Murat Şeker: Festivallerde Kaza ile Ödül Alırsak Sıkıcı Damgası Yeriz!

Son günlerin en çok izlenen yerli yapımı “Çakallarla Dans 2”yi yönetmeninden dinlemek için, sevgili sinema yazarı arkadaşım Murat Tolga Şen’i de yanıma alarak, düşüyoruz yollara. Yolda epey dedikodu yaparak SugarWorkz’e geliyoruz. Balkonda bizi filmin senaristlerinden Ali Tanrıverdi karşılıyor coşkuyla. Tamam diyorum galiba röportaj iyi geçecek. Kapıdan girdiğimizde içerdeki aile ortamını ve huzuru hissediyoruz. Herkes işinde gücünde… “Filmi çektik hadi artık biraz dinlenelim” diyen yok! Hepsi yeni projeler için uğraşıyor. Yönetmen Murat Şeker tüm içtenliğiyle başlıyor anlatmaya… Gizlisi saklısı yok, ne geçiyorsa içinden onu söylüyor. Bir ara Ali Tanrıverdi’ye dönüyor, “Sen neden oradasın, hadi katıl bize!” diyor. Yapımcı kardeş Hülya Şeker sıcacık çaylarıyla ve gülümseyen yüzüyle ısıtıyor içimizi. Kısacası biz aslında onlara misafirliğe gitmiş oluyoruz ve işte ortaya da böyle bir sohbet çıkıyor. Yazması bizden okuması sizden!

Türk Halkı Çakalları sevdi. Nedir bu filmi diğerlerinden ayıran?

Murat Şeker: Türkiye’de mizah filmlerinde sıkıntı var. Ve biz de Çakallarla Dans serisini biraz da bu yüzden yaptık. Nalına mıhına dokundurarak, risk alarak bu filmi çektik. İlk filmin senaryosuna bakın meselâ, bizim filmde anlattığımız birçok durum gerçekte yaşandı. Şike skandalı da bunların başında geliyor. Çakallarla Dans 2’de de kobaylar ve AVM’ler üzerinde durduk.

Bu konuyla ilgili nasıl çalışmalar yaptınız peki?

Ali Tanrıverdi: Murat Abi Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan bir haberi getirdi. Türkiye’de 893 kişinin kobay olarak kullanıldığı ve öldükleri yazıyordu haberde. Sonra bir araştırma yaptık. Brezilya, Çin, Amerika gibi ülkelerde bu sayının çok daha fazla olduğunu öğrendik.

Murat Şeker: İlâç deneylerinde birçok insan ölüyor. Birçoğu hasta olduğu için bunu mecburiyetten kabul ediyor, ama bir o kadar insan da 100 – 150 dolar gibi bir paraya bu işi yapıyor. Bizim Çakallar da şartlı tahliye için olmak için kabul ediyorlar…

Böyle zor bir konuyu komediyle birleştirmekte çok kolay değil ama…

Ali Tanrıverdi: Bence filmin en büyük etkisi, dipnotlarda olan mevzular. Bizim aldığımız olumlu eleştirilerin neredeyse yarısı o ince göndermeler için yapılıyor. Biz bu kobay olayını tabiri caizse “kör göze kör parmak” yapsak belki de insanlara itici gelecekti. Komediyle bu durumu birleştirince herkesin daha da iyi görebileceği bir şey çıktı ortaya.

Murat Şeker: Biz ikinci filmde gişe baskısını da hissettik. Montajda birçok şeyi çıkarmak zorunda kaldık. Çok daha sert bir film olacaktı. İlk filmin önermesinde de bu filmde de çakalların yaptıklarına dikkat ettik. Adamlar suç işlediler ama sonunda hapishaneyi de boyladılar.

Sinema seyircisini sadece İstanbul, İzmir, Ankara’dan ibaret görmeyip oyuncularla birlikte birçok şehri de gezdiniz.

Bursa, Adana, Kuşadası, İskenderun, Antakya birçok yeri dolaştık evet. Biz gizli bir halk kahramanımız olduğunu biliyoruz, özellikle genç nesilde bu var ve çok güzel bir durum. Farklı bir duygudaşlık bu çünkü bizim filmimizde hayran olunacak bir yıldız yok.

