Kocan Kadar Konuş’un Merakla Beklenen Afişi Yayınlandı

BKM’nin yapımcılığında 20 Mart’ta vizyona girecek olan Kocan Kadar Konuş filminin afişi yayınlandı. Tipik bir Türk ailesinin ve Türk kızının eğlenceli macerasını anlatan, Kıvanç Baruönü yönetmenliğinde çekilen filmin başrollerindeki Efsun ve Sinan karakterlerini Ezgi Mola ve Murat Yıldırım canlandırırken, onlara televizyon, tiyatro ve sinema dünyasının en ünlü ve duayen isimleri eşlik ediyor. Film, otuz yaşına gelmiş ve şimdiye kadar karşı cins ile sağlıklı hiçbir ilişki kuramamış olan Efsun’un yıllar sonra lise aşkıyla karşılaşmasını ve aile üyelerinin verdiği direktiflerle onu evlenmeye ikna etme çabası sırasında başına gelen anlatıyor.

Prenses Kaguya Masalı

Isao Takahata’nın yönettiği ve Chloe Grace Moretz, James Caan, Mary Steenburgen ile Darren Criss’in seslendirdiği animasyon film Prenses Kaguya Masalı (The Tale of the Princess Kaguya), 13 Mart 2015’de M3 Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Bir zamanlar, bir orman köyünde yaşlı bir oduncu yaşarmış. Bu oduncunun, yaşlı karısından başka kimsesi yokmuş. Yine bir gün ormanda bambu kesmekle uğraşırken yerden bir bambunun filizlendiğini ve büyüdüğünü görmüş. Merakla bambunun yanına gidince, bambunun tomurcuklanıp açıldığını ve içinden minik bir prenses çıktığını fark etmiş.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor

Çekmeköy Underground

Aysim Türkmen’in yönettiği ve Can Sipahi, Kerem Can, Gözde Kocaoğlu, Barış Gönenen, Aslı Menaz, Onur Öztay, Hakan Ummak, Özer Arslan, Metin Göksel, Tülin Özen, Ayşe Selen ile Levend Yılmaz’ın oynadığı Çekmeköy Underground, 13 Mart 2015’de M3 Film dağıtımıyla Metropol Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Yaşadıkları mahallelerde gitgide alanları daralsa da dansları, şarkıları ve kendilerine özgü stilleriyle hayallerinin peşinde koşan, kendilerine mekânsız krallar diyen gecekondulu gençlerin hikâyesi. Filmin Türkiye prömiyeri 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde gerçekleştirilmişti.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Çekmeköy Underground yazısına devam et

Ağlatan Dans: Yılın En Hüzünlü Dansı

13 Mart’ta vizyona girecek olan Bana Adını Sor filminde, Özge Borak ve Engin Hepileri’nin hüznü ve ayrılığı anlatan Çerkes Dansı sahnesi sinemaseverlere duygu dolu anlar yaşatacak. Borak ve Hepileri, her hareketi ayrı bir anlam taşıyan, erkeğin kadına duyduğu sevgi ve saygıyı anlatan bu özel dans ile yılın en hüzünlü aşk sahnesine de imza atacak. Yıllar önce yaşanmış imkânsız ve tutkulu bir aşkı anlatan duygu yüklü Çerkes melodisi “Ağlatan Kafe” eşliğinde çekilen sahne uzun süre hafızalardan silinmeyecek. Özge Borak ve Engin Hepileri, dans sahnesi için 1 hafta boyunca prova yaptı.

İntihar: Ölümün Kısadevresi

Mısırlı mumyanın geri dönmesi mitiyle (ölümü bir ıslah yolu), Trelkovsky hastanedeki Simone Choule’un sargılı halini benzetiyor. Kilisede ölünün bozulacağı vaazına karşın mumyalama ölünün bozulmamasını sağlar. Temiz ölüm, hastaneye bu mumyalama şeklinin yansıması gibidir. İntiharı yani ölümün konforsuz yolunu hastane ıslah edebilir mi?

Roman Polanski’nin “Apartman” üçlemesinin son filmi olan “Kiracı”da (The Tenant) yine üçlemenin diğer filmlerinde de olan iyinin ve kötünün karşı karşıya gelişini izleriz. Simone Choule adındaki kadın dairesinin penceresinden apartman boşluğuna atlayarak intihar etmiştir. Ardından onun hakkında hep aynı yorumu duyarız: “Bir gece önce iyiydi” veya “Bir anlık bunalım yüzünden” vs. Yani her risk yok sayılır, hayatımız sanki hiçbir riskin geçerli olmadığı bir yermiş gibi…

Ardından Polonya’dan Fransa’ya yerleşmiş, bekar bir memur olan Trelkovsky daireyi tutmak için apartmana gider. Orada dairenin asıl kiracısının yani Choule’un intiharı anlatılır ve şu anda hastanede yatmakta olduğu söylenir. Choule ölürse daireyi kiralayabilecektir. Bunun için Trelkovsky hastaneyi ziyaret eder ve Choule’un ölüm haberini beklemeye başlar. Choule tüm bedeni sargılı halde bir çığlık atar, besbelli ki çok acı çekmektedir ve ölümü yaklaşmıştır. Birinin ölüm haberini beklemek kötü hissettirmiştir. O esnada Choule’un bir arkadaşı olan Stella’yla hastanede karşılaşır ve üzüntüsünü yatıştırmak için bir şeyler içmeyi teklif eder, ardından sinemada yakınlaşırlar. Bu yeni, güzel şeylerin başlangıcı gibi hissettirir Trelkovsky’e.

