Türk sinemasının ilk romantik jönüdür Muzaffer Tema. Aynı zamanda Hollywood’daki Türkiyeli oyuncu Tema Bey. Tiyatrocular döneminden sonra tiyatro kökenli oyuncuların dışında ve jön tanımına uyan ilk erkek stardır. 1950’li yıllarda Hollywood’a gidip şansını denemiş ve iki filmde oynamayı başarmış olan Tema, Amerikalı oyuncu Alan Ladd’a benzerliğiyle de ünlüdür. Yıllar önce sinemaya ara verip Amerika’ya yerleşen Muzaffer Tema’ya rastlayabilmek, konuşabilmek için yıllardır bekliyordum. Yazları birkaç aylığına İstanbul’a geldiğini biliyor fakat bir türlü görüşemiyordum. Yine umudumu kesmiştim. Tam o günlerde İstiklâl Caddesi’nde karşılaştık. Yıllar önce birçok siyah-beyaz filmde izlediğim unutulmaz jön karşımdaydı. Yıllarca genç kızların rüyalarını süslemiş olan yakışıklı aktör hiç değişmemiş, bizden önceki kuşakların filmlerde izlediği gençliğiyle ve kibarlığıyla film karesinden çıkmış gibiydi.
Muzaffer Bey elini omzuma atmış birlikte Taksim Meydanı’nda yürürken tarihler 50’li yılları gösteriyordu sanki. Kuyruklu hususilerinden inen zarif hanımlar ve beyler Cadde-i Kebir’e yönelmişler, troleybüslerden, tramvaylardan inenler gündelik işlerine koşuşturuyorlardı. Ben Dudaktan Kalbe filminin gösterildiği sinemaların önündeki kalabalığa, gişelerin önündeki uzun kuyruklara mutlulukla bakarken Muzaffer Tema’nın sevincine ortak olmaya çalışıyordum. Çok heyecanlandığımı ve mutlu olduğumu söylemeliyim. Türkiye’ye döndüğünü, anılarını yazmaya başladığını ve kitap olarak yayınlamak istediğini söylüyordu. Benim 50’li, 60’lı yılların bütün oyuncularına önerdiğim birşeydi bu. Ne yazık ki bizde anı yazma geleneği yok. Bu yüzden de yaşanmış birçok anı unutuluyor, yok oluyor.
“Yine böyle güzel bir Haziran ayında, kiraz mevsiminde Beşiktaş’da doğmuşum” diye anlatmaya başlıyor. 15 Haziran doğum günü. Hangi yılda doğduğunu söylemiyor, göründüğü yaşta olduğunu ve nüfus kağıdındaki yaşı kabûl etmediğini söylüyor. “Efendim Amerika’ya ilk ayak bastığım zaman Paramount Film Stüdyosu’na müracaat etmiştim. New York’daki merkez ofislerinde bir form verdiler, dolduruyorum. Adımı, soyadımı yazdım. Yaş hanesine geldim, duraksadım. Hakiki yaşımı mı yazayım yoksa daha mı genç yazayım diye düşünüyorum. İçeriden müdür geldi, omuzuma dokundu ‘ne düşünüyorsun, kendini hangi yaşta hissediyorsan onu yaz’ dedi. 1956’dan bu yana Amerika’da kimse bana yaşımı sormadı. Şuna inanıyorlar, kadınlarla sanatçıların yaşı sorulmaz. Bunu bir yerde saygısızlık olarak kabûl ediyorlar. İnsanların yaşını merak etmek maalesef bizim memlekette geçerli. Ben bugün göründüğüm yaşı kabûl ediyorum. Ama 15 Haziran doğum günümü unutmuyorum, onu her zaman kutluyoruz.”
Güzel bir kiraz mevsiminde Beşiktaş’da doğan Muzaffer Tema’nın babası da Türk musikisiyle ilgilenir, güzel ud çalarmış. O yıllarda İstanbul Belediye Konservatuarı’nın müdürü olan Hulusi Ökmen babasının mahalle arkadaşı. “Beni görüyor, ‘delikanlı büyümüş onu konservatuara alalım’ diyor. Babamın müziğe olan tutkusu da beni oraya itiyor. Ama düşünerek, bilinçli bir şekilde değil konsurvatuara girmem. Belki de bir askeri okula gitmek isterdim. Konservatuarda başarılı oluyorum flüt, keman ve piyano enstrümanlarından, son seneye kadar. Flütden mezun olmaya karar veriyorum. Senelerce flüt hocalığı yaptım. Yıllar sonra, 73 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’nın Yüksek Bölümü’nü de dışarıdan imtihanlara girerek bitirdim. Devlet konservatuarlarında hocalık yapma hakkını kazandım. İstanbul Belediye Konservatuarı’nı bitirince Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın imtihanlarını kazanarak Ankara’ya gittim. İlk konserimi Ankara Radyosu’nda verdim orkestrayla. 1944 senesinde Devlet Konservatuarı’ndan Sevinç Tevs’le tanıştık. O zamanın hem ünlü caz şarkıcısı hem de tiyatrocu. Arkadaşlığımız devam etti, nihayet evlilikle noktaladık işi. 1948 senesinde Sevinç Tevs’e İstanbul’dan Saray Sineması’nda 3 konser vermesi için teklif geldi. Bu teklifi kabûl etti ve beraber İstanbul’a geldik. Konserler bitti, muazzam konserlerdi. Akabinde Belediye Gazinosu’ndan teklif aldı, onu da kabûl etti. Bana da İstanbul Konservatuarı’ndan bir teklif geldi. Ben de bu teklifi kabûl ettim. İkimiz de İstanbul’da başladık göreve. Ben bu görevi aşağı yukarı 1960 senesine kadar sürdürdüm.”
