Turkuaz AVM Salonları, Artos AVM Salonları, 10 – 16 Ocak 2014 seansları için tıklayınız.
Günlük arşivler: 16 Ocak 2014
Şeytana Tapanlar Bebeği İsterken
Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett’in ortak yönettikleri “Şeytanın Günü”, insana Polanski’den tüm paranormal filmlere her şeyi düşündürtüyor.
Genç çift, Zach ve Samantha, New Orleans’ta kilisede evleniyor. Orkestranın çaldığı, Elvis Presley’in “Love Me Tender” şarkısı eşliğinde dans ettikten sonra balayı için Karayipler’deki Dominik Cumhuriyeti’ne uçuyorlarlar. Bu balayı onların hayatını baştan sona da değiştiriyor. Gündüzleri cennetten bir köşe gibi görünen şehir, geceleri karanlık dar sokaklarıyla kasvet sunuyor perdeden. Samantha’nın geçmişini kimse bilmiyor. Zach, üniversitede âşık olduğu güzel Samantha’yla hayatını gecikmeden birleştirmek istemiş. Mutluluk içinde Karayipler’de balayının tadını çıkartan genç çifti bir falcı kadın mutsuz ediyor. Kadının mırıldandıkları bu hikâyenin ipuçlarını sunuyor seyircilere. Bir taksiye bindiklerinde de kaderleri çizilmiş oluyor ikisinin de. Film, İncil’in Yohanna (John) ayetiyle açılıyor. Deccalin dünyaya geleceğini söylüyor bu ayet. Sonra kamera, elleri kanlar içinde Zach’ın polis sorgusunda gösteriyor. Yaşadıklarına hiçbir anlam veremeyen Zach, cinayetle suçlanıyor. İfadesi de kamerayla kaydediliyor. Ardından da film, Zach ve Samantha’nın kaderlerinin peşine takılarak o ana kadar ne olduğunu gösteriyor seyircilere.
Kamera her yerde…
Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett ikilisinin ortak yönettikleri 2014 yapımı “Devil’s Due-Şeytanın Günü” filminin içinde dolaşırken, bir ara aklınıza Roman Polanski’nin 1968 yapımı “Rosemary’s Baby-Şeytanın Bebeği” filmi düşüyor. İkili, fikir olarak ustanın filminden ilham alsalar da, asıl gittikleri yol, günümüzde popüler olan “Paranormal Activity” korku filmlerinin estetiği. Zach, geçmişte tıpkı babası gibi her şeyi kamerayla kaydediyor. Öyle ki, asıl kamera, yani yönetmenlerin kamerasını kaybediyorsunuz filmin içinde dolaşırken. Bu da yetmiyor, çiftin New Orleans’taki mutluluk yuvalarında da her yere yerleştirilmiş güvenlik kameraları da fark ediliyor. Bu güvenlik kameralarının anlamını geniş final bölümünde öğreniyorsunuz.
Genç çift balayından evlerine, New Orleans’a döndüklerinde Samantha hamile olduğunu fark ediyor. Hamile kalmamak için haplar kullanmış Samantha’nın karnı büyümeye, içinde deccal (antichrist) büyümeye başlıyor. Deccal karnın içinde büyürken Samantha’nın doğaüstü güçleri de çoğalmaya başlıyor. Vejeteryan olan Samantha, etleri de hayvani içgüdüyle yemeye başlıyor. Markette et reyonunun önünde duran Samantha, kuzu etlerini çiğ çiğ midesine indiriyor insanların şaşkın bakışlarıyla önce. Sonra da ormandaki geyikleri yemeye başlıyor doymak bilmez iştahıyla. Bir şey dikkatimizi çekti. Samantha’nın domuz eti yediğini pek fark etmedik. Buna bir anlam yüklemeli miyiz? Zach, karısındaki dönüşümlerin farkına varıyor yavaş da olsa. Kilisedeki törende Peder Thomas ölümden döndüğü sırada. O anda, Samantha’nın içinde büyüyen deccal kilisede olduğu için çıldırıyordu belki de. Peder Thomas, deccale tapan tarikatten bahsediyor Zach’e yattığı hastanede. Karısının içinde büyüyen deccal olduğunu öğrenen Zach, her şeye geç kalıyor aslında. Bütün suçlar da üzerine kalıyor sonda. Çünkü kamerayla kaydettiği her şey siliniyor. Tıpkı bellekten silinir gibi. Filmin içinde dolaşırken, kameraların kaotik görüntüleriyle kayboluyorsunuz gerçek anlamıyla. Bir özel an var bu filmde. Samantha’nın ormanda çiğ çiğ geyik eti yediğine tanık olan olan gençler bu görüntü karşısında şaşırırken, Samantha, elinde kamerası olan bir genci doğaüstü gücüyle havaya fırlattığında seyirci de kamerayla beraber yukarı çıkıyor ve hızla yere çakılıyor. Bu an gerçekten insanda adrenalin yükselmesine neden oluyor. Buna karşın korkuyla yerinizden pek fırlamıyorsunuz bu filmde. Senaryo biraz daha işlenebilirmiş. Ama, Paris’teki son sahnede yükselen gerilimi de hatırlatalım. İnsan gerçekten umutsuzluğa düşüyordu bu son sahnede. Yönetmenlerin bu korku filmi, blues ve cazın topraklarında geçmesine rağmen bir bukle de olsa caz tınısı duyamadık maalesef. Tek teselliyse Elvis Presley’in şarkısıydı. Hepimizin şefkatli sevgiye ihtiyacı var çünkü.
(23 Ocak 2014)
Ali Erden