Ama karakterler çok sevildi.

Murat Şeker: Evet karakterler seviliyor ama asıl konseptin kendisi ilgi çekiyor. Yani “Çakallarla Dans” diye bir olgu var. Gençler filmi ilgiyle izliyor. Farklı şehirler gezmenin bize faydası bu durumlara canlı canlı şahit olmamız. “Of” çeken de oluyor, şarkılara eşlik eden de. Meselâ geçenlerde İskenderun’da oyuncularla birlikte filmin ortasında aniden içeri girdik. Seyirciler çok şaşırdı. Çok güzel bir andı.

Seyirci Türk sinemasına sahip çıkıyor bu sevindirici bir durum.

Murat Şeker: Evet seviyor, sahip çıkıyor ama seyirci sinemada eğlenmek istiyor. Meselâ Çakallarla Dans’ı biz Antalya Film Festivali’ne yarışma filmi olarak yollayabilirdik. Ödül vermezlerdi ama yarışma filmi olurdu. Ama ben de şu korku başladı; “Festivallerde kaza ile ödül alırsak sıkıcı damgası yeriz!”. Bu arada vermezler ama Murat Akkoyunlu o performansa ödülü hak eder.

Nasıl bir performanstır ondaki zaten. O attığı takla neydi öyle? Kaç tekrar yaptınız?

Murat Şeker: Murat gerçekten döktürüyor. Taklayı zaten tiyatro oyununda da atıyordu. Adam deli yani. 2 tekrar yaptık, zaten bir sahnede de güldük diye kesmek zorunda kaldık.

Peki Sanat filmleri için neler söyleyeceksiniz?

Murat Şeker: Dünya’da çok iyi örnekleri olsa da minimalist Türk sinemasının en büyük sorunu finale giden yolda merak unsurunun göz ardı edilmesi. Yaşamın sıradanlığını ve dingiliğini anlatmaya çalışırken sıkıcılığa doğru gidiyorlar. Türkiye’deki yaşam o kadar değil. Anadolu bile kendi içinde dinamiği olan bir yer. Türkiye’de ketum insan sayısı azdır. Biz neşeli, heyecanlı insanlarız. Benim için Fellini vardır meselâ. Her filmi bir olay. Yaptığı filmler uçuk kaçık, kendi içinde gelgitleri olan, diğer taraftan da yaşam sevincini de içinde barındıran işler. Ama maalesef asık suratlılık ve ciddilik bu toplumda pirim yapıyor. Gülmek bir zafiyet gibi görülüyor.

Siz de hayata gülümseyenlerden ve gülümsetenlerdensiniz o zaman bu tarz işler size uymaz mı yani?

Murat Şeker: Beni az çok tanıyanlar nasıl olduğumu bilirler. Hareketli, hızlı bir adamım. Asık suratlılığın ve ciddiliğin pirim yapmasını tamamen kınıyorum.

Ali Tanrıverdi: Biz zaten senaryoda 10. sayfada sıkılmaya başlarız. Sonrası da saçma olur.

Peki diğer filminiz de yolda. “Akıllı Köpek Max”. Bu proje nasıl oluştu?

Murat Şeker: Biz Ali ile başka bir çocuk filmi senaryosu yazdık zaten. Ama o daha drama – komedi bir iş. Çakallardan sonra bu filmi çekmeyi düşünüyorduk. Focus Film’den teklif gelince senaryoyu da beğenince hazırı varsa hemen gidip çekelim dedim. Şu kadarını söyleyebilirim; “Türkiye’de ilk defa doğru düzgün bir çocuk filmi çekildi.”

Olumlu mesajları olan bir film mi?

Murat Şeker: Çocuklara özgüven aşılayacak bir film bu. Köpekle olan dostluğu ile çocuğun kendini aşma hikâyesini anlattık.

Bu filmde de futbol var mı peki?

