Christian Marclay / The Clock

24 saat boyunca kesintisiz devam eden film, aslında adıyla da ironi içindedir. “Zaman” kavramının bütün bir film boyunca ele alınıldığı düşünüldüğünde, gerçekte asla sonlanmayan bir iş ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. Topluma dayatılan programlanmış ve sürekli işleyen “saat” sisteminin insanların hayatında belli başlangıçlar ve sonlandırmalar içerdiği algılanıyor. Ancak bilinçaltında yatan ve 24 saat dolduğunda bir şeylerin sona ermesi gerektiğine inanan kişi, zamanın aksine yeniden ve yeniden sürdüğü ve sadece belirli sayıların bu olguyu adlandırmaktan öte geçemediğini bize aktarıyor. “Saat” veya “zaman” kavramının, sinema’nın içine girdiğimizde bitmek bilmeyen ve aslında her şeyin yeniden başladığını söyleyen kurgusal bir anlatı olduğunu görüyoruz. The Clock, zamanı işlerken bir yandan da “gerçek” zaman sistemiyle oynayan bir iştir.

Sanatçı

Christian Marclay, İsviçreli görsel sanatçı ve bestecidir. Heykel, yerleştirme ve performans sanatçısıdır. Çocukluğundan beri müziğe ilgisi olan ve müzikle ilgilenen bir kişidir. Marclay’in
çalışmaları ses, gürültü, fotoğraf, video ve film üzerinedir. Aynı zamanda ses kolajları oluşturmak için sıklıkla müzik aletleri olarak gramofon kayıtları ve plak çalarları kullanır. Christian Marclay, ses üzerine yoğunlaşmış işler yapmıştır. John Zorn, Elliott Sharp, Fred Frith gibi müzisyenlerle çalışmış ve kışkırtıcı müzikleri kendine has teknikler kullanarak yeniden yorumlamıştır.

İş

The Clock, gerçek zamanla senkronize edilmiş ve birbiriyle bağımsız olan filmlerin “zaman” kavramı ele alınarak yeniden kurgulanmış halini gösterime sunmaktadır. 24 saat boyunca süren film, konuları yeniden tekrarlayarak izleyici üzerinde bitmek bilmeyen “aldatıcı bir imge” yaratır.

İş Nasıl Maddeleştirilmiş?

İşin maddeleştirilmesi “video” ile gerçekleştirilmiştir. Tekniğinde ise “tarih-toplum-hafıza” kullanılmıştır. İşte, birbirinden bağımsız filmlerin “zaman” kavramını ele alarak yeniden kurgulanma işlemi yapılır. Eski veya yeni olarak harmanlanmış filmlerin tarihsel süreçleri ve toplumun bu süreçlere uyma ilişkileri 24 saat süren bir videoyla, sergi salonlarında “sinema ortamı” yaratılarak sergilenmektedir.

Kavramsallaştırma

Kavramsallaştırma bu işte, zaman ve tarihsel sürecin nasıl işlediği üzerine kuruludur. Christian Marclay temelde, “tarih-toplum-hafıza” üzerinden işini 24 saat süren ve güncel hayatın aslında tamamen belirli saat aralıklarına bağlı kalarak yürüdüğünü anlatmaya çalışmaktadır.

Performansla İlgili Yorum

Toplum, mutlaka bir şeyleri başlatmak veya sonuçlandırmak için belirli zaman dilimlerine ihtiyaç duyar. Bu durum güncel hayatta sistematik ve “dakik” bir şekilde ilerlemektedir. Hayat, zamanla eşdeğerdir. İnsanların bir yere yetişebilmek için “zamanı” kollaması veya birini öldürebilmek için “saatini” beklemesi kabullenilmiş bir sistemdir. Toplum, tüm bu koşulları yerine getirebilmek için çaba sarf ederken aslında bir yandan da bu sisteme sorgusuzca ayak uyduruyor. Saat 5 olunca bir kişinin mesaisinin bitmesi ve hayatını bu düzene göre kurgulaması, The Clock işinin de güncel hayatla senkronize edilerek “sinema perdesi” üzerinde aynı doğrultuyu taklit etmesi ciddi bir çelişki yaratıyor.

Günümüzdeki ve geçmişteki filmler birbiriyle ilişki içine geçirilmeye çalışılmış. Buradaki amaç ise, geçmiş ve şimdiki zamanda yaşananların değişmediği ve süregelen zaman diliminin hala “24 saat” olduğunu anlatmaya çalışmasıdır. Aynı zamanda tüm dünya’nın ve tabii ki “tüm dünya sinemasının”, konuları ne kadar farklı açıdan anlatılmaya çalışılsa da, temelde değişen ve gelişen
zaman diliminde aktarılmak istenen, yaşanılan her şeyin sıradan ve değişmez bir senaryodan ibaret olduğudur. Günümüzde çekilmiş olan bir filmin, geçmişteki herhangi bir kült film ile bağlanması da buna en basit örnektir. Zaten güncel hayatta uyulmaya çalışılan “saat” kavramına en iyi örnekte “sinema” sektörüdür. Hem çekim aşamasında, hem de kurgu aşamasında her şeyin zaman üzerinden ilerlemesi ve hemen hemen her filmde “saat sahnesinin” mutlaka yer alması, The Clock işinin kendini rahatlıkla izleyiciye aktarmasını sağlar.

Aynı zamanda bir film izlenmeden önce mutlaka süresine bakılır, sinopsisi okunur veya fragmanı izlenir. Tabii ki bir de sonuçlanması beklenir. Toplumda alışılagelen sonuçlanma arzusu bu işte izleyiciye, hiçbir şekilde o arzuyu tattırmıyor. İzleyici, farklı bir biçimde yansıtılan “kendi hayatını” sinema perdesinde bulduğunda ise, fragman veya sinopsisin bu duruma aykırı bir şey olduğunu anlıyor.

(25 Ocak 2015)

Nihan Boyar