1940 – 48 yılları arasında Ankara’da o zamanki adıyla Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası’nda (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) görev yapan Muzaffer Tema, eşi Sevinç Tevs’in konserleri nedeniyle geldikleri İstanbul’da kalmaya karar verir. Konservatuarda hocalığa başlar. 1948 yılında Tepebaşı Gazinosu’nda orkestra eşliğinde bir konser verir. “O konsere filmcilerden gelenler olmuş, ben tanımıyorum tabii. Sinemayla ilgim yok. Konserden sonra çağırdılar beni. Görüştüğüm kişiler bana bir deneme filmi çevirmemi teklif ettiler. Ben pek ilgi göstermedim çünkü sinemayla bir ilgim yoktu ve ne kadar başarılı olabilirdim bilemiyordum. Böyle bir riske girmek istemedim. Israr ettiler.” Görüştüğü kişiler o dönemin önemli sinema adamları, yapımcı ve yönetmenleri Şadan Kamil, Çetin Karamanbey ve Turgut Demirağ’dır. Atlas Film’e bir deneme filmi çekerler, başarılı olur Muzaffer Tema. Bunun üzerine 1949 yılında Çığlık filmiyle sinemaya adım atar ve Türk sinemasının romantik filmlerinin ilk jönü olarak sinema tarihindeki yerini alır. Dudaktan Kalbe filminin unutulmaz oyuncusu batılı anlamda jön tanımlamasına uyan ilk erkek stardır. Amerikalı oyunculara benzeyen tipiyle ve özellikle Alan Ladd’e benzerliğiyle de ünlenir Muzaffer Tema. Alan Ladd’in saç biçimini taklit eder, saçlarının perçemlerini Amerikalı oyuncu gibi alnına düşürür, gömleğinin yakalarını kaldırır ve saatini sağ koluna takar. “Saç biçimimi ve saati sağ kola takmayı ondan kaptım. Bir Alan Ladd tutkusu vardı bende o zamanlar. Sinemaya başladıktan sonra Sevinç Tevs’den ayrıldık. Ufak tefek kıskançlık hadiseleri o evliliğin yürümeyeceğini ortaya koymuştu. Ben sinemaya büyük ağırlık verdim, arka arkaya filmler çevirmeye başladım. Jön olarak benden başka kimse yoktu. Önceleri tiyatrocular vardı. Sinemaya dışarıdan gelen ilk erkek star ben olmuştum. Dudaktan Kalbe, Kadın Severse gibi filmlerle devam etti ve 80’in üstünde film oldu.”
1951 yılında Yıldız Dergisi’nin okuyucuları arasında düzenlediği yarışmada Dudaktan Kalbe filmi en iyi film, Muzaffer Tema da en iyi erkek artist seçilir. 1956 yılında Dişi Yılan filmiyle yapımcılığa da başlar Muzaffer Tema. O dönem “Adalar Kraliçesi” de olan Ayten Çankaya ile başrolleri oynadığı bu filmden sonra “Amerika sevdası” başlar. “Kafama koymuştum Amerika’ya gitmeyi. Ufkumu genişletmek istiyordum. Sinemayı esas Hollywood’da göreceğimi, tanıyacağımı düşünüyordum. 1956 senesinde Amerika’ya gittim. Bir tesadüf beni Fox Stüdyosu’nun o devrin starlarının arasına soktu. Örneğin Marilyn Monroe’lar, Cary Grand’lar, Gary Cooper’lar, Robert Mitchum’ların arasında buldum kendimi. 2,5 sene devam etti o stüdyoda çalışmalarım. Bu arada iki filmde oynadım, Aya Giden 12 Alim ve Acı Tebessüm. O filmler burada da oynadı. Ondan sonra tekrar Türkiye’ye döndüm. Kendi film şirketimi, Tema Film’i kurdum 1960 senesinde. İlk film Vahşi Kedi oldu. Leyla Sayar’ı tanımıştım. Birlikte oynadık bu filmde. O zaman Türk sinemasının en popüler, en güzel oyuncularındandı. Bu film çok iş yaptı, iyi para kazandı. Ben bu filmden kazandığım paralarla Avrupa seyahatlerine çıktım. İtalya’ya, Almanya’ya, Avusturya’ya, Fransa’ya gittim. 1965 senesinde bir evliliğim oldu. Oğlumun annesi olan Gülay Armen’le evlendik. 1976’ya kadar devam etti bu evlilik.”