Murat Şeker: Olmaz mı. Kahramanımız Deniz, mahalleye sonradan gelen bir çocuk ve son gelen kaleye geçer. Başarısız da bir kaleci olur. Sonrasında gelişen olaylar ve Deniz’in Max ile dostluğu anlatılıyor.

Filmlerinizde sizi görmeye alıştık. Bunun devamı gelecek mi?

Murat Şeker: Geldi bile.

Nasıl yani?

Murat Şeker: Mehmet Bahadır Er’in yeni filmi Sev Beni’de oynuyorum. Ushan Çakır ve Güven Kıraç ile birlikte oynadık. Ben de yan karakterlerden biri oldum. Film bir aşk filmi ama benim olduğum sahnelerden gülme komasına gireceksiniz.

Merak ettik şimdi.

Murat Şeker: Daha fazla detay veremem…

Cidden sürpriz oldu ama bize şimdi.

Murat Şeker: Bahadır ile ben okuldan arkadaşız. Onun ilk yaptığı film “Goy Goy” diye bir filmdi. Film 50’ye yakın ödül aldı. Orada da ufak bir rolüm vardı. “Sen bana uğurlu geldin hadi gel bu filmde de oyna.” dedi. Bence oyuncu psikolojisinden çok fazla uzaklaşmamak için kamera önüne geçmek lâzım. Oynamak kolay iş değil. Sete gidip oyuncu tarafında beklemek de ayrı bir durum. Ben bir taraftan da ajanlık yapıyorum yani. Oyuncu gözünden yönetmeni görmeye çalışıyorum.

Murat Tolga Şen’e teşekkür ederiz.

(20 Aralık 2012)

Yeliz Bozkurt

15. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali

TÜRSAK Vakfı tarafından gerçekleştirilen 15. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali bu yıl 14 – 20 Aralık 2012 tarihleri arasında Fransız Kültür Merkezi, Beyoğlu Cinemaximum Fitaş ve Levent Cinemaximum Kanyon’da izleyicilerine merhaba diyor. İki alışveriş arası, bir yemek molasında, herkesi salonlara, keyifli birer film izlemeye davet ediyor. Festival, 14 Aralık 2012 Cuma akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılacak açılış töreniyle başlayacak ve açılış filmi olarak Tolstoy’un ünlü eseri Anna Karenina’nın yeni çevrimi gösterilecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Tanıtım Filmi / Teaser
  • Gösterilecek filmler hakkında geniş bilgiler, diğer bağlantılar, basın bültenleri ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    15. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali yazısına devam et
  • Sonbahar’ın, Yönetmeni Özcan Alper, Gelecek Uzun Sürer Filmiyle, Levent Kültür Merkezi’nde

    Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen, Her Cuma Yeni Sinema etkinliği altıncı haftasında, Özcan Alper’in Gelecek Uzun Sürer filmiyle izleyicinin karşısına çıkıyor. Gelecek Uzun Sürer, aralarında Avrasya Film Festivali (Kazakistan), Altın Kayısı Film Festivali (Ermenistan), Güney Doğu Avrupa Film Festivali (ABD), Vesoul Asya Filmleri Festivali (Fransa), Kerala Film Festivali (Hindistan), Malatya Film Festivali ve Adana Altın Koza Film Festivali’nin de bulunduğu festivallerden ödülle döndü. 14 Aralık Cuma günü 19:.00’da gerçekleştirilecek gösterime yönetmen Özcan Alper de katılacak ve soruları yanıtlayacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü logoya haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sonbahar’ın, Yönetmeni Özcan Alper, Gelecek Uzun Sürer Filmiyle, Levent Kültür Merkezi’nde yazısına devam et
  • 2. Melbourne Türk Filmleri Festivali

