10. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nde 17 Mart Cumartesi

10. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nde 17 Mart 2011 Cumartesi günü Fransız Kültür Merkezi’nde Kaçış, Avrupa Avrupa, Agnes’in Plajları, Ailelerimiz ve Hayat, Memeler de Küçük Şeyler Gibi Başlar, Judith ve Tutkuyu Filme Almak adlı filmler gösteriliyor. Kim Longinotto ile Ziba Mir-Hosseini’nin birlikte yönettiği Kaçış, İran’ın Tahran kentinde yaşamlarını sürdüren ve evden kaçmış kızlardan oluşan bir grup üzerine güçlü ve dokunaklı bir belgesel. Festival gösterimleri ayrıca İstanbul Modern Sinema’da de sürdürülüyor. Sara Mazkiaran’ın yönettiği Toplayıcı, sevebilmek ve hissedebilmek için umutla gözyaşlarını arayan Sara’yı anlatıyor.

10. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nde 17 Mart Cumartesi yazısına devam et

Türkiye’de Sinema Hukuku ve Telif Hakları Semineri

Şair, romancı, senarist, gazeteci-yazar ve telif hakları konusunda mahkemelerde bilirkişi görevi yapan, sinema hukuku alanında Türkiye’nin sayılı uzmanlardan Av. Sabri Kuşkonmaz, Paradoks Film’in düzenlediği Türkiye’de Sinema Hukuku ve Telif Hakları seminerine konuşmacı olarak katılıyor.
01 Nisan 2012 Pazar günü 13:00 – 15:00 saatleri arasında, herkese açık ve ücretsiz gerçekleştirilecek olan seminer Metin Gönen moderatörlüğünde “Kadife Sokak, No: 16, Kadıköy, İstanbul, Tel: 0216 449 17 25” adresindeki Kargart’ta düzenlenecek.

  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Türkiye’de Sinema Hukuku ve Telif Hakları Semineri yazısına devam et
  • Kıyamet Sonrası Bir Distopya

    Açlık Oyunları (The Hunger Games)
    Yönetmen: Gary Ross
    Roman: Suzanne Collins
    Senaryo: Billy Ray-Suzanne Collins-Gary Ross
    Müzik: T Bone Burnett-James Newton Howard
    Oyuncular: Jennifer Lawrence (Katniss), Josh Hutcherson (Peeta), Woody Harrelson (Haymitch), Donald Sutherland (Snow), Stanley Tucci (Caesar), Wes Bentley (Seneca), Willow Shields (Primrose), Liam Hemsworth (Gale) Elizabeth Banks (Effie), Amandla Stenberg (Rue)
    Yapım: Lionsgate (2012)

    Etkileyici yönetmenlerden Gary Ross’un “Açlık Oyunları” çarpıcı bir bilimkurgu. Film, yazar Suzanne Collins’in üçlemesinin ilk kitabından sinemaya uyarlandı. Gerisi gelecek gibi.

    Sinemanın parlak yönetmenlerinden Gary Ross’tan kıyamet sonrası distopik bir film geldi. 2012 yapımı “The Hunger Games-Açlık Oyunları”, başarılı bir bilimkurgu filmi. 1956 Los Angeles doğumlu Ross, ülkemizde bilinen yönetmenlerden. Ross, estetik olarak büyüleyen 1998 yapımı “Pleasantville-Yaşamın Renkleri” filmiyle daha çok tanınıyor. Ross’un 2003 yapımı umudun simgesi yarış atına adanmış “Seabiscuit-Zafer Yolu” da ülkemizde vizyona çıkmıştı. “Açlık Oyunları” filmi, yazar Suzanne Collins’in bilimkurgu serisinin ilk kitabından sinemaya uyarlandı. Seri “Açlık Oyunları”, “Ateşi Yakalamak” ve “Alaycı Kuş” romanlarından oluşuyor. Bu bilimkurgu serisi, 2011 yılında Pegasus Yayınları’ndan çıkmıştı. Aynı yayınevi yazarın “Yeraltı Günlükleri Serisi”nin beş kitabını da yine 2011’de çıkardı. Bu seri “Gregor ve Gri Kehanet”, “Gregor ve Felaket Kehaneti”, “Gregor ve Kan Kehaneti”, “Gregor ve Sır Kehaneti” ve “Gregor ve Zaman Kehaneti”nden oluşuyor.