Amerika’ya gidip Hollywood’da film çevirme başarısını gösteren Muzaffer Tema bu şansını sürdüremez. O yıllarda İstanbul’da hasta olan babasının yanına dönmek zorunda kalır. Yıllar önce Hollywood’da ünlenen “Türkiyeli oyuncu” Turhan Bey’den esinlenerek Tema Bey olarak imza atmıştır orada çevirdiği filmlere. Üç yıl kalır Amerika’ya ilk gittiğinde. “Efendim babam çok hastaydı, kanserdi. Onunla ilgilenmem gerekiyordu. Gelince de gidemedim. Burada büyük teklifler aldım, kendi şirketimi kurdum iyi paralar kazandım. Hoşuma gitti kendi memleketimde sinema çalışmaları yapmak. Bu da 1977’lere kadar sürdü. Çocuğum okuma çağına gelmişti, onun eğitimi için tekrar Amerika’ya gitmeye karar verdim. Eşimden ayrıldım, oğlumla Amerika’ya yerleştik. O yıllardan beri orada yaşıyordum. Oğlum eğitimini bitirdi, çalışıyor. Ben orada 7. evliliğimi yaptım. Eşimden çok memnunum. O da İzmir Kız Koleji’nden mezun. 89 senesinden beri halen devam ediyor evlilik. Ben de her sene gelip dostları ziyaret ediyordum. Memleketi özlüyordum tabii.”
Amerika’ya gittiğinde bir dönem örnek aldığı Alan Ladd’le de tanışır Muzaffer Tema. “Hollywood’da tanıştık. Paramount Stüdyosu’nda film çeviriyordu. Bir Türk gazetecisi, Mehmet diye bir arkadaş vardı, ‘ille gidelim Alan Ladd’le birlikte resmini çekmek istiyorum’ dedi. Film çalışmaları devam ediyor, güçbelâ müsade istedik. Geldi, beraberce resim çektirdik. Bana iyi şanslar diledi. Beni tanıdığı için çok memnun olduğunu, söyledi. ‘İnsanlar ikiz doğarmış, bu kadar benzerlik olur’ dedi. O resimler sonra burada da gazetelerde yayınlandı. Ama benim esas üzerinde durmak istediğim Fox Stüdyoları’ndaki çalışmalarım ve orada tanıdığım sinema yıldızları. O devrin bütün starlarıyla orada tanışma fırsatı buldum. Arkadaşlıklarım oldu, beraberliklerimiz oldu.”
Türk sinemasını takip etme olanağı bulabiliyor musunuz? Bugünkü sinemayı nasıl değerlendiriyorsunuz? diye soruyorum. “Bir iki film geldi oraya onları gördüm. Mesela ‘Eşkıya’ geldi. Buraya geldiğim zamanlarda da Türk filmlerini izliyorum. Tabii teknik açıdan birtakım gelişmeler var. Bizim büyük iş sahipleri, sermaye sahipleri sinemanın önemini henüz anlamış değiller. Sinemaya yatırım yapmaya yanaşmıyorlar. Adam lokanta açmayı, şehirlerarası otobüs işletmeyi tercih ediyor da bir sinema endüstrisi kuralım düşüncesi hakim değil. O yüzden Türk sinemasının ilerlemesi mümkün değil. Ben Amerika’ya ilk gittiğim zaman 1956 senesinde, yapımcı bana ‘hangi sinemada filmin oynuyor’ diye sordu. Brodway’de, New York’un 42. Caddesi’nde yabancı film oynatan sinemalar vardı. Türk sineması hakkında bir fikir edinmek istiyor. Yok, hiçbir yerde oynamıyor. ‘Efendim, ben 40 filmde başrol oynadım.’ İyi güzel ama bir tanesini görelim, hangisidir o. Olmuyor, inanmıyor adam, Türkiye’de sinema olduğuna inanmıyor.”
Muzaffer Tema da 7 kez evlenmiş ve bir dönem çapkınlıklarıyla da ünlenmişti. “Ayıptır söylemesi 7. evliliğimi yaptım Amerika’da” demişti. Evliliklerini sıralarken ve eşlerinin adını sayarken sırayı şaşırıyordu. “İşte ben böyle sırayı da şaşırıyorum, bazılarını da unutuyorum. Benim için çocuğumun annesi ve şimdiki eşim önemli. Çapkınlık meselesine gelince, efendim evliliklerim çok kısa devam ettiği için araya bir takım flörtler girdi. Son evliliğim dışında bütün evliliklerim kısa sürdü” diyor. 1987 yılından bu yana sinemadan uzak kalan Muzaffer Tema müziği profesyonel olarak sürdürdüğünü, Amerika’da flüt ve piyano başlangıcı dersleri verdiğini söylüyor. (29 Haziran 1998’de Taksim’de yaptığımız görüşmeden.)
(04 Ekim 2011)
Mesut Kara