34. İstanbul Film Festivali’nde İran sinemasına duyduğumuz hayranlığı pekiştiren filmler izledik. Bunlardan ‘Taksi’, ülkesinde film çekmesi ve yurtdışına çıkması yasaklanan usta sinemacı Cafer Panahi’nin Berlin Film Festivali’nden büyük ödülle dönmüş mucizevi son eseri. Panahi bizzat şöförlüğünü yaptığı kalabalık Tahran sokaklarını turlayan ticari sarı taksiye binen farklı kesimden yolcularla söyleşiyor, yüzünden eksik etmediği tebessümüyle soruları yanıtlıyor. Korsan film satıcısı ile konuşmasında kahkalarımızı tutamadık, küçük yeğeni ile sinema ve yasaklar konulu sohbetinde hüzünlenmeden edemedik. Panahi bu şekilde kendisini de içine katarak katmanları arasında gezindiği İran toplumunun mikro analizine girişiyor. Bu güzel filmin satın alındığını, Türkçe altyazısının eklendiğini ve yakında vizyona gireceğini şimdiden müjdeleyelim.
Sosyal sorumluluk temalarıyla öne çıkan iki filmden ‘Melbourne’, eğitimli kentli çiftin Avustralya’da yeni bir hayata başlamalarına saatler kalmışken bakıcısının kısa bir süre için evlerine bıraktığı emanet komşu bebeğin uykuda ani ölümü üzerine ahlâki sorumluluklarıyla yüzyüze gelişleri üzerineydi. Festival konuklarından Nima Javidi’nin tek mekânda gerçek zamanlı çekilmiş ilk uzun metrajı ustaca kaleme alınmış senaryosu, aksamayan gerilimi, Asghar Farhadi başyapıtı ‘Bir Ayrılık / Jodaeiye Nader az Simin’den tanıdığımız harika oyuncularıyla ölü bebek ve göç metaforunun izleyiciyi yoğun bir tartışmaya davet ettiği festivalin önemli keşiflerindendi. Bir diğer örnek, İran’ın bu yılki Oscar aday adayı olan deneyimli sinemacı Reza Mirkarimi imzalı ‘Bugün / Emrouz’, taksisine binen kocasından fena dayak demiş hamile kadın ve bebeğine sahip çıkan yaşlı savaş gazisinin dokunaklı öyküsünü olgun bir sinema diliyle anlatıyordu.
Sundance Film Enstitüsü tarafından finanse edilen ve görücüye çıktığı 2015 Sundance Bağımsız Filmler Festivali’nde İran’ın ilk vampir western’i olarak lanse edilen ‘Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız / A Girl Walks Home Alone At Night’ ise Başka Sinema programı çerçevesinde bu hafta vizyona giren filmlerinden. ‘Alacakaranlık / Twilight’ ya da ‘True Blood’ benzeri genç izleyiciye yönelik vampir öykülerinin izinden giden bu yapım İranlı aileden gelme Ana Lily Amirpour yönetiminde İran asıllı oyuncularla ve Farsça diyaloglarla çekilmesine karşın oryantalist bir Amerikan sineması bağımsız örneğine daha yakın duruyor gerçi. Frank Miller’in ‘Günah Şehri / Sin City’sinden esinle ‘Kötü Şehir / Bad City’ adını almış İran kasabasında tuhaf olaylar yaşanıyor. Derken çarşaflı bir kadın vampir kasabanın azılı suçlularının peşine düşüyor. Fahişeler, uyuşturucu bağımlıları, kadın tüccarları ve daha birçok sefil ruhun kol gezdiği hayalet beldenin seti ise California’da kurulmuş. ‘Bad City’ bu haliyle bir İran kasabasından ziyade köhne bir Amerikan sanayi beldesini andırıyor. Spaghetti western’den, çizgi roman külliyatından, korku filmlerinden aldığı esini beceriyle konuşturan Amirpour’un siyah-beyaz stilize filminde ellilerden kalma retro arabasıyla James Dean’vari ortalarda gezinen Arash ile adsız vampir kızın video klip tadındaki romantik aşkları da ihmal edilmemiş. Bei Ru imzalı oryantal ezgilerden Radio Tehran kaynaklı underground rock parçalara, Portland kökenli Federale’nin Ennio Morricone esinli tınılarına uzanan füzyon ses bandının gizemli gece serüvenine eşlik etmiş olduğu bu nev’i şahsına münhasır atmosfer deneyimini meraklılarına havale ediyor, çağdaş İran sinemasının üst düzey yapıtlarını sinemalarımızda daha sık görme arzumuzu dışalımcı firmalara iletiyoruz.
(25 Nisan 2015)
Ferhan Baran
[email protected]