    Avustralya’nın Melbourne şehrinde ikincisi düzenlenen Melbourne Türk Filmleri Festivali, 12 Aralık’ta başladı. Festival, Osman Sınav’ın yönettiği Uzun Hikaye filminin gösterimi ile başladı. Amacı Melbourne’un dinamik kültür hayatına önemli katkı yapmak olan film festivali bu yıl T. C. Kültür Bakanlığı ve Melbourne Başkonsolosluğu’nun desteği ile düzenlenebildi. Melbourne Como Palace Sinema Salonları’nda 16 Aralık’a kadar devam edecek olan festivalde Lal Gece, Küf, Gözetleme Kulesi, Can, Yangın Var ve Çanakkale 1915 adlı filmler gösterilecek. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Melbourne Türk Filmleri Festivali yazısına devam et
  • 20. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali

    20. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin 16 – 21 Eylül 2013 tarihleri arasında yapılacağını açıklandı. Festivalin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na Çanakkale: Yolun Sonu (Mustafa Kemal Uzun), Daire (Atıl İnaç), Eve Dönüş: Sarıkamış 1915 (Alphan Eşeli), Gözümün Nuru (Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu), Hayatboyu (Aslı Özge), Jîn (Reha Erdem), Köksüz (Deniz Akçay), Lal (Semir Aslanyürek), Soğuk (Uğur Yücel), Yarım Kalan Mucize (Biket İlhan) Yol Ayrımı: Hadi Baba Gene Yap (Emre Yalgın), Yozgat Blues (Mahmut Fazıl Coşkun) adlı filmler katılıyor.

    Film Arası Dergisi’nde Erden Kıral: Kıskançlıktan Ödül Vermiyorlar

    Film Arası Sinema Dergisi, Aralık sayısında Bereketli Topraklar Üzerinde, Kanal, Hakkâri’de Bir Mevsim ve Dilan gibi unutulmaz filmlere imza atan usta yönetmen Erden Kıral’ı konuk etti. Usta yönetmen Erden Kıral, Film Arası Dergisi’ne çarpıcı açıklamalarda bulundu. Türkiye’deki film festivallerinde kıskançlık yüzünden ödül verilmediğini söyleyen Erden Kıral, Yılmaz Güney için “Gerçek bir halk sanatçısıydı, hepimizi derinden etkiledi” dedi. Kıral, son filmi Yük’le ile ilgili sorulara da yanıt verdi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Film Arası Dergisi’nde Erden Kıral: Kıskançlıktan Ödül Vermiyorlar yazısına devam et
  • Amerikan Usulü Öldürme Üzerine İki Film

    Amerikan sinemasının iki yıldız oyuncusu Brad Pitt ve Tom Cruise’un yapımcılığını da üstlendikleri son filmleri bu hafta gösterimde. Akıl almaz bir katliamın Amerikan halkını derinden yaraladığı şu günlerde, ikisi de şiddet ve öldürme üzerine ancak bakış açıları birbirinden çok farklı filmler bunlar. George V. Higgins’in 1974’te yazılmış ‘Cogan’s Trade’ adlı romanından 2008 yılına uyarlanmış ‘Kibarca Öldürmek / Killing Them Softly’de olaylar, mafyanın gözetiminde faaliyet gösteren kaçak bir oyun salonunun iki kafadar tarafından soyulmasıyla başlıyor. Hedeflenen, daha önce benzer şekilde kendi mekânını soymaktan mimli Markie Trattman’a suçu yükleyerek paraları kırışmak. Olay şehirde krize neden oluyor. Mafyanın işleri bozuluyor, kumar ekonomisi duruyor. Düzenin sağlanması ve güvenin yeniden tesisi için tetikçi Jackie Cogan görevlendiriliyor. Pitt’in canlandırdığı soğukkanlı katilin öldürme tarzı kendine özgü. Kurbanının işini uzak bir mesafeden habersizce hallediyor. Salya sümük ağlamalara, diz çöküp yalvarmalara muhatap olmak istemiyor. Bizdeki çevirisiyle ‘kibarca’ değil de acı çektirmeden temizlemek kastedilen.

