi işte.
(23 Temmuz 2015)
Ali Erden