    Ölüm kalım savaşı…

    Hikâye, Kuzey Amerika’daki hayali Panem ülkesinde geçiyor. Panem’de yıllarca sürmüş iç savaş ve trajediler, ulusu neredeyse bir yok oluşa sürüklemiş. Rocky Dağları’nın eteklerindeki Capitol şehrine bağlı 12 mıntıka kurulmuş. Gettolara benziyor. Otoriter yönetim, bu mıntıkaları Nazilerin Yahudileri topladığı toplama kampları gibi kontrol altında tutuyor. Bu mıntıkalarda yaşayan halk yoksulluk ve açlıkla savaşıyor. Panem’in hükümdarı otokrat Coriolanus Snow. Yönetim, iç savaşın karanlık günleri unutulmaması için ölüm-kalım yarışları düzenliyor. 74. Geleneksel Açlık Oyunları için mıntıkalardan bir kız, bir oğlan olmak üzere 24 yarışmacı seçiliyor. Bu açlık oyunlarında sadece bir kişi hayatta kalıyor. O da Panem’in kendisine sunduğu zenginlikle hayatını bolluk içinde geçiriyor. Bu oyun televizyon için realiti şovu. Bu hayatta kalma şovlarına “survivor” deniliyor.

    Film, 12. mıntıkada açılıyor. 16 yaşındaki oklu Katniss Everden, çok sevdiği küçük kız kardeşi Primrose’un bu oyunlara seçildiğinde eskort Effie’yi ikna edip gönüllü olarak oyunlara katılıyor. Fırıncının oğlu Peeta Mellark da kurada çıkan diğer oyuncu olur. Onlara, bu oyunda ipuçları verecek de 50. yarışı kazanmış ve şimdi durmadan içen Haymitch Abernathy. Hızlı trenle, zenginliğin yaşandığı ve tüm zevklerin sunulduğu Capitol şehrine gelindiğinde bu şehirde yaşayan zenginlerin eğlenmesi için düzenlendiğini anlıyorsunuz. Mıntıkalarda ne kadar yoksulluk ve açlık varsa, bu şehirde de alabildiğine zenginlik ve bolluk var. Tıka basa işkembelerini dolduruyorlar. Sonra, içlerinde çocukların da olduğu 24 genç insan hayatta kalabilmek için birbirlerini öldürmeye başlıyor ormanın derinliklerinde. İttifaklar da oluşuyor. Peeta, Katniss’e olan aşkını itiraf ediyor oyun başlamadan önce. Şova “katharsis” ve romantizm katmak için Seneca bunu kullanıyor. Bu şov televizyon ekranlarından kesintisiz de yayımlanıyor. Final geldiğinde hikâyenin bitmediğini anlıyorsunuz. Çünkü geride çok hikâye var. Görselliği zengin bu gerilim yüklü film, özellikle distopik bilimkurgudan hoşlananları mutlu edecek. Filmin devamı gelsin diyorsunuz. Filmde ve romanda, aslında göndermeler var. Roma İmparatorluğu, Antik Yunan, ABD’nin işgâlleri, bu işgâllerle halkların üstüne çöken yoksulluklar ve birçok şey. Filmdeki genç oyuncuların performansları da mükemmel. Üç ustanın, Woody Harrelson, Donald Sutherland ve Stanley Tucci’nin karşısında çok rahatlar. Fonda duyulan müzikler de iyi. İnsana gerilim duygusu yaşatabiliyor.