    2007 yapımı sıradışı western ‘Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı / The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford’ ile gönüllerimizde taht kuran Andrew Dominik’in bu daha minör ama etkileyici filminin tekinsiz mekânları, finansal bunalımla çalkalanan Amerika’nın metaforu görünümünde. Borsada son 20 yılın en düşük rakamlarının görüldüğü kriz günlerinde geçen filmin ilk planlarından itibaren fonda yaklaşmakta olan başkanlık seçimi konuşmalarına şahit oluyoruz. McCain ile kıyasıya çarpışan Obama, tepetaklak olmuş ekonomiyi yeniden düze çıkartacağını, piyasalarda oluşan güven kaybını onaracağını, Amerikan rüyasına sahip çıkacaklarını vs. tekrar edip duruyor. Amerika’da düzen bir kere bozulmuş, uluslararası mali oyuncular masadan kalkmış. Oyunu yeniden başlatmak için Lehman Brothers gibi birkaç kurban gerekmektedir.

    Jackie Cogan’ın dediği gibi Amerika bir ülke değil, bir işletmedir. Üstelik iyi yönetilmeyen bir işletmedir ve burada herkes kendi başının çaresine bakmak durumundadır. Görece kısa tarihi boyunca şiddeti besleyen topraklar buraları. Öldürücü silâhlara ulaşmanın o denli kolay olduğu. Dominik’in filmi de silâh seslerinin son jenerik akışı boyunca dinmediği çağdaş bir western sayılabilir. Louisiana’nın izbe batakhanelerini fon almış bu bağımsız yapım, çok yakın bir dönemde geçmesine rağmen yetmişli yılların B tipi gangster filmlerinden esinler taşıyor. Şiddet yüklü sahnelerin eşlik ettiği karanlık üslûp ise, Tarantino’dan ödünç alınmış cinsellik ve kara mizah yüklü diyaloglarla dengelenme yoluna gidilmiş.

    Haftanın bu defa büyük stüdyo (Paramount) destekli bir diğer Amerikan yapımı ‘Jack Reacher’ın böylesine bir alegoriyle işi yok. İyilerin kötüleri hakladığı, keskin nişancılığın yüceltildiği, gösterişli atış talimlerinin eksik olmadığı düz bir gerilim-aksiyon izlediğimiz. Yasa filan hak getire, kötüler olay yerinde infaz ediliveriyor.

    Bu kez hikâye, bir kiralık katilin yaya yolundaki beş kişiyi gün ortasında uzaktan tek atışlarla katli üzerine. Suç plânlı bir biçimde devletin kendi yetiştirdiği, Irak’ta, Afganistan’da görevlendirdiği -ilerde bir gün kapitalizmin rayından çıkmış herhangi bir ülkeye düzeni yeniden tesis (!) adına göndereceği- eğitimli tetikçilerinden James Barr’ın üzerine yıkılıyor. Ancak -seyirciye en başından gösterildiği gibi- katil başka biridir ve olayı aydınlığa çıkarmak, eğitilmiş vatan evlâdını (!) kurtarmak tetikçilerin eğitmeni eski savaş gazisi ‘Jack Reacher’a düşmektedir.

    Bebek yüzüne hızla geçen yılların izi düşmüş Tom Cruise’un Rambo’luğa soyunduğu film -benzer rolleri bırakacağı da yok, ‘Görevimiz Tehlike’nin beşincisi yoldaymış- bir bestseller uyarlaması. İngiliz yazar Lee Child hayranları 15 romanlık serinin dev cüsseli kahramanına ufak tefek Cruise’un can vermesini nasıl karşılar bilemem ancak bizler buna benzer öykülerin anlatıldığı filmleri daha önce defalarca izlemiştik. Bir zamanlar ‘Olağan Şüpheliler / The Usual Suspects’in yaman senaryosuyla övgüye ve Oscar dahil ödüllere boğulmuş Christopher McQuarrie’nin yönetmenliğini yapmış olduğu bu sıradan yapımın belki de tek sürprizi, Sovyet Gulag’ındaki ölümcül tutsaklık yıllarında kafayı sıyırmış eski mahkûm rolünde, bir dönem Genç Alman Sineması’nın efsanevi ismi, şimdilerin saygın belgeselcisi Werner Herzog’un varlığı.

