Filmin adını “…..” içinde yazdım. Ne afişte böyle, ne jenerikte ama böyle olması gerektiğine inanıyorum. Hem buradaki “hala” babanın kız kardeşi olan hala değil, onun için böyle yazılması gerekli. Bir, “bir söylem” olduğu için, iki “hala”nın hala’lıktan farklı bir şeyi ifade ettiği için. (Tüm bunları, filmi görenler daha iyi anlar, bu filmin görülmesi için bir gereklilik değil ama çocuk gelin-ler için bir dönüm noktası olabilir.)
Film, Yeşilçam (giderek dünya) sinemasının çok kullandığı paralel bir anlatımda gelişir. Aslında buradaki anlatıma paralel demek pek doğru değil, çünkü paralel anlatılan öyküler (aynı boyutta değiller) farklı şekilde seyrediyor (gelişiyor) ve çıkış noktaları bir. Hatta bir üçüncü öykü de zaman zaman eşlik ediyor. Paralel dediğimiz öyküler, daha çocuk yaşlarda evlendirilmek istenilen kızlar iken, üçüncü öykünün, aykırı boyutu, akraba evliliği sonucu olan bir çocuğun ileri yaşlarda (ama çocukluğu bitmeden) baş gösteren hastalığı…
Çocuk yaşlarda evlendirilmeye (tabii ki kızlar) çalışılanlar, gösterdikleri tepkiler ile aile içinde, asi olurlarken, bu asilikleri, toplumun töre denen sert duvarlarına çarpıyorlar. Olaylar Barış Harekâtından sonra kurulan Kıbrıs Türk Cumhuriyetine Anayurttan (Diyarbakır) götürülüp yerleştirilen bir topluluk içinde geçiyor. Çok yakından geçen bir sınır, sınırın öte yakasında Kıbrıs’ın diğer halkı (Rumlar)…
Olay bu fonda geçerken, kendi içindeki dram bakımından özelliğini kaybetmiyorsa da, farklı bir boyut daha kazanıyor. Verilen bilgiye göre, gerçek bir olaydan hareketle yazılmış bir senaryoya dayanan bu ikinci filminde Erhan Kozan sinemamızda, hep büyümüşte küçülmüş, boyundan büyük lâflar eden çocuk yıldızlardan (!) -yaşça- biraz daha büyük ama hâlâ çocuk kızların gelin edilmek (bu işin gösteri tarafı) istenilmelerini anlatırken, kızları çocuk-lukla genç kız-lık arasına koyayarak, kızlardan birnin küçük kardeşinin, bir şeyler sezinleyip, anlamadığı için nedenini sorması ile yaşının çocuğu olarak ele alırken, -evliliğe itilen- diğer kızları da isyan (ve kabulleri) ile doğal yaşlarının kişileri olarak ele alıyor.
Bu bakımdan Kozan’ın kahramanlarını, Yeşilçam’ın klâsik çocuk kavramının dışına taşıdığını, genç kızlığın eşiğinde kişiler olarak ele aldığını belirtelim. Babalar ise kızlarını hiç bir zaman bir kişi olarak görmüyorlar. Kızını okuldan almak için doktordan, kızının psikolojik bakımdan dengesiz biri, evde tutulması gerekli biri olduğuna dair rapor alan baba, bu raporu okula verirken, raporun kabul edilmemesi üzerine -hazırlıklı olmalı ki- hemen verdiği rüşvet (bağış?) ile raporun kabulünü sağlıyor. Bunlara dayanamayan, isyan eden (karşı çıkan) karısına (kızının anasına) tabanca çekip ikisini de öldürme tehdidi yapıyor. (Kendisini çok haklı gördüğü bu konuda, olayın tanığı olan köy halkının ses çıkarmaması bir yana, haklılığının aksini bir an için düşünmüyor, düşünemezde, düşünebileceği en ufak bir nasyonu yok.)
Kızın, kaçarak Rum kesimine geçmesi ise evlendirileceği “nişanlısı” tarafından iğfal edilmesi ile oluyor. Rum kesimi, tüm direnişine rağmen kızı Türk kesimine iade edecek, siyasal pozisyonlar (kızın küçüklüğü de) bunu gerekli kılmaktadır. Yine de Türk kesimi sorumlusu subayın olayı adalete intikal ettirmesi sonucu mahkûm olan (anti) kahramanlar, Kıbrıs’ta yargılanmalarına rağmen, Türkiye’deki infaz sisteminden faydalanarak kısa sürede tahliye edileceklerdir.
Anne, eve dönüşünde kızını yıkarken, hem ağlar hem -mani olamadığı için- özür diler ama kız’ın bir noktaya takılmış bakışlarını hiç bir özür değiştiremeyecektir.
Filmlerin sonuna, son yazmamalı, bazı filmler (yoksa anlattıkları öyküler mi) sonlandıkları (sanılan) yerden başlarlar.
(21 Ocak 2014)
Orhan Ünser