Siz hiç çöplerden yiyecek artıkları toplayıp karnınızı doyurdunuz mu?
Hiç çorba parasına adamların altına yattınız mı?
Sokaklarda aç kalıp dilendiniz mi?
Renginizden, cinsel yöneliminizden, ayrıksı dış görünüşünüzden dolayı şiddete uğradınız mı?
Gece ayazda hayatınızı riske atıp yol kenarlarında fuhuş yaptınız mı?
Hiç karakollarda copların tadına baktınız mı?
Bakmayın, gazete köşelerinde keyif çatan yazarların insan hakları vurgularına… Bir davet, gala, konser çıkışı yanlarına sokak çocukları yanaştığında oradan hızla uzaklaşırlar. Toplumun en dibine itilmiş ve sadece yaşamaya devam edebilmek için çırpınan, sokaklarda sürünüp bir umut ışığı arayan insanlara, gazetecilerimizin / sanatçılarımızın ilgisi hep sınırlı kalmıştır.
Tüm eksikliklerine karşın iyi ki bir “Ağır Roman” sinema filmi olarak çekildi… 9 Kasım’da yitirdiğimiz Savaş Ay, 1990’lara “A Takımı” ile iyi ki damga vurdu. Ve iyi ki, Elfe Uluç (her ikisi de aramızdan ayrılmış olan, Türkiye’nin en iyi birkaç öykü yazarlarından Sevim Burak ile ressam Ömer Uluç’un kızları) “Aziz Ayşe”yi çekti… Çünkü alt sınıfların nefes alıp verdikleri son yer olan Tarlabaşı, parça parça yok ediliyor. Yerine ‘her türden’ kapitalistin para basacağı yapıların olduğu bir ruhsuz bölge oluşturuluyor.
Tarlabaşı’na dair görsel hafızamıza katkı niteliğinde belgeler daha fazla olmalıydı kuşkusuz. Fakat bunun için orada yaşamaya çalışan insanların içine sızan, onlardan biri gibi davranan, onlar gibi kokan gazeteciler ve sanatçılar pek çıkmadı. ‘Savaş Abi’, 90’larda, gece-gündüz o sokaklarda rastladığımız ve keşlerin, eşcinsellerin, seks işçilerinin, ayyaşların, trans kadınların, hayranı olduğu Çingenelerin de çok zengin öykülere sahip olduğunu gündeme getiren tek televizyon programcısıydı. ‘Korkunç sansür organizasyonu’ RTÜK’ün olmadığı dönemde stüdyosunu onlara açmış, dramatik hikâyelerini ekranlarda paylaşmalarını sağlamıştı. Hiç kimse bu insanlara onun gibi yaklaşamamıştı; Savaş Ay’ın yaydığı güven benzersizdi.
Elfe Uluç ise, ‘doku drama’ olarak çektiği “Aziz Ayşe”de, besin zincirinin en altında yer alan ve gençlik yıllarını geride bırakmış, travestimsi bir çöp toplayıcısının insani özüne ulaşmaya çalışmış. Bunu yaklaşık 5 yıllık bir zamanda ve Tarlabaşı’nın ara sokaklarını belgeleyerek gerçekleştirmiş. Asıl adı Melikşah Yardımcı olan Aziz Ayşe’nin belgeselini çekmek için onunla birlikte bu ‘çöp dünyanın’ içine giren genç kadın Elif’i ise, karakterinin tekâmülündeki yükselişine seyirciyi inandıran Feride Çetin oynamış (mükemmel seçim).
Peki, “Aziz Ayşe”, biz ikiyüzlülere ne söylüyor: “İlk Taşı en günahsızımızın atmasını mı?”… İnsan suretinde hırs ve açgözlülükle dolaşmanın kolay, ancak gerçekte insan olmanın / hissetmenin zor olduğunu mu? Çöplerden beslenmenin, harabede yaşamanın, kötü görünmenin, sınırları çizilmiş ahlâk normlarının dışında davranmanın, evet, bunların hiç birinin iyi bir yüreğe sahip olmaya engel olmadığını mı, olamadığını mı? Kendisi muhtaç durumdayken eline geçen paraları yardım için harcamanın asıl erdem olduğunu mu?
“Aziz Ayşe”, yukarıdaki soruların hepsine dair bir film: Bazı teknik yetersizlikleri olabilir ama insan kalbine dokunma anlamında, çoğu kibirli filmi ezer geçer. Bu Tarlabaşı’nın ruhu üzerine de bir film. Metin Kaçan’ların; kötü lokantaların masalarında, berbat barların kuytu köşelerinde ruhu üşümüşlerin; Savaş Ay’ların; ispirto içip kafa bulmaya çalışanların; Dolapdere tamirhanelerindeki bıyıkları yeni terleyen çırakların; sidik kokulu sokaklarda ‘koli kesen’ lubunyaların…
Yürekli bir sinemacı Elfe Uluç’a bravo.
Huzur içinde yat Savaş Ay.
Not: Elfe Uluç’un şu görüşlerine de yer vermek istiyorum: “Ben bu proje üzerinde 2005’ten beri uğraşırken, Tarlabaşı ve Ayşe’nin, Fellini’nin ‘Ginger ve Fred’ filminde yaşlanan figüran oyuncuları gibi yavaş yavaş çöküşlerine ve silinişlerine şahit oldum. Ayşe ilk gördüğümde ve filmini çekmek istediğimde 52 yaşındaydı ama Tarlabaşı’nda bir yıl, 3 yıl gibi yaşanıyor. Filmi bitirene dek genç bir insan yaşlı bir insana dönüştü. Tarlabaşı da yıkıldı, evi de yıkıldı. Bu bir hayatta kalma savaşının hikâyesi oldu. Filmin kendi prodüksiyon macerası da öyle.”
(10 Kasım 2013)
Ali Ulvi Uyanık