    (Bu yazı 23 Mart 2012 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (23 Mart 2012)

    Ali Erden

    [email protected]

    Eyvah ki Eyvah, Nahit Sırrı Örik’in Eve Düşen Yıldırım’ı, Dizi Filmcilerin Eline Düştü

    Edebiyat – sinema ilişkisi ne zaman başladı… Günümüzde devam edecek ve gelecek yıllarda da. Edebiyat derin tarihinde, sinema düşüncesinin bile olmadığı günlerde, çok farklı örnekler verdi. Sinema ilk günlerinden başlayarak edebiyata başvurmaktan kendini alıkoymadı, koyamazdı da… Uzun yıllar sonra edebiyat -kolayına mı geldi- sinema tekniklerinden yararlanmaya çalıştı, hatta sinema için hazır (mış gibi duran) eserler vermeye başladı. Ülkemizde de ilk sinema filmi, bir edebiyat uyarlaması: Mehmet Rauf’un yazılmasının üzerinden altı yıl geçmesine rağmen seyirci karşısına çıkarılmamış bir oyunun uyarlaması: Pençe (Sedat Simavi / 1917).

    Bizde ve dünyada sinema pek çok edebiyat uyarlaması yaptı. Sinemamızın geneline adını veren Yeşilçam (Sineması) dönemini bitti bitmesine ama film çekimleri hâlâ devam ediyor. Yeşilçam yapısı dizi-filmler halinde televizyonlarda devam eder hale geldi. Her akşam, her kanalda dizi-filmler olunca, bunlara kaynak gereksinimi duyuldu ve başvurulacak yer yine edebiyat eserleri idi. Fakat edebiyat eserlerinin bir filme uyarlanması ile bir dizi-filme uyarlanması -arada bir fark olmamasına rağmen- dehşetengiz farklar göstermeye başladı. Hiçbir edebiyat eseri bire bir sinemaya uyarlanmaz, kısaltılır veya bir takım açılımlara başvurulur veya gerekli (veya gereksiz) değişiklikler yapılır. Ama bir sinema filminin belli bir süresi (zamanı) vardır ve buna bağlı kalınınca filmin sonuçlanması ile bu edebiyat eserinin o uyarlanması sonuçlanmış olur. Bu, o eserden başka uyarlamalarının yapılmayacağı anlamına gelmez. Burada farklı örnekler ortaya çıkabilir. Sinemamızdan örnek vermek gerekirse Vasıf Öngören’in oyunu Asiye Nasıl Kurtulur’un Nejat Saydam uyarlaması ile Atıf Yılmaz uyarlaması arasındaki farklılıklardan en önemlisi yapısal farklılıktır, bu ise yorumdan kaynaklanabilecek farklılıklarla, değişiklik gösterir.

    Sinemamızda yapılmış edebiyat uyarlamaları içinde, kaynak olan eserin sinemada yeniden üretilmesi (doğal olarak gerekli değişiklikleri içeren) örnekleri olduğu gibi (Anayurt Oteli: Yusuf Atılgan / Ömer Kavur, Bereketli Topraklar Üzerinde: Orhan Kemal / Erden Kıral, Abdülhamid Düşerken: Nahit Sırrı Örik / Ziya Öztan) edebiyat eseri ile yapısal farklılıklar gösteren ve sadece edebiyat eserinin ismini taşıyan filmlerde vardır. (9. Hariciye Koğuşu: Peyami Safa / Nejat Saydam, Asiye Nasıl Kurtulur: Vasıf Öngören / Nejat Saydam, Vukuat Var: Hanımın Çiftliği: Orhan Kemal / Nejat Saydam). Bir Sabahattin Ali uyarlaması olan Kuyucaklı Yusuf (Feyzi Tuna) iyi bir uyarlama olmamasına rağmen yapısal bir farklılık göstermez, başarısız bir uyarlama olarak kalır.

