34. İstanbul Film Festivali’ne son çalışmasıyla konuk oluyor Bruno Dumont. Çağımızın önde gelen yaratıcılarından biri olan Fransız sinemacının televizyon için çektiği dört bölümlük mini dizinin sinema versiyonu festivalde ‘Küçük Serseri’ adıyla gösteriliyor. Filmin Kuzey Fransa’ya özgü yerel diyalektin kullanıldığı ninniden alınma özgün adı ‘P’tit Quinquin’ ise ‘küçük çocuk’ anlamına geliyor. 1997 yapımı ilk uzun metrajı ‘İsa’nın Yaşamı / La Vie de Jésus’den başlayarak ‘İnsanlık / L’Humanité’ ve ’Flanders’ gibi ses getiren yapıtlarına mekân olmuş doğup büyüdüğü ve felsefe eğitimi için ayrıldığı topraklara, Manş denizi kıyısındaki kasabasına bir kez daha dönüş yapmış Dumont. Evini memleketini, bu toprakların insanlarını sevdiğini, Pas-de-Calais yöresine ait olduğunu ifade ediyor yönetmen.
‘İnsanlık’ta olduğu gibi cinai bir hikâyeden yola çıkıyor yine. Ancak bir tür filmi yapma çabası değil, sakin kıyı kasabası atmosferinin ardına gizlenmiş şiddetin incelenmesi amaçlanan. Dumont daha önceki denemelerinde insan denen mahlûku anlamaya çalışmış, anlattığı hikâyelerde uç noktalara gitmekten kaçınmamıştı. Aşırı şiddeti, insanoğlunun çirkin yüzünü, kışkırtıcı cinsel davranışları sergilemekten çekinmemiş, bunu yaparken uzun çekimlere ve sık sık insan vücudunun yakın planlarına başvurmuştu. Ancak ineklerin cesetleri içine doldurulmuş insan organlarının bulunmasıyla ortaya çıkan bir dizi vahşi cinayetin izini süren jandarma şefi ve yardımcısının soruşturması alabildiğine tuhaf ve komik bu kez. Sessiz film karakterlerini andıran polisler ve tuhaf kasaba ahalisi cinayetlerin dehşet vericiliğine alabildiğine tezat şapşal kişilikler olarak çizilmiş. Önümüze sürülen kanlı cinayetlerin de Hitchcock’un meşhur ‘McGuffin’lerinden farkı yok. Yörenin ve insanlarının hınzır bir portresini çizmek asıl hedeflenen.
Önceki filmleri dolayısıyla kendisine atfedilmiş olan ‘natüralist’ tanımlamasına itiraz eden yönetmen, tanınmış Flaman ressam Van Der Weyden ile aynı adı taşıyan komiser karakterinden yola çıkarak ‘insan denen hayvan’ın doğası üzerine hınzır bir hicve soyunmuş. Polisiye sinemanın bildik klişelerini ters yüz ederek türün parodisine girişiyor. Bunu yaparken gerçekliği eğip büküyor, perspektif kurallarına uymayan Flaman resminin izini sürüyor. Doğal sesler ve yöre halkından derlediği profesyonel olmayan oyuncularla çalışırken insanlığın nerede bittiğini, içindeki hayvanın nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışıyor. Kadın sanatçının katı dinsel dogmaların hüküm sürdüğü erkekler dünyasında tutsaklığı üzerine benzersiz bir feminist manifesto niteliği taşıyan bir önceki çalışması ‘Camille Claudel 1915’te olduğu gibi Hristiyan ahlakı ile hesaplaşması sürüyor. Kilise bir kez daha sanatçının mizah yüklü eleştirisinden payını alıyor.
‘Küçük Serseri’ Fransızların ünlü ARTE kanalı için ellişer dakika uzunluğunda dört bölüm halinde çekilmiş. Televizyon yapım şartlarına bağlı kalınarak Dumont’un o çok sevdiğimiz uzun planları kısalmış bu defa ancak doğanın bir parçası olarak insan davranışlarının analizi önceki çalışmalarında olduğu gibi etkileyici. Sırasıyla ‘İnsan Denen Hayvan’ / ‘Kötülüğün Kalbinde’ / ‘İnsan Kılığında Şeytan’ / ‘Allah-ü Ekber’ adlarını taşıyan bölümler çağdaş Fransız toplumunun cebelleştiği yabancı düşmanlığı, ırkçılık, terörizme yol açan dinsel ayrımcılık gibi sosyopolitik meseleleri de göz ardı etmiyor. Böylece Kuzey Fransa’nın küçük kasabası tüm Fransız halkını temsil eden bir mikrocosmos’a dönüşüyor. Filmin coşkun mizahı finale doğru ses bandından yükselen Bach kantatlarının ağıtsal ezgileriyle dengeleniyor.
‘Küçük Serseri’ festivalin güzel sürprizlerinden biri. Kaçırılmayacak bir sinema deneyimi. 12 Nisan Pazar 11:00’de Fransız Kültür Merkezi’nde, 14 Nisan Salı 21:30’da Kadıköy Rexx Sineması’nda iki kez daha gösterilecek.
(08 Nisan 2015)
Ferhan Baran