87. Oscar ödüllerine sayılı günler kala bahisler kızıştı. Filmlerin büyük bir çoğunluğunu izleme fırsatı buldum. Her şeyden önce söylemeyelim ki, geçtiğimiz yılın kısırlığını düşünecek olursak, bu yıl iyi filmler izleyeceğimiz bir yıl olacak gibi görünüyor. Darısı yerli sinemamızın başına… Neyse, o başlı başına tartışılması gereken bir konu. Biz dönelim Oscar heyecanına.
Bir kere herkesin ölüp bittiği, İngiliz bahis tahtalarının zirvesinde yer alan, Büyük Budapeşte Oteli beni çılgına çevirmedi. Zaten bu filmin bir ortası yok sanırım. Ya seviyor, ya terk ediyoruz. Ben terk edenlerdenim.
En iyi film Oscar’ı çoğu zaman gerçekten en iyi olması gereken filme zaten verilmiyor. O yüzden ne desek boş. Tıpkı bizim festivallerimize olduğu gibi orada da kulisler, siyasi dinamikler sözüm ona en iyiyi belirliyor. O yüzden çok da ciddiye almaya gerek yok. İşin eğlencesinin tadını çıkaralım.
Bir de diğer adaylara geçmeden, geçtiğimiz sene Yerçekimi filmine En İyi Film dahil pek çok dalda adaylığa layık gören akademi, bana göre Yerçekimi’nden çok daha başarılı bir yapım olan Yıldızlararası’nı en iyiler arasına sokamadı. İlginçtir. Soundtrack ve birkaç teknik dal ile avutma yoluna gitti.
Ve bir hayal kırıklığı daha… Yönetimi, senaryosu ve oyunculuklarıyla adeta bir sinema ve hayat dersi veren; Foxcatcher’in En İyi Film adayları içinde yer alamaması ne yaman bir çelişkidir… Üstelik yönetmeni ve oyuncuları adayken… Büyük şansızlık…
Tabii iyi şeyler de olmuyor değil, Çocukluk ve Whiplash’in En İyi Film dalında aday gösterilmesi bile heyecan verici. Bir kere, Çocukluk’un 12 yılda çekilmiş olması gibi çılgın bir durumunun söz konusu olması elbette onun Oscar’a aday olması için yeterli bir sebep değil. Anne babası erken yaşta ayrılan, sancılı bir büyüme geçiren bir çocuğun büyüme hikâyesini anlatan Çocukluk, aynı zamanda sıradan bir Amerikan gencinin de ülkede sosyolojik, ekonomik, hatta siyasi gelişmeler sonucu yaşadıklarını gözler önünde serdiği için bir o kadar politik bir film aslında. Bir filmin siyasi mesaj vermesi için ille de eline top, tüfek, silah alması gerekmiyor… Çocukluk’un da Oscar’a aday olmasındaki sırlarının bu alt metinde yattığını düşünüyorum.
Bence Oscar’ın asıl sürprizi kesinlikle Whiplash… Her ne kadar bizim eleştirmenlerimiz tarafından pek de sevilmese de, sadece bir film olarak değerlendirildiğinde, sınırları zorlayan ve çok ikna edici bir film olduğunu düşünüyorum. İzleyeli günler olmasına rağmen hâlâ aklımın bir köşesinde, etkisi sürüyor. Tabii heykelciğe ulaşması çok küçük bir ihtimal… Ama En İyi Film ödülünün Büyük Budapeşte Oteli’ne gidecek olması ihtimalini düşündükçe mideme kramplar giriyor.
Diğer yandan Özgürlük Yürüyüşü ve Keskin Nişancı da tam Amerika’nın bayıldığı hikâyeler. Ama bana göre asıl kapışma The Imitation Game ve Her Şeyin Teorisi arasında olmalı. Çünkü her iki film de klasik Oscar matematiğine çok uygun. En İyi Filmi hangisi almalı diye düşündüğümde, geç kalan bir özür ile kutsanmaya çalışılan Alan Turing’in, vatanına karşı tüm fedakârlıklarına rağmen fareler gibi deneye ve sonrasında ölüme terk edilmesi yeterli bir sebep gibi görünüyor. Diğer yandan Her Şeyin Teorisi de, çok güçlü bir başka aday. Ama ödülü En İyi Filmde değil de, erkek oyuncu da kucaklama ihtimali daha yüksek.
Erkek oyuncudan bahsetmişken, bu daldaki adaylar gerçekten çok güçlü. Ama sanki kapışma daha çok Steve Carell ve Michael Keaton arasında olacakmış gibi geliyor. Keaton’ın heykelciğe daha yakın olduğunu düşünüyorum ama Eddie Redmayne en çok hak eden kişi…
Kadın oyuncularda ise çok sağlam oyunculuğu ile güzelliğini ikinci plana atan Marion Cotillard’ın yıldızı hepsinden daha parlak benim için. Ama Oscar’ın matematiğine uymuyor ne yazık ki o yüzden, sanki bu yıl Julianne Moore’un bu özlemini dindirecek gibi geliyor akademi. Ama bana kalırsa, kariyerinde çok farklı bir rolle, ters köşe yapan Reesee Witherspoon da es geçilmemeli. Yaban’daki performansı, tek başına filmi alıp götürmesi, çok çok iyiydi. Bu hafta ülkemizde vizyona da girdi. Mutlaka görülmeli. Mümkünse tek başına, bir koltukta karanlığa gömülüp şöyle bir hayatımızı gözden geçirmek için. Adeta terapi…
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncuda Robert Duvall, Yargıç ile oyunculuk dersi veriyor adeta. J. K. Simmons ise Whiplash’de olağanüstüydü. Ama gönlüm Foxcatcher’deki rolü ile adeta bütünleşen, gözümü bile kırpmadan izlediğim Mark Ruffalo’dan yana.
Zenginin malı, züğürdün çenesini yorarmış diye boşuna dememişler, biz de her sene dış kapının dış mandalı bile olamadığımız bu şaşalı yarışmanın heyecanına kapılıp gidiyoruz böyle işte. Ama işte sinema bu yüzden evrensel… Bize ne kadar uzak dahi olsa, bu hikâyeler, oyuncular, yönetmenler bir şekilde bizim kalplerimize dokumayı başarabiliyor ve bizde onlarla birlikte bu heyecanın bir parçası oluveriyoruz. Umarım günün birinde filmlerimizle de bu şölenin bir parçası oluruz. Şimdilik hayaller Oscar, gerçekler Portakal.
(08 Şubat 2015)
Gizem Ertürk