    (20 Aralık 2012)

    Ferhan Baran

    ferhan@ferhanbaran.com

    Turkish Film Channel Filmleri iTunes Türkiye’de

    Bir dijital dağıtım şirketi olan Turkish Film Channel, ödüllü Türk filmlerinden oluşan kataloğundaki filmlerin bir kısmını geçtiğimiz günlerde açılan iTunes Türkiye’de yayına soktuğunu duyurdu. Sinemaseverler online olarak filmleri kirayalabilecek, isterlerse satın da alabilecekler. Yayınlanan filmler arasında Anadolu’nun Kayıp Şarkıları, Geriye Kalan, Press, Uzak İhtimal, Gitmek: Benim Marlon ve Brandom, Kader, Oyun gibi sinemamızın önemli filmleri var.

  • Basın Bülteni: Türkçe / İngilizce
  • Web Sitesi
  • Diğer bağlantılar, filmler hakkında geniş bilgiler ve yüksek çözünürlüklü görsele haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Turkish Film Channel Filmleri iTunes Türkiye’de yazısına devam et
  • Soluk Kesen Heyecanlı Gerilim

    Jack Reacher
    Yönetmen-Senaryo: Christopher McQuarrie
    Roman: Lee Child
    Müzik: Joe Kraemer
    Görüntü: Caleb Deschanel
    Oyuncular: Tom Cruise (Jack), Rosamund Pike (Helen), Richard Jenkins (Rodin), Robert Duvall (Cash), David Oyelowo (Emerson), Jai Courtney (Charlie), Vladimir Sizov (Vlad), Joseph Sikora (James), Alexia Fast (Sandy), Werner Herzog (Zec), Lee Child (Çavuş)
    Yapım: Paramount (2012)

    Yaratıcı sinemacılardan Christopher McQuarrie’nin Lee Child’ın suç romanından yazıp yönettiği “Jack Reacher”, şaşırtıcı ve sürekli merak bırakan olay örgüsüyle insanları gerilimin içinde kıvrandırıyor. Şiddet sahnelerinin sert olduğu filmde, Tom Cruise ustalıklı oyunculuk sunmuş.

    Pensilvanya’nın Pittsburgh şehri. Bir keskin nişancı, mevzilendiği yerden dürbünlü tüfeğiyle nehrin karşı kıyısındaki insanlara tek tek ateş edip beş kişiyi katlediyor. Katlı otoparkta tek delil madeni dolar. Parmak izi sonucunda katliamı Irak’ta savaşmış keskin nişancı er James Barr’ın işlediği ortaya çıkıyor. Bulunduğu yerden karga tulumba tutuklanıp, işkence gördükten sonra ona bölge savcılığı tarafından yazılmış sorgu metnini imzalaması istenirken, o kâğıda Jack Reacher’ın adını yazıyor. Jack, askeri bir polis. Keskin nişancılıkta sıkı bir eğitim alan James, Irak’ta bu eğitimin karşılığını bulamadığı için can sıkıntısından orada Iraklıları vurmuş. Soruşturmayı da Jack yapmış. Bölge savcısı Rodin ve polis dedektifi Emerson Jack için bilgi toplarken, Jack yanlarında bitiyor. James’in avukatlığını da bölge savcısının kızı Helen Rodin üstlenmiş. Elbette işkenceden dolayı James komaya sokulmuş. Helen, soruşturma için Jack’i kendi tarafına çekip, en azından James’in idam cezası almasını önlemek istiyor. Jack, dosyayı okudukça ve olay mahallinde araştırma yaptıkça, başka bir şeylerin farkına varmaya başlıyor. Öldürülmüş masum insanlar üzerinden bu katliamın nedenlerine iniyor. Merak duygusunu sürekli ayakta tutan bu suç filmine merak duygusunu azaltmadan dokunmak gerek. Hikâye derinleştikçe farklı ve derin gerçeklik perdeye kuşatmaya başlıyor. Düşündüğünüz veya aklınızdan geçen birçok şeyin öyle olmadığını fark ediyorsunuz. En azından Zec ortaya çıkıncaya kadar. Yaratıcı sinemacılardan yönetmen ve senaryo yazarı Christopher McQuarrie, bazı şeyler anlaşılmaya başladığında bile gerilim duygusunu düşürmüyor. New Jersey’de 1968 yılında doğan yönetmen McQuarrie şu ana kadar iki film yönetti. 2000 yapımı “The Way of the Gun-Silahların Gölgesinde” filmi biliniyor. Yönetmen McQuarrie, Bryan Singer’ın 1995 yapımı “The Usual Suspects-Olağan Şüpheliler” filminin senaryo yazarı olarak biliniyor. “Olağan Şüpheliler” filmini ilk defa gördüğünüzde, aralardaki küçük ayrıntılar kesinlikle gözünüzden kaçıyordu. Filmi ikinci defa gördüğünüzdeyse, bambaşka bir filmle baş başa kalıyordunuz.

