Derek Cianfrance’in son çalışması ‘Babadan Oğula / The Place Beyond The Pines’, 32. İstanbul Film Festivali’ndeki ilk gösteriminin ardından bu hafta sinemalarda. Amerikan bağımsız sinemasının günümüzdeki en önemli isimlerinden biri olarak kabul ettiğim Cianfrance ile tanışmamız üç yıl öncesine rastlar. Bizde ‘Aşk ve Küller’ adıyla gösterime girmiş bir önceki çalışması ‘Blue Valentine’, 2010 yılının en kayda değer filmlerinden biridir. Şimdiden klâsikleşmeye namzet bu unutulmaz film, kendilerinin bile farkında olmadığı tükenmiş bir evliliği sürdüren çiftin ayrılık hikâyesini, flashback (geriye dönüş) tekniğini ustaca kullanarak aktarır. Yönetmenin ilk filmi değildir ‘Blue Valentine’. Sinemacılık eğitimi aldığı öğrencilik yıllarından ilk denemeleri övgüyle karşılanmış, henüz 23 yaşındayken çektiği 1998 yapımı ‘Brother Tied’, ilk kez görücüye çıktığı Sundance Film Festivali’nde bağımsız sinemanın gelmiş geçmiş en heyecan verici ilk filmlerinden biri olarak alkışlanmıştır. Benzersiz başrol oyuncuları Ryan Gosling ve Michelle Williams’ın maddi manevi katkılarıyla (her ikisi de filmin yürütücü yapımcıları arasındadır) kotarılmış ‘Blue Valentine’ın ardından merakla beklenen yeni filminde yine gözde oyuncusu -Gezi Parkı direnişini sosyal ağ yoluyla ilk günden desteklemiş- Gosling ile çalışmış Derek Cianfrance. (Teşekkürler ‘Ryan’ diyelim, yazımıza devam edelim.)
‘Babadan Oğula’ New York eyaletine bağlı küçük bir yerleşim bölgesi olan Schenectady’yi mekân almış. Bölgeye asıl sahipleri Mohawk’lar tarafından konmuş bir isim bu. Ve filme özgün adını veren ‘çam ağaçlarının ötesindeki yer’ anlamına geliyor. Yönetmen bu zorla gaspedilmiş topraklarda iki kuşak baba oğulun Yunan tragedyalarını andıran pişmanlık ve intikam hikâyesini anlatıyor bu kez. 17 yıla yayılmış uzun bir hikâye bu. Öykü ve senaryo özgün, ilk akla geldiği gibi hacimli bir roman uyarlaması değil izlediğimiz.
‘Blue Valentine’da bir aşkın doğuş ve tükeniş öyküsünü neredeyse bir belgeselci titizliğiyle yorumlamış olan Cianfrance, bu defa çok katmanlı bir suç hikâyesine soyunmuş. Uzaktan bakıldığında huzurlu görünen topraklarda, farklı sınıflardan iki babanın trajik çatışmasının, babaların günahını miras olarak taşıyan bir sonraki kuşağın hikâyesini anlatırken, hırsızlar ve polislerin, kahramanlar ve kötü adamların belirsizleştiği, intikam ve pişmanlığın kesiştiği bir dünyayı başarıyla çizmiş.
‘Blue Valentine’ın sadeliğine zıt bir biçimde, karmaşık bir tema zenginliği var karşımızda bu kez. Bir suç hikâyesi, adalet sistemindeki yozluklar, kuşaklararası hesaplaşma ya da babalık davası gibi yüklü temalar 140 dakikalık bir süreye sığdırılmaya çalışılmış. Zaman zaman bu ele alınanların tümünün hakkından gelinemediği duygusu uyansa da, bir cana kıymanın dayanılmaz ağırlığını yürekten hissettirebilen, anaakım sinemaya göz kırpan, ancak klâsik Hollywood sinemasının tuzaklarına düşmeyen haftanın iyi seçeneklerinden biri ‘Babadan Oğula’. Klâsik müzikseverlere de bir armağanı var. Estonyalı büyük çağdaş besteci Arvo Pärt’in farklı müzik enstrümanlarınca seslendirilmiş tanınmış eseri ‘Fratres’, dokusuna ustaca yerleştirildiği filme çok şey katıyor.
(09 Haziran 2013)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com