    Bütün bunları, dizi-film olarak yapılan uyarlamalara giriş olarak yazdım. TV-lerimiz dizi-film çekmeye başladığı günlerde başarılı bir Halit Ziya Uşaklıgil uyarlaması olarak Aşk-ı Memnu’yu yapar. Diziyi çeken Halit Refiğ bir sinema yönetmenidir. Sonraki yıllarda televizyonun kendi bünyesinde yetiştirdiği kişiler dizileri çekmeye başlar. Bu arada sinemamızda Yeşilçam dönemi sonlanmış olduğundan Yeşilçamın edebiyat uyarlaması alışkanlığı TV kanallarına taşınır. Sinemamızda iki kez (ilki Süavi Tedü, ikincisi Memduh Ün) uyarlaması yapılan Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü (yazarınca roman ve oyun olarak iki kez yazılmıştır) küçük hacmine rağmen televizyoncuların elinde üç yılı aşkın bir süre ekranlarda kalacak şekilde dizileştirilmiş, ayrıca yazıldığı günün özellikleri de göz ardı edilerek çekildiği güne de taşınmıştır. Bu hali ile kaynak eserden çok uzaklara (uzaklara değil farklı boyutlara) taşınmıştır. Aynı şekilde Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’su da hem zamanı değiştirilerek hem de yapısal farklılıkları ile hayli değişik boyutlara taşınmış, uzatıldıkça uzatılmış (uzatmak başlı başına bir şey değil ama farklılaştırılmış), hakkında değişik düşünceler edilecek hale getirilmiştir. Aynı şeyleri Orhan Kemal’den yapılan Hanımın Çiftliği uyarlaması içinde söylemek mümkündür.

    Buraya kadar yazdıklarım, sona eren edebiyat uyarlamaları ile ilgili notlardı: Başlayıp devam eden bir edebiyat uyarlaması da Keşanlı Ali Destanı. Tiyatro tarihimizde bir epik tiyatro örneği olarak değerlendirilen oyun Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatrosu’nda oynandıktan sonra, yurt içinde birçok kez oynandığı gibi, yurt dışında yabancı tiyatrolarca da oynanmıştır. Bir oyun olarak TV uyarlamaları yapılmış, Atıf Yılmaz tarafından sinemaya da uyarlanmıştır. Aziz Nesin oyunun “epik olmadığını” söyleyerek “tipik kırsal bir oyun” (Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim, s. 138, 5. basım) olduğunu yazıyor. Şimdilerde başlayan ve devam etmekte olan TV dizi-filminde oyunun öncesinden başlanmış ilerleyen bölümlerinde oyun içine girilmiştir. Olaylar genişletilmiş, yeni karakterler eklenmiştir, sonuç nereye varacaktır bilemiyorum. Ama televizyonca ele alındığı bir vakıadır.

    Bu arada Kemal Tahir’in kendi üslûbunca yazdığı Kurt Kanunu romanının Ersan Pertan’ın filminden sonra dizi-filmi de yapıldı. Romandaki bölümleri bile aynen muhafaza eden filmden sonraki dizi-filmin olayı nasıl bölümlendirerek dizileştirdiği, ancak dizi seyretme alışkanlığı (sabrı) olanlarca değerlendirilebilecek. Televizyonların el attığı son edebiyat eseri Nahit Sırrı Örik’in Eve Düşen Yıldırım adı öyküsüdür. Evet, öyküdür, 1931’de yazılmıştır. Oğlak Yayınları’nın yayınında 19 – 87. sayfalar arasında yer alır, yani 68 sayfa bir öyküdür (birinci basım Nisan 1998). Şimdi bundan bir dizi yapılmış, yayınlanmaya başlamıştır. Hangi kanalda, hangi günler yayınlandığını bilmiyorum. (Bu marifet değil ama söylemek zorundayım.) Örik’e kişisel ilgim nedeni ile öyküyü tekrar okudum. Daha (yanılmıyorsam) henüz ilk bölüm yayınlanmış olmasına rağmen öyküden ayrılınmış [Ahmet Şükrü Efendi, ölmek üzere olan kardeşi Hüsnü’den gelen mektup üzerine hastaneye kendisi gider, oysa dizide oğlu Namık’ı gönderiyor. Her ikisi de (öyküde ve dizide) ölümden sonra ulaşabilirler. Hüsnü’nün kızı Muazzez öyküde ev sahiplerince “evlât” gibi bilinirken, dizide kirasını vermediği için, babasının da ölmesine rağmen evden dışarı atılan ve ev sahibi adam tarafından taciz edilmek istenirken, kadın tarafından da aşiftelikle suçlanır…], öyküde olmayan kişiler ilâve edilmiş [öyküde hiç olmayan, yeni cezaevinden çıkmış Muazzez’i tanıyan bir kişi, evden dışarı çıkmış (kaçmış!?) Muazzez’le karşılaşır -Muazzez hem tanır, hem tanımaz- ve Muazzez’in peşinden gelen Sait -Muazzez’ın amca oğlu- ile çatışır]… Birinci bölüm burada bitiyor, bakalım 68 sayfalık öyküyü nerelere kadar uzatabilecekler, ne değişiklikler yapacaklar, yapıyı nasıl bozacaklar… Sinema için ne ise de, televizyon için edebiyat – … ilişkilerine girişmemeye kararlı idim ama Nahit Sırrı Örik’e -bu vefat etmiş yazarımıza- saygı duyuyorum. Sonuç olarak şunu yazmak isterim ki Eve Düşen Yıldırım son derece güzel (başarılı) bir sinema eseri olmak için bütün özellikleri taşımaktadır. Yazık, filmi yerine dizisinin yapılması (kim nasıl yapacaktı?)… çok yazık.

