Üzerinde dumanı tüten yanmış otların görüntüsüyle açılıyor ‘Kış Uykusu’. Peribacalarının çevrelediği bozkırın ortasında yapayalnız ‘Aydın’ı görüyoruz daha sonra. Nuri Bilge Ceylan’ın bir önceki başeseri ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’nın Kırıkkale bozkırından çok farklıdır buraları. Kış ortasında turisti, macera peşindeki krosçu konukları eksik olmayan kar altında beyaz bir şatoyu andıran Othello adını verdiği oteli işletiyor eski tiyatrocu Aydın. Otel dışında babadan kalma mülkleri ile kendi krallığını kurmuştur Kapadokya’da. Küçük krallığının kibirli, alaycı, bencil hükümdarı olmaktan hoşnut, ‘Bozkırın Sesi’ isimli yerel gazete için köşe yazıları hazırlar. Anadolu kasabalarındaki estetik yoksunluklar ya da maneviyat üzerine ahkâm keser makalelerinde. Bir yandan da Türk Tiyatrosu Tarihi başlıklı kitabının ön hazırlıklarıyla uğraşır. Tüm kibrine rağmen yazıları beğenilsin, takdir edilsin ister. Olgunlaşma enstitülü genç bir öğretmen kızın övgü dolu okur mektubu onu heyecanlandırmaya yeter. Soğuk ve karlar altına gizlenmiş bu münzevi hayat dışarıdan görüldüğü gibi huzurlu değildir oysa. Kendinden genç karısı Nihal ile ilişkileri mesafelidir. Eşinden ayrıldıktan sonra baba ocağına dönen kız kardeş Necla’nın mutsuzluğu iklimin sertliğiyle uyum içindedir. Othello Oteli sakinlerinin gecikmiş hesaplaşmaları, birikmiş borcunu epeyce geciktirdiği için icraya verilmiş bir kiracının öfkeli küçük oğlunun attığı taşla tetiklenir.
Kış Uykusu’nun yönetmen ve eşi Ebru Ceylan’ın ortaklaşa kaleme aldıkları hacimli senaryosu, Ceylan’ın bir önceki çalışması gibi Çehov öykülerinden ve yazarın son döneminin oyun karakterlerinden esinlenmiş. Usta oyuncu yazar Ercan Kesal’ın kişisel anıları ve tıp doktorluğu birikiminden büyük ölçüde destek almış güçlü metniyle Orta Anadolu bozkırında bir cinayetin izini süren ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’, klâsik polisiyenin normlarını ters yüz ederek geniş bir karakter analizine girişmiş, doktoru, savcısı, polisi, inzibatı, muhtarıyla kasaba eşrafı ve bürokrasisinin kalbine neşter atarken finaldeki unutulmaz metaforla çağdaş toplumumuzun vicdanını otopsiye yatırmıştı.
Ceylan’ın ’Kış Uykusu’ndaki ağırlıklı seçimi bu defa varlıklı küçük burjuva karakterler. Ülkemiz aydınlarını temsil eden entelektüel Aydın, ‘Üç Kızkardeş’in ağabey Andrey’i gibi hayallerini gerçekleştirememiş, kız kardeşi ve çevresindekilerin yüksek beklentilerini karşılayamamıştır. Mutsuz kız kardeşin eleştiri okları dayanılacak gibi değildir. Aydın’ı korkaklıkla, risk almamakla suçlar. Şiirsellik adı altında vıcık vıcık duygusallıktan fazlası değildir yazdıkları. Herkesin kabul ettiği değerleri yücelterek kendini beğendirme kaygısı taşıdığını haykırır yüzüne.
Nihal de alacaktır eleştirilerden payını. Aydın’dan kopacak ne cesareti vardır, ne de gidecek daha iyi bir yeri. Tutsak edilmiş yılkı atı olmayı gönüllü kabullenmiştir Nihal. Genç kadının yardımseverlik tutkusunu, hayatı boyunca hiç çalışmamış bir insanın tesellisi, mânâsızca bir debelenme olarak değerlendirir sinik kız kardeş. Nitekim gururlu maden işçisinin (kısa bir rolde çok başarılı Nejat İşler) beklemediği davranışı tokat gibi çarpacaktır Nihal’in yüzüne.
Acı çekmemek için kendini kandırmayı tercih eden, vicdan, ahlâk, ilkeli olmak sözlerini ağzından düşürmeyen, buna karşılık kader olarak kabul ettiği çevresindeki yoksulluğa kibirle yüz çeviren küçük burjuvaların hesaplaşmalarını aralıksız diyaloglar halinde anlatıyor, üç saati aşkın sürenin büyük bir bölümünü kapalı mekânlarda geçen uzun tartışmaların emrine sunmaktan çekinmiyor Ceylan. Çehov, Dostoyevski, Shakespeare, Voltaire alıntılarının kullanıldığı, tiyatro ve edebi lezzet taşıyan uzun diyaloglarla yüklü üç küsur saatin nasıl geçtiğinin hissedilmemesi kuşkusuz üstün bir yönetmenlik becerisi. Başta Haluk Bilginer ve Demet Akbağ olmak üzere tiyatromuzun saygın isimlerinden oluşan güçlü oyuncu kadrosu bu cesaretin karşılığını veriyor ve uzun sorgulama sekansları filmin gerilimini düşürmüyor.
‘Kış Uykusu’ adaletsiz sınıf ilişkileri üzerine, babasının icra memurlarınca tartaklanmasına şahit olmuş çocuğun öfkeli buz gibi bakışlarını ustaca kullanan gözlemler taşıyor. Büyüyünce polis olmak istiyor küçük çocuk. Yoksun çocukluğunun ve ailesinin değişmez kaderinin ancak iktidarın ve gücün yanında olmaktan geçtiğinin farkında. Yoksul yığınların polis çocuklarını iktidarını korumak için kullanmayı seçmiş, onları destan kahramanı ilân eden yöneticilerin ülkesinde Ceylan’ın bu politik referansı son derece yerinde.
Ceylan’ın değişmez görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin emeğini taşıyan kusursuz sinematografisi de eksik değil bu güzel filmde. Kapadokya’nın masalsı güzelliğinden, peribacalarına oyulmuş mekânlarda üşüyen ruhları ısıtamayan alevlerin ışık oyunlarından ustaca yararlanıyor yönetmen. Filmlerinde genellikle müzik kullanmadığı halde, bu defa Schubert’in (La majör, D. 959 Piyano Sonatı II. Bölüm Andantino) lirik ezgisiyle ısıtmaya çalışıyor ayazda kalmış yürekleri. Hem de eserin kusursuz icralarından virtüöz Alfred Brendel’in yorumuyla.
(12 Haziran 2014)
Ferhan Baran