Trelkovsky Choule öldükten sonra evine yerleşerek kötü, hatta şeytani bir şey yaptığını düşünür. Kilisedeki cenaze töreninde Choule’un hastanede İsa gibi çok fazla acı çekerek öldüğünü düşünür ve kendini kiliseden dışarı atar.

İntihar düşüncesi Trelkovsky’nin kabul edemediği bir şeydir. Nihayet konforsuz bir ölüm tercihi olarak özgür insanlardan sizi ayırır ve o korkunç geri dönüş mitini işe katar. Özgür olmayan insanlar, canlanarak değil bizzat ölü halde geri dönerek bize öfkelenirler. Yani ölümün ait olmadığı bir diyara modern dünyanın içine geleneksel bir biçimde dönüşü…

Bizler yerlilerin geleneklerinin yerine bir inkar şekli olan “televizyon”u yerleştirerek (çünkü TV.de ölen biri ertesi gün ölmekten cayarak işine gidebilir) ölümü ve hayaletleri uzaklaştırmaya çalışırız, buna tahammül edebiliriz hayatımızda.

Trelkovsky’nin yaşadığı apartman bu hayaletlerin geri döndüğü ve yerleştiği bir yer. Arkadaşının apartmanı ise böyle değil. Trelkovsky’nin apartmanında ondan sürekli iyilikler beklenir, kurallara uyması şart koşulur. Karşısına bir komşusu sakat kızını çıkartarak ondan iyilik bekler. Ancak modern hayatta iyiliğin mutlak kötülük (sefalet, açlık, ölüm, sakatlık vs,) getireceği söylenerek kötülük en azından çekici kılınır ve yeryüzü cenneti böyle kurulur. Trelkovsky’nin hayatı giderek sefil ve fakirleşir ancak diğer arkadaşlarının evleri cennettir. Kapı sürekli çalınıyor, konfor neredeyse yok, hatta evde bir tuvalet bile yok! (Tuvalet koridorun öbür ucundaki ortak yer).

Filmde tuvaletin modern hayatımıza hayaletlerin geri dönüş yaptıkları bir yer olması fikri tuvalet deliğinden geri dönen “bok”a benziyor. Modernliğin sorunu “bok”tur.

Ama biri bizim için iyilik ettiyse (Choule’un hastanede acı çekerek ölmesi) bizim de “iyi” olmamız gerekebilir mi? Yani konfordan ve özgürlükten vazgeçmemiz? Ya evimizi bok basarsa? Etraftaki tüm özgür insanlar bizden bunu mu beklemektedir yoksa?

Mesela komşularımız… Bet suratlı komşular yerine Trelkovsky’nin komşusu güzel Stella olsaydı… Burada Trelkovsky şu soruyu sorar: “Bir kişi hangi noktada olduğunu bildiğini kişi olmayı bırakır?” İyi ben ve kötü ben. Geceleri Choule’un elbiselerini giyerek kadın olan ve gündüzleri kötü bir insan gibi tepkiler veren Trelkovsky. Bu esnada bir gece dişini sökerek acı çekmeyi ve kanlı ölümü simgeleştirir.

Bir insan tuvalete her daim bu kadar uzak olabilir mi, bu en başta Trelkovsky’nin sorusuydu ev sahibine. Fakat “Bir insan ölüme bu kadar uzak olabilir mi” şeklinde değişir bu soru. (İntihar düşüncesine iyice kapılan Trelkovsky tuvaletten tam karşıdaki evinin penceresine baktığında kendini görür.) Tuvaleti bir şekilde ıslah ederek evimize soktuk, ya ölümü nasıl ıslah ederiz ve evimize sokarız?

Filmin sonunda Trelkovsky penceresinden kendini iki defa atarak intihar eder ve şöyle der: “Siz temiz ölüm istemiştiniz ama ben size kanlı ölüm göstereceğim”.

Kiracı (La Locataire)
Yönetmen: Roman Polanski
Yazar: Roland Topor (roman), Gérard Brach.
Cast: Roman Polanski (Trelkovsky), Isabelle Adjani (Stella)
1976, Fransa.

(07 Mart 2015)

Oğulcan Bakiler