    (23 Mart 2012)

    Orhan Ünser

    Film Sektörüyle Aranızdaki Köprü: Drama İstanbul Senaryo Atölyesi 7 Nisan’da

    Senaryo yazmak isteyen, bir fikri, bir hikâyesi olan yazar adaylarına önce temel tasarım bilgisi sunan, sonra da hikâyelerini gelişitirmeleri için yol arkadaşlığı yapan Drama İstanbul, yeni dönem atölye çalışmalarını 07 Nisan 2012, Cumartesi günü başlatacak.
    Drama İstanbul, kurucusu, yazar, senarist ve yönetmen Ahmet Haluk Ünal’ın gerçekleştireceği atölye, tıpkı batıdaki örnekleri gibi Türkiye’deki film ve dizi sektörüne taze kan kazandırmayı amaçlıyor. Atölye çalışmaları, 8 haftalık Temel Hikâye Tasarımı ve 8 haftalık Senaryo Geliştirme başlıkları altında gerçekleştirilecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Film Sektörüyle Aranızdaki Köprü: Drama İstanbul Senaryo Atölyesi 7 Nisan’da yazısına devam et
  • Play ÜniFilmFest Altıncı Gününde Mersin Üniversitesi Gençleriyle Buluşmaya Devam Ediyor

    Play ÜniFilmFest’in altıncı gününde Gülengül Altıntaş ve Gözde Onaran tarafından düzenlenen Sinema Eleştirmenliği Atölyesi, Mersin Üniversitesi öğrencileri tarafından ilgiyle takip ediliyor. Festivalde 17 Mart Cumartesi gününün ilk seansında Andreas Öhman’ın Aşkın Formülü Yok (Simple Simon) filmi gösterilecek. Günün ikinci filmi olarak 17:00’de Murat Saraçoğlu’nun yönettiği Yangın Var, son film olarak ise 20:00 seansında Gir Kanıma (Let The Right One In) adlı film gösterilecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere ve yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Play ÜniFilmFest Altıncı Gününde Mersin Üniversitesi Gençleriyle Buluşmaya Devam Ediyor yazısına devam et
  • 23. Ankara Uluslararası Film Festivali, Görkemli Bir Törenle Başladı

