Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında gösterime girdiği ABD’de büyük ilgiyle karşılanmış olan ‘Başkanların Hizmetkârı / The Butler’, tam 34 yıl ABD başkanlarına hizmet etmiş ve baş kâhya konumuna yükselmiş siyahi Eugene Allen’ın gerçek yaşamından esinlenmiş kurmaca bir hikâyeyi, ırkçılığa karşı mücadelenin tarihine tanıklık ederek anlatıyor.
Filmin siyahi yönetmeni Lee Daniels’ı 2009 yılı Oscar mevsiminde hayli ses getirmiş, kadın oyuncusu Mo’nique ile senaryosu Akademi ödülüne layık görülen ikinci uzun metrajı ‘Acı Bir Hayat Öyküsü / Precious’ ile tanımış ve sevmiştik. Bu yürek burkan şehir hikâyesinin ardından, 1969 yazında tarım işçilerinin hak arayışları ve siyahların sivil haklar mücadelesiyle çalkalanan New Orleans topraklarına uzandığı, geçtiğimiz yılın Cannes Şenliği’nin yarışmalı ana seçkisinde yer almış ‘Gazeteci Çocuk / The Paperboy’ geldi.
Daniels’ın başkan Obama’yı ağlatan film olarak da bilinen bu yeni çalışması, Beyaz Saray’ın ilk siyahi liderinin huzuruna çıkmak için bekleyen emekli kâhya Cecil Gaines’in görüntüsüyle açılıyor. Fonda yankılanan Schumann’ın La minör op.54 piyano konçertosunun ezgileri eşliğinde geçmişe dönüyor yaşlı adam ve kendi ağzından zorlu yaşam öyküsünü izlemeye başlıyoruz.
Amerikan İç Savaşı sonunda güneyli siyah ırkın kazandığı haklar kısa süre içinde geri alınmıştır. 1926 yılının Macon, Georgia’sında annesine tecavüz edilen küçük Cecil’in babası pamuk tarlasında gözleri önünde katledilir. Küçücük bir rolde Vanessa Redgrave’in canlandırdığı çiftliğin büyük hanımı tarafından ev hizmetlerinde yetiştirilir Cecil Gaines. Burada öğrenir bir ‘ev zencisi’nin nasıl davranması gerektiğini. Hizmet ederken sesi çıkmayacak, nefesi bile duyulmayacaktır.
Biraz büyüdüğünde çiftliği terk ederek kuzeye giden genç adam, Washington D. C.’nin lüks Excelsior Oteli’nde yetişir. Afrikalı Amerikalıların iki yüzü olması gerektiğini burada öğrenir ustasından. Biri kendi yüzü, diğeri beyazlara kendini güvende hissetirecek sessiz ifadesiz ikinci yüzüdür tarif edilen. Otelde sunduğu hizmet bir Beyaz Saray görevlisinin dikkatini çekince, devletin üst makamındaki uzun hizmet yılları başlar. Burada, kaynaklarda sekiz olarak geçen, ancak benim saydığım kadarıyla yedi başkana hizmet eder. Afrika kökenli Amerikalıların çoğunluğunu simgeler biçimde apolitik kalmayı tercih eder Cecil. Ancak Güney’de baskı ve zulüm sürerken büyük oğlu Louis’nin temsil ettiği genç kuşak sessiz kalmaya niyetli değildir. Martin Luther King ile başlayan, daha sonra Malcolm X ve Kara Panterler örgütüyle devam eden politik aktivist mücadelesinin ardından siyasete atılacaktır Louis.
‘Başkanların Hizmetkârı’nın kişisel bir öyküden yola çıkarak, siyah ırkın uzun ve çileli politik mücadelesine tanıklık edişi biraz yüzeysel kalmış belki. Ancak, Afrikalı Amerikalıların kuşak çatışmasını, baba ile oğulun özgürlük anlayışlarındaki farklılığın altını çizerek anlatması önemli. Cecil Gaines’in evi ile işyeri arasında bölünmüş dünyası ve farklı iki yüzünün renk düzenlemeleriyle ayrıştırılması da ilginç. Yine, Beyaz Saray’daki bir davet seremonisi ile güneyde Nashville’de siyah gençlerin ayrımcılığını protesto eden restoran eyleminin koşut kurguyla verildiği bölüm gayet başarılı.
20. yüzyıl Sivil Haklar tarihinin anılarını tazelerken gerçek belgelerden, röportajlardan da yararlanıyor Daniels. Cecil Gaines’i Amerikan sinemasının en önemli oyuncularından Forest Whitaker, karısı Gloria’yı yine ABD’nin çok tutmuş televizyon programlarıyla ünlü Oprah Winfrey canlandırıyor. Bu arada Beyaz Saray’dan geçen başkanlara küçük dokunuşlarla, aralarında Robin Williams, Liev Schreiber, Alan Rickman, John Cusack, James Marsden gibi eski ve yeni kuşaktan tanınmış oyuncular hayat veriyor. Genç kuşağın yükselen oyuncularından David Oyelowo’yu oğul Louis rolünde izlediğimiz yapımda, bir dönemin politik aktivist oyuncusu Jane Fonda, yıllar sonra Nancy Reagan kompozisyonuyla kısa süreliğine de olsa perdede gözüküyor.
(05 Haziran 2014)
Ferhan Baran