Andrey Zvyagintsev’in Sovyet sonrası düzenle hesaplaşması devam ediyor. Bu hafta gösterime giren ‘Leviathan’ yönetmenin semboller ve metaforlarla yüklü sinemasının son görkemli örneği. Dönüş / Sürgün / Elena üçlemesi ile sinemaseverlerin gözdesi haline gelen Rus sinemacının ‘Yeni Rusya’ üzerine daha öfkeli bir politik söylem tutturduğu yeni çalışması, mikro bir olaydan yola çıkarak Putin yönetiminin yozlaşmış kurumları üzerine çarpıcı bir tanıklığa dönüşüyor.
Ülkenin en kuzeyindeki balıkçı kasabasında yaşananlar günümüz Rusya’sının çürümüş otokratik düzenine ışık tutacak cinsten. Dalgalar kıyıyı döverken fondan yükselen Philip Glass’ın ‘Akhnaten’ operasının görkemli prelüdüyle büyük bir fırtınayı haberler gibidir yönetmen. Aile yadigarı toprağı elinden alınmak istenen kasabanın yerlisinin bürokrasi ile mücadelesini izlemeye başlarız daha sonra. Kolya’nın sahildeki değerli arazisinde gözü vardır belediye başkanının. Dededen kalma mülk değerinin altında istimlâk edilecek, yaklaşan seçimler öncesinde kamunun ortaklığında karlı bir yatırımın temelleri atılacaktır. Moskova barosundan avukat arkadaşın okkalı bir yolsuzluk dosyasıyla çıkagelmiş olması dahi durdurmaz rant peşinde gözü dönmüş belediye erkanını. Bölge mahkemesinin temyiz talebininin reddine ilaveten devreye sokulan mafyatik yöntemlerle Kolya’nın haklı itirazı susturulur. Devir tüm yolsuzluklarına rağmen üstlerinin çıkarlarına hizmet eden bürokratların devridir ne de olsa. Afili kilisesinde boy gösteren bölge papazı da muktedirin destekçisi olmayı seçmiştir. Tüm olanların Tanrı’nın izniyle gerçekleştiğinin altını basa basa ifade etmek suretiyle.
Eyüp Peygamber’in ‘dürüst insanlar neden acı çeker’ sorusundan yola çıkarak günümüz Rusya’sında ahlaki yozlaşmayı cesurca irdeleyen ve Kremlin’le polemiğe girmeyi göze alan Zvygagintsev’in metaforları filminin adından başlıyor. Tevrat ve İncil’deki kötülüğü temsil eden deniz canavarının ismi olan ‘Leviathan’, İngiliz felsefecisi Thomas Hobbes’un 17. yüzyılda kaleme aldığı aynı adlı ünlü eserinde mutlak güç ve yetkilere haiz Devlet’i ifade eder. Egemenliğin gökteki Tanrı’dan alınarak yeryüzündeki insani unsurlara dayandırılması üzerine kuruludur Hobbes’un metni.
Devlet, din ve vatandaş üçlüsü arasındaki erk mücadelesine ışık tutan Zvyagintsev, önceki filmlerinde daha kapalı biçimde değindiği kilise ile hesaplaşmasını bu kez ön plana çıkarmış. Devlet bürokrasisi ile kilise’nin çıkar ortaklığını tüm ayrıntılarıyla sergilemiş. Bir sahnede umutsuzca ‘merhametli yüce Tanrı’n nerede?’ diye soruyor Kolya. Talihsiz bir aşk üçgeniyle iyice dağılmış adamı, karısı ve avukat arkadaşıyla birlikte denizde batmış üç kayıkla betimlerken, büyümüş ve çürümüş Devlet’i öykünün geçtiği kuzey kıyılarına vurmuş dev balina iskeleti aracılığıyla görselleştiriyor, hafızalarımıza kazıyor yönetmen.
Devletin otoritesini kullanarak bireyler üzerinde tahakküm kurması, menfaat tiranlıkları oluşturması, yaşama ve mülkiyet hakkını gasp etmesi ise günümüzde yalnızca Rusya’nın sorunu değil kuşkusuz. Andrey Zvyagintsev’in yoz bir bürokratın arazisini ele geçirmeye uğraştığı otomobil tamircisinin başına gelenlerle işaret ettikleri, ülkemizde yaşanmakta olan ahlâki ve hukuki çöküntüyle paralellik kurduracak cinsten. Bu karanlık dönemden gün ışığına çıkabilmek için bizlerin de Hazreti Eyüp gibi uzun yıllar sabretmesi gerekmeyecektir umarım.
(16 Ocak 2015)
Ferhan Baran
[email protected]