    Türkan Şoray ve Safa Önal’ın da konuklar arasında bulunduğu 23. Ankara Uluslararası Film Festivali açılış töreninde Burçak Evren, Hamiye Çolakoğlu ve Panayot Abacı’ya onur ödülleri verildi. Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı Oğuz Dönmez açılış konuşmasında sinemanın estetik duygulara katkıda bulunan bir sanat dalı olduğunu vurgulayarak katılımcı ve sponsorlara teşekkür etti. Sinema Genel Müdürü Cem Erkul ise, Bakanlıkça bu tür etkinliklere daha fazla destek vermek istediklerini belirterek, bu güzelliklerin daha geniş kitlelerce paylaşılmasını umut ettiklerini söyledi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    23. Ankara Uluslararası Film Festivali, Görkemli Bir Törenle Başladı yazısına devam et
  • Tamer Karadağlı, Kanal D Cinemania’da

    Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu sinema programı Kanal D Cinemania’da bu haftanın stüdyo konuğu Süpertürk filminin yönetmeni ve başrol oyuncusu Tamer Karadağlı. Ünlü oyuncunun bu proje için seçilme sebebi neydi? Süpertürk’ü diğer kahramanlardan ayıran özellikler neler? Bir süper kahraman Türkiye’de büyürse ne olur? Tamer Karadağlı sette nasıl bir yönetmen oldu? Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda yeni vizyon filmleri, haberler, vs. yer alıyor. Ömür Gedik tarafından sunulan Cinemania Programı her Cumartesi Kanal D’de.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Tamer Karadağlı, Kanal D Cinemania’da yazısına devam et
  • Hasankeyf Taşınmak İstemiyor, Herkes Hasankeyf’i Konuşuyor Şimdi Konuşma Sırası Hasankeyflilerde

    Doğa Derneği uzmanları ve araştırmacı Ebru Işıklı sordu Hasankeyfliler yanıt verdi. Hasankeyfliler baraj hakkında ne düşünüyor? Taşınmak istiyorlar mı? Ne kadar gelirleri var? Onları nasıl bir gelecek bekliyor? Tüm bu sorulara Hasankeyflilerin yanıtı var… Uzman Ebru Işıklı’nın hazırladığı araştırma ile 357 ev ve işyerinde yüz yüze gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda Hasankeyflilerin yaklaşık yüzde 70’inin, 11 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf’i bırakarak DSİ köyüne gitmek istemediği ortaya çıktı. Hasankeyfliler, UNESCO Dünya Mirası listesine dahil olmak istiyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer basın bültenleri ve fotoğrafa haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Hasankeyf Taşınmak İstemiyor, Herkes Hasankeyf’i Konuşuyor Şimdi Konuşma Sırası Hasankeyflilerde yazısına devam et
  • Vahşi Doğada Hayatta Kalmak

    Gri Kurt (The Grey)
    Yönetmen: Joe Carnahan
    Senaryo: Ian Mackenzie Jeffers-Joe Carnahan
    Müzik: Marc Streitenfeld
    Görüntü: Masanobu Takayanagi
    Oyuncular: Liam Neeson (Ottway), Dermont Mulroney (Talget), Frank Grillo (Diaz), Dallas Roberts (Hendrick), Nonso Anozie (Burke), Joe Anderson (Flannery), Ben Bray (Hernandez), James Badge Dale (Lewenden), Anne Openshaw (Ana)
    Yapım: 1984 PDC-Liddell-Scott Free (2011)

    Alaska’nın sert ve vahşi doğasında geçen “Gri Kurt” filmi, seyircisini buz gibi atmosferinin içine alırken gerilim yüklü anlar da yaşatıyor. Aksiyon filmleriyle tanınan Amerikalı yönetmen Joe Carnahan karakter çatışmalarını gerçekçi yansıtabilmiş.