    Görselliği çarpıcı film…

    Evet, bu filmin derinliğindeki bazı şeylere dokunmadan, 2012 yapımı “Jack Reacher” filmini yazabilmek zorlu bir macera. Polisiye filmlerde merak ve gerilim duyguları her şeyin üzerinde. Filmde gerçekten “katil kim” sorusu var. Bunu ikinci yarıdan sonra hissetmeye başlıyorsunuz. Bu yüzden bazı şeylerin ipuçlarını vermeden anların üzerinde durmak. Jack, zeki olmanın çok ötesinde. Bir şeyi düşünürken Jack daha başka bir şeyleri ortaya çıkartıyor. Aslında filmi Helen’ın zihinsel algısıyla takip ediyorsunuz. O ne anlamışsa seyirci de onu anlıyor. Bu yüzden senaryo yaratıcı ve şaşırtıcı. Helen, idealist olmayan ama barışçı bir avukat. İdam cezasına da karşı. Tam babasının karşıtı. Bir de Zec var. Filmin kötü adamı. Rus çetesnin başı. Zec, Rusça “esir” anlamına geliyor. Zec, yıllarca Gulag’da hapis yatmış. Ölü bir adamın cepleri delik paltosunu giymiş, soğuktan parmakları donmuş, sonra da kesilmiş. Rus gangster çetesi, James Barr davasının neresinde? Bunu öğreniyorsunuz derinlikte. Filmde etkileyici sahneler var. Hem de görsel anlamda zengin. Filmin girişindeki katliam anları ve final bölümündeki taş ocağı sahneleri çarpıcı. Sinemaskop çeklmiş bu filmde, taş ocağındaki yağmurlu sahneler estetik. Elbette araba takip sahneleri unutulmaz. Kırmızı 1970 model Chevrolet Chevelle SS, bu filmin büyüleyen starı. Gecenin karanlığında Pittsburgh caddelerinde Jack Reacher, bu muhteşem arabayla peşindeki kötülerden kaçıyor. Yollar ıslak ve ışıkların bu ıslak yollara düşüşü büyüleyici. Chevelle SS, kaçıp kovalamaca sahnelerine tam anlamıyla ruh katmış. Film, 1954 doğumlu İngiliz oyuncu-yazar Lee Child’ın “One Shot” gerilim romanından uyarlanmış. Yazarın Jack Reacher serisinden gerilimleri ülkemizde de yayımlandı. Oğlak Yayıncılık’tan “Öldüren Kumpas” 2006’da ve “Düşman” 2007’de çıktı. Ayrıca Artemis’ten de “Yarın Yokum” 2009’da gerilim-polisiyeseverlerle buluştu. Filmde sinemanın büyük yönetmenlerinde Alman Werner Herzog da “Zec” rolünde. Koca usta dingin görünümüyle müthiş kötü adam. 1979 doğumlu İngiliz oyuncu Rosamund Pike, Lee Tamahori’nin 2002 yapımı 007 James Bond serisinden “Die Another Day-Başka Gün Öl” filminin Bond kızı olarak biliniyor. Kadınlar için her daim yakışıklı olan Tom Cruise üzerine bir şey demeye gerek yok. Jack karakterine ruh katabilmiş bu önemli oyuncu.

    (20 Aralık 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com