    Ian Mackenzie Jeffers’ın “Ghost Walker” adlı kısa hikâyesinden uyarlanan 2011 yapımı “The Grey-Gri Kurt”, Alaska’da düşen bir uçakta hayatta kalan yedi insanın dramını anlatıyor. John Ottway, Alaska’da bir kurt avcısı. Petrol sondajında çalışan işçileri kurt saldırılarından koruyan bir avcı. Karısı Ana’ya mektup yazıp ağzına tüfeği yerleştirip intihar etmeyi düşünürken uzaklardan kurt ulumaları duyuyor. Sonra yeni görevine başlıyor Ottway. İşçileri taşıyan uçak düşüyor ve sadece birkaç insan hayatta kalıyor. Ama, ağır yaralanan Lewenden hayat mücadelesini kaybediyor. Hayatta kalan altı insanın önünde soğuk, açlık ve kurtlar var. Karanlığın içinde gözleri parlayan aç kurtlar, kendi evlerindeki bu yabancılara savaş açıyorlar. Bellekleri çok güçlü olan kurtlarda hiyerarşi var. Dişi ve erkek iki alfa kurdu sürüyü yönetiyorlar. İşte bir kabile gibi olan kurt sürüsüne ve zorlu hava koşullarına karşı bu insanlar kazanabilir mi?

    Final anı çarpıcı…

    Uçak düştükten sonra olaya el koyan tecrübeli Ottway, doğayı bilmeyen bu insanlara hayatta kalmak için ne yapmalarını söylese de bu o kadar kolay değil. Ama kurtlar varlıklarını onlara göstermeye başlayınca az da olsa dayanışma oluyor. Lümpen tavırlı Diaz zorluk çıkarmaya başlıyor. Çünkü ne tür bir zorluğun yaşandığının farkında sezemeyecek kadar ukala biri Diaz. Yönetmen karakter çatışmalarını da iyi yansıtabilmiş filminde, belirtelim. Ortak düşmanları kurtlar olduğu halde. Avcı Ottway, hayatta kalabilmek için cesetlerle dolu bu uçak enkazından uzaklaşmak gerektiğini düşünüyor. Düşünemediği, bu kurtların zeki ve intikâmcı olduğu. Ağaçlara doğru yolculuklarında kurtlara tek tek av oluyorlar. Elbette açlık da var. Öldürdükleri kurdu yaktıkları ateşte pişirip yemek zorunda bile kalıyorlar. Ateş etrafında geriye kalan beş insan birbirlerine hikâyelerini de anlatıyorlar. Ottway, çocukken babasından hep şefkat beklemiş. İrlandalı olan sert baba sevgisini göstermeden veren babalardan. Yazdığı ve duvara astığı şiiri Ottway’in hayatını yönlendirmiş. Doğayı ve bu vahşi doğanın parçası olan kurtları yenmek, hayatta kalmak Tanrı’nın mucizesiyle olabilir miydi? Tanrı’ya ve dinlerine biraz uzak durmuş Ottway, siyah alfa kurdunu yenebilecek mi, diye düşünürken yönetmen seyircisini bir anda boşlukta bırakıveriyor ve hikâye bitiveriyor. Finalin açık uçlu olması bu “Gri Kurt” filmine değer katmış. Seyirci, kendi gerçeklik yorumuyla finalini zihninde yaratabilir belki de. Kar fırtınaları ve sıfırın altındaki anlar bilgisayar teknolojisiyle yaratılmış perdede. Buna “CGI” (Computer Generated Imagery) deniliyor. Yani, “Bilgisayarla Oluşturulmuş Görüntüler” anlamına geliyor. Ama, perdede gördüğünüz atmosfer o kadar gerçekçi ki. Sinema, bambaşka taraflara gidiyor artık. Fonda duyulan müzikler de gerilimli. 1969 doğumlu Kaliforniyalı yönetmen Joe Carnahan, 1983-87 yılları arasında süren “A Takımı” televizyon dizisinden aynı adla 2010 yapımı “The A-Team-A Takımı” filmini yapmıştı. Yönetmenin ülkemizde DVD olarak gösterime çıkmış diğer filmi, 2006 yapımı “Smokin’ Aces-Tehlikeli Aslar” yapıtıydı. Görülmeye değer bir film. Ottway’in hayatını etkileyen babasının yazdığı şiir de şöyleydi: “Bir kez daha içindeyim bu kavganın…/ bildiğim en iyi ve son dövüşün./ Böyle günde yaşar ve ölürsün,/ işte böyle günde yaşar ve ölürsün.”

    (23 Mart 2012)

    Ali Erden

    [email protected]